Büyük bir holdingin otomotiv şirketinde çalışıyordum. Yıl 2000. Bir yıl sonra MGK’de anayasa kitapçığıyla frizbi oynanacağı kimin aklına gelirdi ki! Çalıştığım departmandaki iş arkadaşlarım, dinlediklerimle, okuduklarımla ve seyrettiklerimle kafa bulmayı çok severlerdi. Onlara göre “entel dantel” işlerle ilgileniyordum. Bu “entel dantel”lerin arasında yıllar önce Roxy’de 1 metre mesafeden nefesimi tutarak seyrettiğim Natacha Atlas da vardı! Ne zaman surat ekşitsem cevapları hazırdı: “Abicim, biz seni sevdiğimiz için takılıyoruz.” Karnım tok olsa da birkaç kanepeye yer açıyordum tebessüm ede ede… Tahammül mülkünün arsasında herkese yetecek kadar yer vardı.
İlgilendiğim filmlere “sanat filmi” diyerek burun kıvıran bir departman arkadaşım, hafta sonunda seyrettiği bir filmi ballandıra ballandıra anlatıyordu tatsız tuzsuz bir pazartesi sabahı, hafta başı sendromuna yumruk sallarcasına. Yanına gittim. Nasıldı, diye sordum. “Aaabi, filmde Antonio Banderas var, taam mı? Herifin adı Ahmet mi ne, bir de anormal savaş sahneleri var moruk! Acayip adamlar bulmuşlar…” Araya girip “casting iyi yani” dedim. “Evet aaabi, heriflerin acayip kasları vardı!” Çaktırmadan dudaklarımı ısırdım. O ise hararetle savaş sahnelerini anlatıyordu. Ne zaman iyi bir “cast”a rastlasam, “casting” kelimesini duysam veya okusam bu sahne canlanır gözlerimin önünde. Filmin adı 13. Savaşçı‘ydı.
13. Savaşçı, televizyonların sık sık gösterdiği filmlerden biridir. Yönetmenliğini, adını Die Hard‘larla duyuran 1951 doğumlu John McTiernan’nın yaptığı 1999 tarihli 13. Savaşçı‘da Antonio Banderas’ı epey gençken görürüz, “Ahmed Ibn Fahdlan” rolünde. 1995 tarihli Die Hard: With a Vengeance da televizyonlara sık sık misafir olur. Jeremy Irons’ın “Simon Gruber” rolünde döktürdüğü bu filmin, Bruce Willis’in Alev Sezer tarafından seslendirilmişini bulup seyretmenizi tavsiye ederim. Aksiyon sinemasının mahir yönetmeni McTiernan’ın Predator’u da es geçilecek gibi değildir. “Arnie”li bu film de sık sık boy gösterir özel kanallarımızda. Rastlarsanız kaçırmayın, olmadı, “indiragandi”leyin!
1.90’lık Çek oyuncu Vladimir Kulich’in can verdiği “Buliwyf” karakteriyle şenlenen, Omar Sharif’in (Ömer Şerif) “Melchisidek” rolüyle filmi yükselttiği, üstat besteci Jery Goldsmith’in şaşaalı müzikleriyle filmi hareketlendirdiği, Michael Crichton’ın Eaters of the Dead adlı eserinden kotarılan The 13th Warrior’ı anılarımıza gömelim tekrar. Ta ki usta işi bir “cast”a rastlayana dek.
“Elitist” takılıyor değilim, öncelikle bunun altını kalın kalın çizeyim. Reklam arası dizi yayınlama marifeti, şimdilerde bambaşka bir şekle bürünmüş. 7 dakika dizi, 4 dakika reklam… 6 dakika dizi, 4 dakika reklam… 5 dakika dizi 15 saniye reklam… Veee… 3 dakika dizi, 6 dakika reklamla dizimiz nihayete eriyor! Sinirlerinizi yıpratan bu maratonda ayakta kalabilenlere ne mutlu! Uzun lafın kısası, onlarca özel kanalda yayınlanan dizi dizi inciler arasında sadece bir dizi takibimde: Öyle Bir Geçer Zaman Ki.
Nefes kesen iş hayatı, yeri geliyor annenizi babanızı görüp onlarla sohbet etme imkânı bile vermiyor. Aylar önceydi. İş çıkışı telefon açtım anneme. Hal hatır sorduktan sonra, annem heyecan içinde “Osman’ı gördün mü?” diye sordu. Şaşırmıştım. Bizim aile zaten tam anlamıyla çekirdeğin çekirdeği, bu Osman da kim, diye düşünürken annem devam etti: “Ne kadar tatlı değil mi, yazık çocuğa… Ya Ali Kaptan’ı gördün mü? Boyu devrilesice!” der demez, tamam dedim, annem yeni bir diziye kaptırmış kendini! İşten yorgun argın eve gelip kendimi çekyatlara attığımı, bir elimde Ortega y Gasset, bir elimde Ziya Osman Saba ile sabahı ettiğimi anlatıyordum ki annem devam etti: “Oğlum, şu Osman’a bir bak. Diziyi de seyret, bunu seversin belki.” Tamam anne, ilk fırsatta bakacağım, dedikten sonra karşıdan karşıya geçerken dikkat edeceğime; arabada, yolda, otobüste hiç kimseyle dalaşmayacağıma, üstüm açık uyumayacağıma ve sağlıklı besleneceğime söz verip mûtad telefon konuşmamızı sonlandırdık.
Öyle Bir Geçer Zaman Ki salı günleri yayımlanıyormuş, “Osman”ı oynayan çocuk çok tatlıymış, herkes zırıl zırıl ağlamış onun talihsizliğine, göz yaşı dökmesine vs. Hangi kanalda yayınlanıyorsa bir dizi, grup medya organları davul zurna eşliğinde o diziyi cilaladığından, bu diziye de aynı parlatma taktiği uygulanıyordu. Yayın gününü bekledim önyargılarımı daha fazla köpürtmeden. Reklamların gözü dönmüş tacizine de katlanacaktım. İşte o an! Erkan Petekkaya’yı görünce, “Yapma ya anne!” dedim. Mankenlikten dizi oyunculuğuna sıçrayan Erkan Petekkaya’yı daha önceleri Star’daki birkaç aşk meşk dizisinde görmüştüm. Diziye tam anlamıyla veremedim kendimi. Reklamlar da diziyi sonuna kadar seyretme azmimi kırıyordu. Yarım yamalak seyrettim diziyi. Bir şey anlamadım. Yalnızca “Cemile”ye can veren kadın oyuncu dikkatimi çekmişti. Çekim tekniği, sahne planları da sürüsüne bereket şıpın işi dizilerden hemen ayrılıyordu. Karar vermiştim. Öbür hafta 30 dakika reklam arası 15 dakika dizi olsa da sey-re-de-cek-tim! Ve seyrettim. Şimdi “Cemile”nin müptelâsıyım. Güftesi Enderûnî Vasıf Bey’e ait olan, Hammâmîzade İsmail Dede Efendi’nin hicaz makamındaki “Ey büt-i nev eda olmuşum müptelâ” şarkısını gelin de mırıldanmayın bakalım!
Öyle Bir Geçer Zaman Ki’nin bir bölümünde, Dario Moreno “Hatıralar Hayal Oldu”yu terennüm ederken, büzüştüğü divanda ağlamaktan gözleri kan çanağına dönen “Cemile”yi kanlı canlı bir hale büründüren Ayça Bingöl’ün uluslararası çapta bir oyuncu olduğuna, çok daha iyi yerlerde olabileceğine hükmettim. Ayla-Beklan Algan (Allah rahmet eylesin) ikilisinden TAL (Tiyatro Araştırma Laboratuvarı) kapsamında altı ay ders alan biri sıfatıyla bir parça ahkâm kesmem çok görülmez umarım. İstanbul Belediyesi’nin tüm oyunlarına aboneydim bir vakitler. Şimdi ATL’sinden BTL’sine birbirine benzemez bir sürü sözleşme, broşür, konsolide bütçe, fon bülteni, genel kurul ilanı, rezidansların keyifli yaşam alanları… Parantezi kapayalım.
Tüm kadınlık hallerini ustalıkla, alnının çizgilerinden dudak kıvrımına, yürüyüşünden derin derin, mânâlı bakışlarına varana değin o kadar nüanslı bir oyunculuk içinde sergiliyor ki Ayça Bingöl, 2008’deki Afife Jale Tiyatro Ödülleri’nde Bana Bir Picasso Gerek adlı oyundaki performansıyla “Yılın En Başarılı Kadın Oyuncusu” ödülünü almasına şaşmamak gerek. Dizilerin böyle bir işlevi var işte, hiç kimsenin inkâr edemeyeceği… Geniş halk yığınları tarafından tanınır, bilinir olmanın önünü açıyor. Yoksa “Duru Tiyatro”daki oyunculuğunun tadına bir avuç tiyatro seyircisi varacaktı. Ayça Bingöl’ün oyunculuğu “dizi oyunculuğu” kategorisinin çok çok ötesinde! Birinci sınıf bir oyunculuk sergiliyor, Ayça Bingöl.
Şunu baştan söylemeliyim ki Öyle Bir Geçer Zaman Ki’nin tüm oyuncu kadrosu çok başarılı. Kısacası “casting” çok iyi! Başrolünden figürasyonuna… “Nefes”in “yüzbaşı”sı Mete Horozoğlu, Yeşilçam’ın “soft” jönlerine “hard” bir açılım getiriyor, “Mesude”ye feleğini şaşırtırken… Gayet inandırıcı bir “Soner” portresi çiziyor, Mete Horozoğlu briyantinle terbiye edilmiş saçıyla, kaytan bıyığıyla… Renan Bilek de “Soner”in sağ kolu “Süleyman” rolünün hakkını fazlasıyla teslim ediyor. Bir vakitler Ortaoyuncular’da sahne alan, Leke adlı grubuyla “rock” şarkılar söyleyen Renan Bilek “Süleyman”ı fazlasıyla gerçekçi kılıyor.
Farah Zeynep Abdullah da bir nev’i “lolita” görünümünde “Aylin” karakterine can veriyor kanının son damlasına varana dek… “Soner” ile “Aylin” arasındaki gemlenmiş, ket vurulmuş tutkulu aşkın bastırılamadığı anlardaki gerilimli planlarda, Farah Zeynep Abdullah’ın arzu dolu bakışları, titreyen dudakları pek çok gencin başını döndürebilecek cinsten.
Anadolu Üniversitesi Devlet Konservatuvarı’ndan mezun olduğunu pek çok kişinin bilmediği ve mankenlikten oyunculuğa geçiş yaptığını zanneden büyük çoğunluğun haksız olduğunu iddia etmek güç. Oyunculuğu gayet iyi. Dublaja boyun eğmemesi de olumlu. Dizinin “sesli” çekilmesi de “inandırıcılık” hususunun en önemli avantajı nitekim. Dublajlı oyunculuğuyla (?), üniversite öğrencileri (gel de bu gençlerden ümitvar ol şimdi) tarafından “en iyi oyuncu” (?) seçilen Necati Şaşmaz ne zaman diksiyon dersi alıp has oyunculuğa adım atmayı deneyecek acaba?
Wilma Elles’in sevimli Türkçesine kanmayalım. “Caroline”in sarı saçlarına da… “Kötü kadın”ı oynamaya çalıştığı anlarda “büyük oynuyor” ve inandırıcılık sorunu yaşıyor. Yine de ortanın üzerinde bir oyunculuk gösteriyor.
Yıldız Çağrı Atiksoy da üniversiteli genç kız “Berrin” rolünde çok iyi. Özellikle, “solcu” sevgilisi “Ahmet” (Tolga Güleç) ile öpüşme sahnelerinde rolünün hakkını veriyor. “Ahmet”i deli gibi öpmek istiyor, “Ahmet”in soluğuyla bütün bedenini ısıtmak istiyor ama “iyi aile kızı” olarak kendini frenlemesi de gerek… Utangaç da… Bu açmazları dudaklarına, yüzüne ustalıkla yansıtıyor.
“Mete”de Aras Bulut İynemli’nin (“Bulut Aras” + “Nuri İyem”?) handiyse sadece burun delikleriyle oynaması, hatta “çok büyük” oynaması; Wilma Elles’teki “inandırıcılık” sorununu akla getiriyor. Oysa dizinin ilk bölümlerinde gayet denetimli, ekonomik oynuyordu. Dizinin senaristi Coşkun Irmak, öğretmenine âşık liseli formatına abanınca iş çığırından çıktı sanki. Bu sulugöz “Mete” oyunculuğuna naneli krem mi dayanır Allah aşkına!
Bu yılki Arkadaş Z. Özger Şiir Yarışması’nın jüri üyeleri arasında bulunan şair-tiyatro yönetmeni Orhan Alkaya da “Balıkçı”da hiç fena değil(di). Özellikle “Cemile”nin gözü önünde, “Ali Kaptan”a meydan okuduğu “evlilik teklifi” sahnesinde… Popüler kültürün ettiğine bakın siz! Parçalanmış Divan‘ın şairi, onlarca tiyatro oyununun yönetmeni yolda yürürken kadınlardan evlilik teklifi alacak öyle mi?! Tam Hasan Bülent Kahraman işi bir mevzu.
“Sağ” cenahın imanlı adamlarından “Resul” rolünde Ferit Kaya da çok başarılı. “Sağ” demişken, “Hakan”ın babası “Ekrem”i canlandıran Osman Alkaş, göründüğü sahnelerde çok iyi bir oyunculuk göstererek Kurtlar Vadisi‘nde okul müsamerelerinde bile görülmeyecek kadar kötü oyunculuklarla vurulup ölme numarası yapmaya çalışanlara harika bir “kurşun yendiğinde nasıl düşülür/ölünür” dersi verdi sevabına. Osman Alkaş’ı, Derviş Zaim’in Gölgeler ve Suretler‘inde “Veli” olarak izlemeyen kalmasın! Allah’ın garibi, bir baltaya sap olamamış Taner’i seyrettiğiniz yeter! Oradan buradan aparttığı “özlü sözler”le âkil adamcılık oynamaya çalışan Nihat’ı da…
Meral Çetinkaya için “Hasefe” rolü leblebi çekirdek kabilinden olmalı. Bu rol, yılların tiyatro oyuncusuna vız gelir tırıs gider.
“Neriman”da, bir kaşık suda boğma isteği uyandıran Zeyno Eracar, fettan “Mesude”de Nilperi Şahinkaya da çok iyiler. Keza “Kemal” rolünde Mehmet Sezai Gürhan da dublaj meraklılarının şıp diye fark edeceği bir isim. “Dialog İletişim”de pek çok güzel yüzlü kızımızı “tematik” kanallara “haber spikeri” olarak hazırlarken diksiyon, nefes kullanımı, fonetik dersi verdiğini not düşelim.
Yönetmen Zeynep Güney Tan’ın “mekân oynatıyor” esprisine benzer bir beceriye sahip olduğunu, herkesi “yönetmen oynatıyor” esprisi içinde “oynattığını” söylemek gerekiyor. Kartal Tibet’ten Orhan Oğuz’a, Şerif Gören’den Çağan Irmak’a kadar pek çok yönetmenin tedrisatından geçen Zeynep Günay Tan’ın bir dönem Kurtlar Vadisi‘nde yönetmenlik denemesinde bulunduğunu da kayda geçirelim. İleride bizim de bir Kathyrn Bigelow’umuz olur belki.
Emir Berke Zincidi (“Osman), Şenay Aydın (“Amina”), Dila Akbaş (“Ayten”), Salih Bademci (“Hakan”), Yeliz Kuvancı (“İnci”), Ahmet Varlı (“İlhan”) ve Sercan Badur (“Necati”) isimlerini de inandırıcı oyunculukları için analım, hak geçmesin. Dönemin ruhuna uygun mekân kullanımı, kostümler de gayet iyi. Dönem müzikleri de ’68 kuşağına mensup her daim gençleri yakalayacak kalibrede doğrusu.
Gelelim dizinin senaryo yazarı Coşkun Irmak’a… 1961 doğumlu Irmak, Ege Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Sosyoloji Bölümü’nden mezun olduktan sonra, Dokuz Eylül Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesi Sahne ve Görüntü Sanatları Anasanat Dalı, Tiyatro Bölümü’nde Dramatik Yazarlık Dalı’nda iki yıl eğitim gördü. Nâzım Hikmet’in Ferhad ile Şirin’inden Gogol’ün Palto‘suna, Jean Genet’nin Hizmetçiler‘inden Oktay Arayıcı’nın Rumuz Goncagül‘üne kadar pek çok oyun sahneye koyan Coşkun Irmak’ın dizi mantığına boyun eğdiğini görmekteyiz. Olmadık tesadüfler, akla hayale gelmedik hadiseler peşi sıra geliyor. Senaryonun “dram” yanının iyice keskinleştiği, çok fena halde (Fena Halde Leman‘ı da analım) tribünlere oynandığı gözlerden kaçmıyor. Bu diziyi sadece çok iyi oyunculuk performansları için seyrettiğimi belirtmiştim. Ve tabii 70’lerin popüler müzikleri.. İlerleyen sezonları (dizinin üç sezon sürmesi planlanıyormuş) çıkarmam pek mümkün görünmüyor.
Şunu da eklemek gerekiyor: 2006’da atv’de yayınlanmaya başlayan Hatırla Sevgili, 1960-70 (hatta “12 Eylül”) arasında cereyan eden dönemin politik çalkantılarına daha “cesur” ve ulusal yayın yapan özel bir televizyon kanalında kolay kolay rastlanmayacak bir “direkt”likte yaklaşmıştı. Günümüzün gençleri Hatırla Sevgili sayesinde Hasan Polatkan’dan Deniz Gezmiş’e (Dizi yayınlanırken “Gezmiş, Aslan, İnan”ın avukatı Halit Çelenk yaşıyordu. 5 Mayıs’ta vefat etti), Enis Batur’un babası Muhsin Batur’dan Kemal Türkler’e, Adnan Menderes’ten Salim Başol’a varana dek pek çok siyasî, tarihî kişiliğin varlığından haberdar olmuşlardır. “27 Mayıs”, “555K”, “Kanlı Pazar”, “12 Mart”, “Altıncı Filo” gibi Türkiye’nin siyasî tarihinin dönüm noktalarına değinen Hatırla Sevgili düşünüldüğünde, Öyle Bir Geçer Zaman Ki’nin dönemin siyasî atmosferine bakışı oldukça “ürkek” kalıyor. Yaprak Dökümü benzeri bir sulandırmaya, lastikleşmeye gitme tehlikesi de sezmiyor değilim.
Dizinin tarih danışmanı Asaf Güven Aksel’i unutmayalım, ayıp olur. Hayal meyal (bu sözü söylediğim, yazdığım anlarda sağ omzuma Yahya Kemal’in, sol omzuma da Ahmet Hamdi Tanpınar’ın dokunduğunu hayal ederim) hatırladığım bir dergide (“Emek”?) epey “koyu” bir sol söylemle kaleme alınmış yazının (da) sahibiydi, Asaf Güven Aksel. Yarım dosya kâğıdı ebadında, saman kâğıda basılmıştı dergi. Yıllar sonra kitaplığıma bir kitap kuruldu: Çoban Yıldızı. Yazarı Asaf Güven Aksel. “İçinde yazı olan her işe, her düzeyde bulaştı. Keman çalabilse, resim yapabilse, biber dolması pişirebilse muhtemelen yazmazdı. Felsefeyi sevdi, edebiyatı sevdi. Gene de, onları, asıl sevdiklerinin çıkarları için kullanmaktan kendini alamadı: Baldırıçıplaklar’ın…” Bu adam Telos Yayınları’nın kaptanı, “baldırıçıplakların lordu” Asaf Güven Aksel.
Ne “cast”mış ama! Size kastım yoktu! Kastım bileklerimeymiş, parmaklarımaymış! Siz okurken (sahi buraya kadar okudunuz mu?) yoruldunuz mu bilemem ama ben biraz yorgun düştüm. “Yorgun düş”? İdare eder, neyse. Esasen yorulan sağ ve sol elimin işaret parmakları… Doğru tahmin ettiniz. Klavyeyi “iki parmak” kullanıyorum.
Yüzüklerin Efendisi’nde “Arwen”, Madagaskar’da “Gloria”, Kayıp Balık Nemo’da “Peach”, Beowulf’ta “Angelina Jolie”, Mr. Deeds (“Kazara Zengin”) filminde de Winona Ryder’ı (“Babe Bennett”) seslendiren kimdi? Tabii ki kadersiz kısmetsiz “Cemileeeeee”!
12 May 2011 at 3:03 PM
Dizi hakkında yazılmış en kayda değer analiz. Toparlayamadığım ne kadar duygu düşünce varsa hepsi ifade edilmiş. Sağ ve sol işaret parmaklarına sağlık.
16 May 2011 at 8:47 AM
İlginize teşekkür ederim.
10 Şub 2014 at 6:35 PM
[…] https://adnanalgin.wordpress.com/2011/05/11/cemileeeeee/ […]
25 May 2020 at 5:36 PM
Reblogged this on Yamalı Poğaça and commented:
Kanal D, 1. bölümü bugün itibariyle (25 Mayıs 2020) yayımladı! Hafta içi her gün 13.10’da!