Monthly Archives: Haziran 2012

“CILK”

Yiğit Özgür


“Bilgisayarlısı”

Umut Sarıkaya


En uzun benimki: 34 cm!

Reklam metinlerinde (“kreatifler” buna “badi kopi” demeyi pek sever) ve görsellerde cinsel çağrışımlara asfalt döşeyen yemler kullanmak her daim geçer akçedir. Antipatik de gelse, ucuz bir yöntem olarak da görülse “iyi niyet”leri zorlayan bu tür tuzakları kullanmaktan geri duramaz bazı “kreatifler”.

Bu yerel ilanda da, pek çok reklamda gördüğümüz “uzunluk” esprisine bel bağlamış reklamcılarımız. Kolay, zahmetsiz bir yol. Cinsiyetçi yanı baskın. Aklını belden aşağısıyla bozmuş halkımızın Haydar Dümen ağabeyi yıllardır yazıp çiziyor oysa! Önemli olan uzunluğu değil, işlevidir.

Ha, benimki “en uzun” demiştim hani. Benimki epey uzundur. Hem de kalın. Kalemim canıııım! Boyu 34 cm, kalınlığı da 3 cm! Metin Aroyo biraderim bu “uzunluk” değinmemi çok iyi hatırlayacaktır. Tabii  bu yazıyı okursa… Onun bu yazıyı okuması ise benim Stephen King’in 22/11/63 romanına “redaksiyon” hizmeti vermem kadar uzak bir ihtimal.

Hayat işte! Kalemimi masamdan izinsiz alan birine hitaben yazıp şirket içine gönderdiğim mesajın, yıllar sonra “sosyal medya”nın en cevval üyesine (ben değilim, “blog”) malzeme olacağını öngörebilir miydi acaba “cep çapkını” Metin kardeşimiz? Zannetmem.

Yazalım: “Herşey” değil, her şey! “Yumuşatici” ise uzunluk kurbanı!


Birdirbir oynamak, eklem ağrılarına birebirdir, değil mi birader? Görsel* ise bire bir değildir.

* Marketing Türkiye, 15 Haziran 2012, Bir reklam mecrası olarak AVM’ler, sayfa 17


Yazar mazar ne yazar?


Ünlü münlü, pirinç mirinç, “prinç”!


Ey Photoshop, sen nelere kādirsin!

On dokuz yıl aradan sonra, TT Arena’yı teşrif eden (Ey kıymetli okuyucu! Blog tarihinde, hatta basın-yayın tarihinde de “teşrif” kelimesinin doğru kullanımına şahit oldun az evvel. Sakin ol, heyecanlanma. Olur böyle şeyler! Hele “milliyet.com” okuruysan sana “rahvan” gidecektir zaten her şey, hatta “herşey”!) Madonna teyzemiz, on dokuz şarkılık konseriyle hayranlarını mest etmiş. Yazanların, TT Arena’nın çimlerine basanların yalancısıyım.

Madonna’nın 53 yaşında olmasına rağmen sahnede gösterdiği gayret takdir edilmeyecek gibi değil doğrusu. Koreografi ise gerçekten göz alıcı. Video paylaşım sitesi Youtube marifetiyle seyrettiğim bir videoda, Cezayir asıllı müzisyen Safy Boutella’nın kızı Sofia Boutella’nın dansıyla başımı döndürdüğü bir “live” konser videosunu hiç unutmam mesela! Sofia’nın dansı ile “oriental” müziğin payı da var bunda tabii.

Madonna 53 yaşında. “Taş gibi”liğini her gün spor yapmasına borçlu olsa da “Photoshop”a da duacı olduğunu düşünüyorum. Tıpkı Seda Sayan’ın, Hülya Avşar’ın (o Pepsi reklamları hele!) ve Ajda Pekkan’ın “Photoshop”a duacı olmaları gibi… Bizden ve Frenk illerinden örnekler çoğaltılabilir elbette.

Emekleri -çoğu zaman- görmezden gelinen, çilekeş Mac Operatörlerine armağan olsun!


Bana bi’ Halley oluyo apilerim, aplalarım!

Aylar önce “Bi Biskrem versem, dilinizi düzeltseniz ebediyen!” başlıklı yazımda şunları yazmıştım: “Çift oluşumu belirten Latince ön takı” da, “harf-i tarif almış Arapça kelimelerin başına gelen ve bunlara ‘ile’ anlamı katarak zarf/lar teşkil eden ön ek” de “bi” adını alıyor. İlki için örneklerimiz: “bilateral, bilingual”; ikincisi için örneklerimiz: “bi’l-ihtimam, bi’t-tekdir”.

“Bi”, Arapça isim tamlamalarında harf-i tarifsiz de kullanılır. Örnek: “Bi-gayri kasdin, bi-tıpkı” gibi. Hani, şu sıralar yediden yetmişe herkesin dilinde dolaşıp duran “aynen öyle”yi terk edip “bi-tıpkı”ya geçebilirsiniz. Yüzeysel farklılıklarla “trend” yaratma uğraşında olanlar için fena bir değişiklik sayılmaz “bi-tıpkı”… İsim hakkı da istemiyorum. Tepe tepe kullanınız.

“Bir”in, “bi” yazılanca komik, sempatik, tatlı mı tatlı olduğuna; satın almayı fişekleyen kudretine iman edenlerin dil sorumsuzluğundan, zannederim, sadece bendeniz rahatsızlık duyuyor.

Benim bildiğim “Bi”, Bizmut elementinin simgesidir. Durum şu: “Bir”deki “r”yi düşürüp “konuşma dili”yle yazmaktan hazzz duyanlar, düşürdükleri o “r” harfini ihsas ettirmek için /bi’/ yazarlarsa Türkçe için hayırlı bir iş yapmış olurlar.

“Dilin kemiği yok, Türkçenin kuralı var” kampanyasından “bi-haber” misiniz? Kristal Elma hayalleri kurmaya odaklanmış beyinlerden icra ettikleri işin temel unsuru Türkçeyi adam gibi kullanmasını beklemekle hata mı ediyoruz? “Bi de”nin (“bide”) ne anlama geldiğini bilen bir nesle sahip miyiz? “Billboard”lara, “Facebook”lara, “MSN”lere “bi” yazanlar için, “bide”nin “taharet küveti/oturağı” olduğunu yazalım. “Bidet” yazılır ve “bide” okunur. “Kahinciler”in ilk hecesinde es geçilen “^” imini de dikkatlerinize sunmak isterim.

“Herkese bi Halley oluyo” ama “heykese” bi’ Halley olmuyo’ ne hikmetse! Reklam metni kendi mantığına ihanet ederse, en çok Türkçeye bi’ Halley oluy ama apilerim, aplalarım!

Haydi, Türkçeye bi’ iyilik yapın da o “bi”leri adam gibi /bi’/ diye yazıverin zahmet olmazsa!


“Kırcan mı belümü”

Yahoo’daki e-posta hesabımda yıllaaar önce hazırlayıp reklam ajanslarına gönderdiğim CV’mi arıyordum. Tam sekiz yıl önceki bir e-postamı buldum, o CV’mi ararken. 24 televizyon kanalında “Bir Şarkısın Sen”in sunuculuğunu da yapan Naim Dilmener’in Ayşe Hatun Önal’dan sitayişle bahseden yazısına cevaben bir e-posta göndermiştim. Ayşe Hatun Önal’ın “Çatla” isimli şarkısını beğendiğini yazan Naim Dilmener’e gönderdiğim bu e-postayı tarihe not düşürmek için buraya da alıyorum. İşin tuhafı, hâlâ “beğen”erek dinliyorum bu eseri! “Çeksene Elini”, kim ne derse desin, “kült” bir şarkıdır. Üstelik “altyapısı” hiç de fena değildir. Şimdi tarihe tanıklık etme vakti. Takvimler 24 Şubat 2004’ü gösteriyor.

AA – Sayın Naim Dilmener,

Ayşe Hatun Önal isimli mankenin çıkardığı single’ı yere göğe sığdıramamış olmanızı hayretle, ibretle karşıladığımı bilmenizi isterim. Yazılarınızın takipçisi olarak tüm yazdıklarınızı okuyorum ilgi alanıma girse de girmese de… Ama bu “kırcan mı?” nakaratlı eser için yazdıklarınızı okuyunca; vay be adamlar neler yapmış ya, hemen gidip şu yapıtı alayım bari, diye de içimden geçirmedim değil şaşkınlıktan ağzım açık bir halde.

“Nefret edilmesi en çok sevilen kişi” diye frenkçe bir tabir vardır ya, tastamam öyle! O ne kulak tahriş eden tonlama, vurgulama öyle… Ama ne hikmetse o tahammül ötesi “tarz”da insanı dinlemekten memnun bırakan garip bir “tat” var! “Bu ne yaman çelişki” hadisesi işte! İşin gerisindeki kadronun mahareti bu. Size katılıyorum. Tesadüfen klibi de izledim ve bu “kırcan mı?” ana temalı şarkının tam anlamıyla bir “kiç” olduğunu düşünüyorum. Sesi olmayan üç yıldız konusunda da sizinle hemfikirim. Ki daha yığınla yıldız var sesi olmayan! Benim “kulağım” da gayet iyidir. Bu son teknoloji ürünü alet edevatla hepsine, amiyane tabirle, beş basarım! Rumeli Konserleri dizisini izleyen biri olarak “live” performanslarının içler acısı hali ile “stüdyo” kaydındaki performansın uçurumunu gördükten sonra, canlı canlı dinlemediğim hiçbir şarkıcı için görüş beyan etmem mümkün değil.

Hepsinin foyası canlı performansta döküldü/dökülüyor. Ama Ayşe Hatun Önal apayrı! Amaç dumanlı kafayla dağıtmak, dünya dertlerinden sıyrılmaksa kimin, neyi söylediğinin hiç önemi yok değil mi? Her şeyin cılkının çıktığı, metrekareye 2-3 popstarın düştüğü ülkemizde müziğe sadece eğlence amaçlı bakılması daha çok “hayvan” için altyapısı sağlam, dans müziği üretimini kamçılar ve mankenlik yapacak hanım kız kıtlığında Ortadoğu ve Balkanlar üzerinden manken ithaline de başlarız gibime geliyor.

Saygılar,

Adnan

ND – Selam Adnan,

İlginize, ayrıntılı mail’inize teşekkür ederim. Sözünü ettiğiniz yazıyı “yazıp yazmamak” konusunda çok düşündüm. Belki de ilk defa “Beğendim ama şimdi bunu söylersem millet beni tefe koyar” diye düşünmeye başladım. Sonra da; “Bugüne kadar her beğendiğine beğendim dedin, beğenmediğine de beğenmedim, o zaman bunu da yaz” dedim kendi kendime. Öyle de yaptım sonuçta. Özellikle  single’ın açılış şarkısı “Çatla”yı çok çok seviyorum, elden ne gelir. Tek dayanağım “Bazen müziği müzik olduğu için değil, başka nedenlerle de sevebiliriz” oldu. Çok düşkün olduğum “kitsch” örneği olması da ayrı konu. Durum bu.

Selamlar, sevgiler,

Naim

http://www.youtube.com/watch?v=qw2RUVRZSBI


Şükriye Atav’ın oğlu Erdöl Boratap vefat etti.

Efemine modacılardan, ithal “yenge”lerden mürekkep jürilerin önündeki minyatür podyumlarda manken gibi salınan ev kadınlarının, lise terk ev kızlarının yarıştığı, yaban ellerdeki bir adada “mahsur ” bırakılan “ünlüler”in, “gönüllüler”in maceralarından anbean haberdar edildiğiniz programların ve MOBESE kameralarına takılan motosiklet, otomobil kazası görüntülerinin yanında, “sosyal medya”da en çok seyredilen kedi köpek komikliklerini “ana haber” bültenlerinde yayınlayan televizyon kanallarında Şükriye Atav’ın (1917-2000) oğlu, Yalçın Boratap’ın ağabeyi Erdöl Boratap’ın (2 Haziran 1937-7 Haziran 2012) vefatını “haber” olarak bulamazsınız. Bulamayacaksınız da…

Erdöl Boratap, 1962-1972 arasında TRT’de Ankara-İstanbul radyolarında haber spikerliği yapmıştı. Göz süzüp gerdan kırarak abartılı jestlerle haber metnini desteklediğini, vedalarda “diyelim/diyoruz” gibi garabetlerle özzz güven gösterileriyle spiker oldukları zannıyla hayatlarını sürdüren amatör spikerciklerin bu dev isimden öğreneceği ne çok şey vardı oysa! TRT’den ayrıldıktan sonra, günümüzün hayta neslinin burun kıvırdığı o naif reklam metinlerine can vermişti enfes, dâvûdî sesiyle.

1980’li yıllarda televizyonda yayınlanan reklamlarda da sesini duyar olmuştuk; Pekcan Koşar, Alev Sezer, Lami Sesar ve Erhan Yazıcıoğlu’nun da aralarında olduğu isimlerin arasında. Tok mu tok, sıcacık sesiyle radyo reklamlarının efsanevî ismiydi.

c59fc3bckriye-atav-ve-erdc3b6l-yalc3a7c4b1n-boratapÖğrenimini Galatasaray Lisesi, Kabataş Lisesi ve Devlet Güzel Sanatlar Akademisi Resim Bölümü’nde sürdürmüştü Erdöl Boratap. 1992 yılında Kalkan’a yerleşti ve son yıllarını çok sevdiği bu yörede geçirdi. Sevgili anacığının yanında şimdi.

Facebook vasıtasıyla kendisiyle yazışmış olmak ise benim için unutamayacağım bir anı olarak kalacaktır. Sevenlerinin başı sağ olsun. Allah rahmet eylesin.

http://www.youtube.com/watch?v=riEma_MIj0A