
Moova’ya niyeyse bir sempatim var. Süpermarket raflarına girdiğinde, süt ürünleri için seçilen “beyaz” ambalaja prim vermeyişiyle dikkatimi çekmişti ilkin. Bulutsuzluk Özlemi’ne selam ederim. Bu da nereden çıktı? Bu şehirli grubun Metronom dergisinin yayında olduğu yıllardaki çekirdek kadrosuna göz atarsanız memnun olurum. Neyse, kapadım parantezimi.
Raflara yerleştirmedikleri peynir çeşidi yoktu neredeyse. Süt ve süt ürünlerinin ağır toplarına ufaktan ufaktan meydan okumak hiç kolay değildir. Hele hele büyük marketlerin raflarına girmek… Meşakkatli iştir vesselam. Stratejileri, vizyonları, bütçeleri buna göre programlanmıştı besbelli. Sessiz ve derinden yol alan Moova, televizyon reklamlarıyla ve İstanbul sokaklarını donatan iri iri ilanlarıyla Sütaş’ın, Pınar’ın pasta hâkimiyetine mütevazı bir şekilde meydan okumaya girişti. Kendilerine yetecek bir dilim pasta kaptıklarını, “premium” marka algısını kuvvetlendiren ambalaj tasarımlarıyla da belli bir kesimi kaptıklarını zannediyorum. Öyle pazar araştırması yaptıracak halim vaktim yok. Benimki çarşı pazar araştırması, amca teyze soruşturması.
İstanbul’un merdiveni gani metrosunda Moova’nın “masum”luk temasıyla şekillendirdiği ilanını görünce tepem attı. Nasıl atmasın! Benim halam yok ama hâlâ “hala”ya şu “^” imini koyamayan reklam yazarları ve “kreatif”ler mevcut!
Yıllık iznimi kullandım geçen haftalarda. Kadıköy’deydim. Cep telefonum çaldı. Açtım. Eski bir “müştem” arkadaşım. Hal hatır ve konu: Abi, “kârlı” derken şapka kullanıyoruz di mi? Yutkundum. Sakince dedim ki: Songül Karlı derken yok, bu iş çok kârlı derken var. Güldü. Ben de öyle olduğunu biliyorum ama bir sorayım dedim. Vedalaştık. Halil Lahmacun’a girdim. Tam acılı lahmacunuma limon sıkıyordum ki, “müştem” arkadaşım benden atak davranıp limonu elimden alıp o sıkıverdi. Lahmacunuma değil tabii, keyfime! Bir “reklam yazarı”nın efsanelere iman etmiş cümleleriyle limonluyordu keyfimi ezile büzüle: Ya abi, bizdeki reklam yazarı şapka kalktı diyor. Şapkasız yazacakmışız karlı derken, bana mantıklı… Aldım limonu elinden. Ancak bu kez daha “hard” bir biçimde ve ahaliyi gözüm görmemecesine!
Bu kepazeliği kim, ne zaman ortaya saldı bıraktı bilemiyorum. Ancak bu safsata üzerine pek çok yerde klavye oynattım, nefesimi tükettim. Parmaklarımda derman kalmadı yazmamı abartılı bulanlar olacaktır. Dilimde de tüy bitti bu arada. Hiçbiri mübalağa değil. Bıktım bunu yazmaktan ama hâlâ “şapka kalktı” diye dudaklarını yaya yaya karşıma çıkanlar bu herzeyi yumurtlamaktan bıkmadı gitti!
Son kez olması ümidiyle: Sen kalkıp da “flâma”, “plâstik”, “plân”, “reklâm” gibi kelimelere “şapka” koymaya kalkarsan, tabii ki “şapka kalktı”! Batı dillerinden dilimize aldığımız kelimeler için şapka kalktı güzel kardeşlerim! Anladınız mı? Neymiş? Batı dillerinden… Siz pek seversiniz, OK? Arapçadan, Farsçadan Türkçemize giren kelimeler ile yazılışı aynı ama anlamı farklı kelimelerde ise “şapka kalkmadı” güzel kardeşlerim!
Sizler şimdi heves edip İhsan Oktay Anar’ın Yedinci Gün’ünü falan da okumaya yeltenirsiniz, tıpkı Puslu Kıtalar Atlası’nı, Amat’ı ve diğerlerini okuduğunuz gibi! Dipnot’ta yayımlanan yazımda şöyle bir bedduam vardı. Sizler için bis: Aynı cümlede hâlâ, aşık, âdem, kar, adet, şura, alem kelimelerini “babanın kız kardeşi”, “seven, tutkun”, “yokluk”, “alışverişin sağladığı kazanç”, “gelenek”, “danışma kurulu”, “dünya” anlamlarında kullanasınız inşallah!
Bitirirken, bunlara bir de “varis” ile “vâris”i ekliyorum en kıyağından, güle güle kullanın sevgili reklam yazarı kardeşlerim!