Derinden, uzaklardan yaylıların heyecanlı, girift, hüzünlü bir masalı haber veren ninnisini duyarız sanki. Sonra Hagi’nin memleketlisi, pan flütüyle taş kalplileri bile ekmeklik hamur kıvamına getiren üstat Gheorghe Zamfir sazı eline alıp tüyler ürpertici “intro”suyla kanımızı çeker.
Ne olduğumuzu anlayamadan, tam alabora olacakken yaylılar ağırbaşlı bir şekilde devreye girer. Kalbimizin ince ayarları harap olmuştur artık. Zamfir delik deşik mi eder notalarla ruhumuzu, oya gibi mi işler, bunu çözemeyiz. Stephen King’in veya Paul Cleave’in manyak katilleri bile süt dökmüş kediye dönüşebilir bu ses cümbüşünde. Vurmalılar tatlı tatlı ensemize dokunup dokunup kaçarken, vokallerle birleşen kemanlar, viyolalar, kontrbaslar kanat takar omuzlarımıza. Zamfir tekrar alır sazını eline. Ruhunu üfler sanki ruhlarımıza. Kanatlarımıza üfler, yere düşüp de burnumuz, dizlerimiz kanamasın diye. Hassas adam, ince bestekâr. Hagi gibi “inceci” Romanya’nın gurur kaynağı. Üfler usul usul. Yaylılar alır götürür bizi içimizdeki o uçsuz bucaksız gezegene. Genzine leblebi tozu kaçmamışlar da ihmal edilmez elbette. Bir kaşık toz şeker, bir kaşık sarı leblebi tozu… Ne güzel güleriz ölecek halimize!
Yorum bırakın