Monthly Archives: Ekim 2010

Rendekâr, bu akıl kârı mı?

İlkokul vakitlerinde “bilmece bulmaca dil üstünde kaydırmaca”ları epey severdim. Çocuklar için hazırlanmış dergilerin olmazsa olmazı, tabii ki bilmecelerdi. Annemi ve babamı sorduğum zor (?) bilmecelerle sıkıştırmak (hevesim kaçmasın diye yanlış cevap verdiklerini büyüyünce anladım) hoşuma gidiyordu. Dünya hızla kirlenirken ben de büyüyordum. Esasında son kullan-ıl-ma tarihime yaklaşıyordum. Bir ara adaşım, Adnan Ersan’ın “soğuk” bilmeceleri derlediği bir kitapla haşır neşirdim. Bir fil ağacın arkasına saklanırsa ne olur, deyip sabırsızlık içinde bilmeceyi sorduğum kişinin gözbebeklerini sağa sola çevirmesini izlerdim. Sıklıkla; ne bileyim, n’olur, cevabı alırdım. “Tarzan, ölmeden önce ne demiştir?” de gözde bilmecemdi.

Bu Kırık Potkal’da da birkaç bilmece sordum. Geçmişin alışkanlıkları hâlâ peşimde zannederim. Giriş-gelişme-sonuç dairesinde seyreder bir erkeğin bilmece merakı. Hatta, ara evre “gelişme” yaşanmaz bile! İlkokulda saf, mâsum bilmeceler, libidinal lavların ayyuka çıktığı dönemlerde ise çoğunlukla cinsellik dozu yüksek bilmeceler… Erkek denilen yaratığın cinsellikle olan yaman ilişkisi, çelişkisi bizim gibi ataerkil toplumlarda kolay kolay bitmez, bitemez. Ense kulak yerinde, kerli ferli (“kelli felli” de kabul) pek çok erkeğin, “Kıllı ağzını açtı, çıplak içine kaçtı, bil bakalım bu ne?” dedikten sonra, pis pis sırıtıp sorduğu bilmecenin cevabını almak için tecavüzcü Coşkun kabilinden yerinde duramadığına şahit olmuşluğum vardır. Gözleri oynar, dudakları kıvrılır, mânâlı mânâlı bakar. Bilmeceye muhatap olan “baaayan”lar da varsa etrafında, keyfine diyecek yoktur! Kızaran bozaran kadınların, gözlerini kaçırmalarından iyice tahrik olur. Diker gözlerini… Erkek arkadaşları da, n’aptın sen ya, dercesine yüzüne bakar bilmece sahibinin. Bir dakika geçer geçmez, ortam gerilir ve… “Çorap yahu, çorap” cevabıyla, herkesin ne kadar “kötü niyet”li olduğuna dair dokundurmalarla, göndermelerle eğlenmeye çalışır bilmece sahibimiz. Her erkeğin bacağının kıldan görünmez olduğu ön kabulüne karşı sesiniz çıkamayacaktır nasılsa! Her Türk erkeği kıllı doğar ve her şey vatan içindir!

Hap bilgiler çağındayız. İki tık tık, bak Google’a, bak Wikipedia’ya olsun bitsin! Yok öyle yağma! Benim sorduğum bilmecelerin cevabı Cahillikler Kitabı serilerinde yok. İçimizdeki Balık’ı düşünmeyin bile! Bir parça, “Top On” (“tapon” diye de okuyabilirsiniz) kitap listelerinin dışına çıkmanız yeter. Okumanın hazzına ermişler, okumanın, o halvet ânının zevk dolu dakikalarında sörf yapanlar… Okuduğum kitaplardan derlemeye çalıştığım bir parça edebî, “entel dantel” bilmeceler işte… Adım Hıdır, elimden gelen budur!

Buyrunuz: Bir çeşit “metinlerarasılık” deryası roman olarak değerlendirilebilecek PKA’da (meraklısı için; “şıp diye”) geçen “Zagon Üzerine Öttürme” adlı kitabın asıl ismi nedir, yazarı kimdir?


Herkesin “LEYL”sı kendine…

LEYLA,

İçimden esti,

sana geldim…

Bir alay insan var.

Gülüyorsun, anlamıyorlar

inliyorsun, anlamıyorlar

ağlıyorsun anlamıyorlar.

Bir alay insan var.

Seni bulsam da

bulmasam da hepsi bir.

İçimden OH! dedim ya.

OH OLSUN

Kim ne derse desin,

Mutluyum işte! –

Saat 12’de. Parlak gün.

Fikret Ürgüp


Arama tarama: “Kobi” değil, “Kobe”!

Mevlânâ der ki: İnsana aradığı şeye göre/bakılarak değer biçilir. İnternet âleminde aranma rekorunu elinde bulunduran kelimeler “porno” ile “seks” bilindiği gibi. Bu kelimelere eklemeler yapılarak da arama motorları çalıştırılıyor elbette. Tüm bu bel altı merakın içinde, farklı şeyler arayanlar da oluyor ve bu fakir “blog”a tesadüf ediliyor. Genital organların nemli, ritmik, aritmik serüvenine monitörlerinden ortak olmak isteyen kadınlı erkekli pek çok kullanıcı, “FAX, TAXI & SEX” kelimelerinin azizliğine uğrayıp hayal kırıklığı içinde küfrü basıyorlardır muhtemelen arzuladıkları et maceralarından uzağa düştüklerini anladıkları anda. 

“Aramak”tan girdik söze, devam edelim. Yazılarımı takip edenler, reklam sektörünün “okunmazsa, bakılmazsa olmaz” dergisi Marketing Türkiye’deki Türkçe, yazım yanlışlarına değindiğimi de bilirler. Söz konusu derginin “yorum” kutucuklarına yazdıklarım çoğunlukla yayımlanmaz. Neyse ki, derginin sahibesi Günseli Özen Ocakoğlu, haber metinlerdeki berbat Türkçe kullanımına yönelik eleştirilerimi anlayışla karşılamıştır. Ancak, bu kez Marketing Türkiye’nin “yorum” kutucuğuna hiçbir şey yazmayacağım. Günseli Hanım’ı da rahatsız etmeyeceğim. Ben çalıp ben söyleyeceğim!

1 Ekim 2010 tarihli Marketing Türkiye’den: “Basketbolda Türkiye ikinci oldu, pazarlamada şampiyon kim?

Kobi Bryant, Le Bron James, Marc Gasol, Manu Ginobili gibi yıldızların 2010 FIBA Dünya Basketbol Şampiyonası’na teşrif etmeyeceği anlaşılınca spor camiasında organizasyonun çok da fazla ilgi çekmeyeceği düşüncesi hızla yayıldı. Fakat sonuç hiç de beklendiği gibi olmadı! Özellikle Türkiye’nin finale kadar yükselmesi yalnızca basketbol severleri değil tüm Türkiye’yi ekrana kilitlerken, sponsorlar ve ‘ambush marketing’ taktiğine kullanan markalar da kıyasıya bir rekabete girişti. Türk basketbolu, tarihinde de ne bu kadar seyirciyi ne sponsoru ne de markayı bir arada gördü. Peki ama markaların kıyasıya yarıştığı bu dünya çapındaki etkinlikten hangi markalar zaferle çıktı, hangileri parasını boşa savurdu?”

En ufak bir arama taramaya bile gerek görülmemiş ve sallapatiliğin beşiği umursamaz bir şekilde sallanmış. “Kobi” değil, “Kobe”; “Le Bron” değil, “LeBron”… Bunlar işinin ehli olmayanların bile birkaç klavye tuşlamasıyla ulaşabileceği doğrular. Marketing Türkiye’nin muhabirleri bunlara üşenmişler ammaaa boylarından büyük sularda yüzmekten de kaçınmamışlar. “Kobi Bryant, Le Bron James, Marc Gasol, Manu Ginobili gibi yıldızların 2010 FIBA Dünya Basketbol Şampiyonası’na teşrif etmeyeceği anlaşılınca…” cümlesindeki “teşrif”i kullanmaya cahil cesareti demekte beis görmüyorum.

“Teşrif”, “şeref” kelimesinden türemiştir ve “şereflendirmek, onurlandırmak” demektir. “Haiz” (bir şeyi elinde tutan, bulunduran) kelimesi gibi, “teşrif” kelimesi de daima “i” ekiyle kul-la-nı-lır. Cesur cümleden gidelim: “2010 FIBA Dünya Basketbol Şampiyonası’nı teşrif etmeyeceği anlaşılınca…” olarak yazılması gerekirdi o cümlenin. “Teşrif etmek” fiilinin “gelmek” anlamında kullanılması yol açıyor bu duruma. “Galat-ı meşhur” denilip geçilmemesi gerekir. Hoş, Marketing Türkiye’nin muhabirlerinin “galat-ı meşhur”dan da haberdar oldukları kuşkulu ya! Şüphesiz ki, buradaki yaygın yanlışa düşmemeleri gerekirdi, Marketing Türkiye gibi “referans” alınan veya “kaynak” gösterilen bir yayında kalem oynatan habercilerin. Kullanımını bilmedikleri kelimeleri cümle içinde kullanmayıp akıcı, doğru bir Türkçeye yelken açmaları yetecektir okurlara. Üslubu süslü, güçlü kuvvetli yapmanın yolu, kullanımını bilmediğiniz kelimelere bulaşmamaktan geçer.

Tatsız tuzsuz, takır tukur haber metnine dikilen tüyümüz ise  “Peki ama markaların kıyasıya yarıştığı bu dünya çapındaki etkinlikten hangi markalar zaferle çıktı, hangileri parasını boşa savurdu?” cümlesinde tezahür ediyor: “hangileri parasını boşa savurdu?” “Boş” ile “savurmak” yan yana… Bu denli Türkçe duygusundan, sözcük uyumundan habersiz olmak olur şey değil! Çok konuşma da önerin ne diyenler olabilir belki. Buyrun: “hangileri parasını heba etti?”, “hangileri parasını boşa harcadı?” ve dahi “hangileri parasını savurdu?”

Bu muhabir arkadaşları, doğru dürüst Türkçe kullanımı üzerine yazdığı yazılar dolayısıyla, aynı derginin kadrolu yazarı Ali Saydam’a havale ediyorum.