Monthly Archives: Eylül 2012

Reklam meklam: Canım KOBİ’m, sen işine bak, ben hallederim Türkçeyi!

Ne zaman böyle hazin ifadeler görsem, “rasyoneli müşteriye açıklanmış” ama pratikte mesajı tüketiciye geçiremeyen bir ilanın polemiğinde dile getirdiğim “reklamcılık yengen” sözümü hatırlarım. Gerçekten çok üzücü. Başı ayrı telden çalıyor, kıçı ayrı telden… Neymiş, bana mı kalmışmış ahkâm kesmek! İclal Aydın mı, Ayşe Özyılmazel mi yazacak bunları? Laf işte! Marketing Türkiye de MediaCat de ayrı bir âlem zaten!

Konuştuğu dili yazıya dökemeyenler, “iletişim çalışması” adı altında hem hak etmedikleri parayı ceplerine indirecekler hem yanlışları afişe edildiğinde kıyamet koparacaklar! Ne âlâ memleket! Yok öyle yağma! Bunu sadece bu iş için söylemiyorum, iyice bilinsin. Reklamcıyım, reklam yazarıyım, kreatifim diye zart zurt eden Türkçe fakirlerinedir sözüm!

Sonra da gelsin “offer”lar, gelsin “ebat uyarlamaları”, gelsin “iletişim çalışmamıza bu mesajla devam ediyor olacağız”lar… Bir sürü ipe sapa gelmez, içi boş, fiyakalı “isterler”, “yapalım”lar… Ah, Eli Acıman! Ah, Seyhan Erözçelik! Ah, Hulki Aktunç! Ortalık iki lafı bir araya getiremeyen kifayetsiz muhterislerden geçilmez oldu. Geçilmez de! Sen gidip  iki “özne”yi bir “yüklem”e bağlarsan böyle sakat bir cümleye amatörün de amatörü bir ebelik yaparsın işte! Yazık.


Reklam meklam: Vay, vay, vay! “WOW” Subway!

Of, şu sandviçin güzelliğine bak! Vay, şu  sandviçi yeme de yanında yat! Çok mu “banal” buldunuz sanal âlemdeki bu “of”lu, “vay”lı örnek cümleleri? Öyle be, az biraz Türkçe yazıyoruz be! Maslak “gourmet”si Hamdi Bey’in kulakları “hi-res”ler içinde çın çın çınlasın be!

Didaktik adam yaftasına razı ola ola birkaç küçük bilgi sıkıştıralım. Beğenme, acıma, öfkelenme gibi duyguları yansıtan kelimelere “ünlem” denir. Emine Ün, haydi sen de ünlen bu magazin âleminde, cümlemiz de “bonus”umuz olsun, Türkçe ünlemlere bigâne kalanlar çün, he mi? Hanımlar, beyler! Türkçede “ünlem”ler üçe ayrılır: Temel ünlemler, ünlem vasfı kazanmış yansıma kelimeler ve ünlem değeri kazanmış sözcüklerdir. “WOW” diye bir ünlem Türkçede yok-tuuur!

“WOW”dan ötesine aklı ermeyenler de nasiplensin diye Türkçenin zengin “ünlem” havuzuna balıklama dalalım şimdi de:  AH, BE, E, A, EY, AY, HAYDA, HAYDİ, HAH, OF, ÖF, HİŞT, HEY, ULAN, UF, TÜH, OH, VAY, YAHU ve de YUUUH!

Alfabemizdeki harfler “hayret”inizi yazıya aktarmanıza yetmedi ve iki adet “W” kullanarak bu eksiğinizi gidermek istediniz demek? Waoow! Okey man! Peki, kesirleri ayırmak için virgül kullanmıyor muyduk? “4,75 TL” yazmak ne kıroluk olurdu kim bilir! Yeni TL simgesini Evropa ile entegrasyon sağlamak adına (am-man, sakın ola “için” kullanmayın, ecinniler çarpar marpar!) rakamın soluna yazdıran zihniyete paralel bir ilan çalışması son tahlilde. Excellent! Bu ilan analiz edilse eser miktarda Türkçe bulunacağına 1’e 100 bahse girenler köşeyi dönebilirler.

“WOW” diyen dillerinizi Huysuz Virjin elceğizleriyle koparır inşallah!


Türkçe de sağ olsun mu?

“Veled-evlad” konusunu galat-ı meşhur diyerek geçiyorum. Bu meşhur galatların kimi gözü kulağı tırmalamazken (evraklar, evlatlar, şeyler) Sevan Bey de “evlatlar yazılınca kıyamet mi kopar yani” diye buyurmuşken hele…

Peki, “sağolsun”u ne yapacağız? “Sağolsun” diye bir kelime yok-tur, deyip geçeceğiz elbette. “..!” garabetini neye yoralım? Çanakkale Çocukları filmi için hazırlanan afişte kullanılan yalapşap Türkçeye yorabilir miyiz?

Filmin afişinde bunca özensizlik kol gezerken Allah bilir filmde neler vardır neler!


Bi’ zahmet siz yazıverin!

+ Sol De Suerte, Suerte II. Doya doya def, akordeon. Nevzat Atlığ korosu. Uyutan ritimsizlik.

+ Haris Alexiou, Fosforo

+ İnleyen şu kalbimi > ağyar

+ Al-Jadida, Story Teller, S. Fortune

+ Sur L’infini Bleu, A. H. Tanpınar vecd içinde dinler miydi?

+ Hayat Apartımanı > Eksik, hatalı ifade, girişte

+ Sadr-ı izzet, kasr-ı devlet

+ 1943, Florya Plajı, Muazzez Arçay, Şükriye Atav ve E. Boratap

+ Ayhan Kâhya, Cihan Okan

Kitaplarımı koyduğum bir kutunun dibinde bulduğum not defterime kısa kısa notlar almışım. Kırık Potkal’a yazacağım yazıların kilit kelimeleri, isimler vs. Bu notları yırtıp attım. Yazmayacağım. Kafanıza, meşrebinize göre siz yazıverin bu notlardan bir şeyler…


Reklam meklam: Rakam değil sayı!

Reklam yazarları kafiyeli sloganlarla ürün ismini tüketicilerin kafasına çakacaklarına o kadar inanmışlardır ki, sırf bu kafiye aşkına kelimeleri yanlış kullanmaktan zerre çekinmezler. Bunun son örneğini birçok markaya “yüz” olan Ata Demirer, Avea reklamında “Reklam değil rakam” diyerek beyinlere kazımaya uğraşıyor.

Bu kazıma işlemi sırasında da “rakam” ile “sayı”nın anlam farkı buharlaşıp gidiyormuş ama ne gam! Bu tür nüanslara takılacak reklamcı da kalmadı artık! Varsa bile “kapalı devre” ve bir avuç maalesef.

Kafiyeye kurban edilen bir kelimedir “sayı” ve kesinlikle “rakam”la aynı anlamı taşımaz. 1, 2, 3, 9 “rakam”, 99 ise “sayı”dır. Bu tip hassasiyetlere tırışkadan nağmeler diyenler ağırlıkta ve bu soğan zarını çekip çıkardığınızda da “ükela” damgası yemeniz an meselesi! Her neyse, sloganım belli: Rakam değil sayı, bırakın kafiyelerle yanlışı yaygınlaştırmayı!


Reklam yazarıyım ve iman ederim ki “şapka kalktı”!

Moova’ya niyeyse bir sempatim var. Süpermarket raflarına girdiğinde, süt ürünleri için seçilen “beyaz” ambalaja prim vermeyişiyle dikkatimi çekmişti ilkin. Bulutsuzluk Özlemi’ne selam ederim. Bu da nereden çıktı? Bu şehirli grubun Metronom dergisinin yayında olduğu yıllardaki çekirdek kadrosuna göz atarsanız memnun olurum. Neyse, kapadım parantezimi.

Raflara yerleştirmedikleri peynir çeşidi yoktu neredeyse. Süt ve süt ürünlerinin ağır toplarına ufaktan ufaktan meydan okumak hiç kolay değildir. Hele hele büyük marketlerin raflarına girmek… Meşakkatli iştir vesselam. Stratejileri, vizyonları, bütçeleri buna göre programlanmıştı besbelli. Sessiz ve derinden yol alan Moova, televizyon reklamlarıyla ve İstanbul sokaklarını donatan iri iri ilanlarıyla Sütaş’ın, Pınar’ın pasta hâkimiyetine mütevazı bir şekilde meydan okumaya girişti. Kendilerine yetecek bir dilim pasta kaptıklarını, “premium” marka algısını kuvvetlendiren ambalaj tasarımlarıyla da belli bir kesimi kaptıklarını zannediyorum. Öyle pazar araştırması yaptıracak halim vaktim yok. Benimki çarşı pazar araştırması, amca teyze soruşturması.

İstanbul’un merdiveni gani metrosunda Moova’nın “masum”luk temasıyla şekillendirdiği ilanını görünce tepem attı. Nasıl atmasın! Benim halam yok ama hâlâ “hala”ya şu “^” imini koyamayan reklam yazarları ve “kreatif”ler mevcut!

Yıllık iznimi kullandım geçen haftalarda. Kadıköy’deydim. Cep telefonum çaldı. Açtım. Eski bir “müştem” arkadaşım. Hal hatır ve konu: Abi, “kârlı” derken şapka kullanıyoruz di mi? Yutkundum. Sakince dedim ki: Songül Karlı derken yok, bu iş çok kârlı derken var. Güldü. Ben de öyle olduğunu biliyorum ama bir sorayım dedim. Vedalaştık. Halil Lahmacun’a girdim. Tam acılı lahmacunuma limon sıkıyordum ki, “müştem” arkadaşım benden atak davranıp limonu elimden alıp o sıkıverdi. Lahmacunuma değil tabii, keyfime! Bir “reklam yazarı”nın efsanelere iman etmiş cümleleriyle limonluyordu keyfimi ezile büzüle: Ya abi, bizdeki reklam yazarı şapka kalktı diyor. Şapkasız yazacakmışız karlı derken, bana mantıklı… Aldım limonu elinden. Ancak bu kez daha “hard” bir biçimde ve ahaliyi gözüm görmemecesine!

Bu kepazeliği kim, ne zaman ortaya saldı bıraktı bilemiyorum. Ancak bu safsata üzerine pek çok yerde klavye oynattım, nefesimi tükettim. Parmaklarımda derman kalmadı yazmamı abartılı bulanlar olacaktır. Dilimde de tüy bitti bu arada. Hiçbiri mübalağa değil. Bıktım bunu yazmaktan ama hâlâ “şapka kalktı” diye dudaklarını yaya yaya karşıma çıkanlar bu herzeyi yumurtlamaktan bıkmadı gitti!

Son kez olması ümidiyle: Sen kalkıp da “flâma”, “plâstik”, “plân”, “reklâm” gibi kelimelere “şapka” koymaya kalkarsan, tabii ki “şapka kalktı”! Batı dillerinden dilimize aldığımız kelimeler için şapka kalktı güzel kardeşlerim! Anladınız mı? Neymiş? Batı dillerinden… Siz pek seversiniz, OK? Arapçadan, Farsçadan Türkçemize giren kelimeler ile yazılışı aynı ama anlamı farklı kelimelerde ise “şapka kalkmadı” güzel kardeşlerim!

Sizler şimdi heves edip İhsan Oktay Anar’ın Yedinci Gün’ünü falan da okumaya yeltenirsiniz, tıpkı Puslu Kıtalar Atlası’nı, Amat’ı ve diğerlerini okuduğunuz gibi! Dipnot’ta yayımlanan yazımda şöyle bir bedduam vardı. Sizler için bis: Aynı cümlede hâlâ, aşık, âdem, kar, adet, şura, alem kelimelerini “babanın kız kardeşi”, “seven, tutkun”, “yokluk”, “alışverişin sağladığı kazanç”, “gelenek”, “danışma kurulu”, “dünya” anlamlarında kullanasınız inşallah!

Bitirirken, bunlara bir de “varis” ile “vâris”i ekliyorum en kıyağından, güle güle kullanın sevgili reklam yazarı kardeşlerim!


John Wayne’in ebeveyni* ve dahi “ebebeyi”!

Ses benzerliğine abanıp espri yapmaya bayılanların favori kelimelerinden “ebeveyn”in geldiği merhaleyi gösteren işbu örnek, Via/Port adıyla bilinen alışveriş merkezinin lunaparkında çekilmiştir. Çocukluğumun unutulmaz “kovboy”u John Wayne’in “Duke” (1907-1979) toprağı bol olsun.

* Arapça bir kelime olan “ebeveyn”, ana baba demektir.