Monthly Archives: Mart 2013

Yaka silkiyorium!

Brandium“Yaka” kelimesi özel isim değildir. Bu sebeple “YAKASI’NIN” değil, “YAKASININ” yazılması gerekirdi. Bu yanlışı yapmayan firma/reklam ajansı yok neredeyse.

“Kenar, taraf, kıyı, sahil” anlamındadır “yaka” kelimesi (Özzz Türkçeciler üzülmesinler: sözcüğü) ve kesme imi kul-la-nıl-maz. İlla ki büyük harfle yazacağım diye tutturanlar da kesme imi kullanmamalıdır.

Ayşe Arman, Türkçeyi kullanan bir gazeteci sıfatıyla bu yanlışa müdahale edebilir miydi? “Celebrity” olmak, sadece mütebessim poz vermekle mi “sınırlı sorumlu”?


Reklam meklam: Alan razı satan razı!

Vestel City_Metrekare

İstediğin kadar “Mega Fabrika” ol! İstediğin kadar belgesellere konu ol! İstediğin kadar… Gazetelere tam sayfa ilan verip “Alan: 1.000.000 m²” yazdıramıyorsan, teknolojinin can damarı sayılan nüanslara ölümüne hassasiyet prensibini ilanına yansıtamayıp “m2” garabetine onay veriyorsan kaç yazar senin teknolojin Allah aşkına! Alan razı satan razı zihniyetiyle daha ne kadar gider bu özensizlik bilemem ama bu sakilliğe razı olmayacak birileri her daim karşınıza çıkacaktır.


Sahaflara kötü haber: Osmanlı Devrinde Son Sadrıazamlar yeniden basıldı!

Sıkı, çok sıkı bir okursanız, üstelik sahaf sahaf gezip not aldığınız kitapların peşinde koşturup durmaktan zevk alan kitap müptelâlarındansanız, Yusuf Kâmil Paşa’nın mühürdarlarından Emin Paşa’nın oğlunun bu harikulâde eserini çok uygun bir rakama (kitapyurdu’nda bendenize 104 TL) alma imkânına sahipsiniz artık!

İbnü'l EminHazırladığı muazzam biyografi şaheserleriyle efsane mertebesine yükselmiş, üstad biyografi yazıcısı İbnü’l Emin Mahmud Kemal İnal’ın (1871-1957) Maarif Vekâleti tarafından 1940-53 arasında 14 cüz halinde yayınlanan o meşhur eseri, o büyük kaynak kitabı Osmanlı Devrinde Son Sadrıazamlar İş Bankası Kültür Yayınları tarafından tıpkıbasımı yapılarak vatana millete hediye edildi çok şükür! Darısı Hoş Sadâ’nın başına inşallah. Laf aramızda, 1958 tarihli baskısına sahibim; bahtiyarım.

Hayat felsefesini “nef’-i nâs ile hayrü’n-nâs” olarak belirleyen üstadın bu hayat prensibi sayesinde yüzlerce hattat, şair, müzisyen ve sadrazam unutulmanın o kara perdesini yırtıp bizimleler çok şükür. Üstada bırakıyorum sözü: “Mârifet ve sanat sahiplerini aramak ve bulmak, isimlerini ve eserlerini evlâd-ı vatana bildirmek hususundaki ihmal ve teşeyyübümüz ve mârifet ehline revâ gördüğümüz kadirnâşinaslık ve kayıtsızlık muhabbet-i vataniye ile asla telif kabul etmez.”

Onun üslubu öyle bir üsluptur ki, okuyanın dudaklarına ince bir tebessüm kondurur da mest eder. Yeri geldiğindeOsmanlı Devrinde Son Sadrıazamlar över, yeri geldiğinde adamın gözünün yaşına bakmaz ve iki seksen yere uzatmaktan imtina etmez! Tatlı bir huysuz ihtiyardır kendileri. Merhumun yaşadığı devre ait ilk elden tanıklıklarını eserlerine geçirmesi (Hani NTV Yayınları’nda falan vardır, ünlü edebiyatçıların gizli kalmış yönleri vs. Bu tür tercüme kitapların atası sayabiliriz üstadımızın ilginç dipnotlarıyla bezediği muhteşem biyografi şaheserlerini.) benzerlerinde rastlayamayacağımız o baharatlı tadın en mühim menbaını teşkil etmektedir. İnal üstadım, Abed Azrie’yi ve Enver İbrahim’i de tanısaydı keşke!

Üstada, kendi semaının yıldızı da derler. Daha da ileri gidip “biyografi bilgini” demekte mahzur telâkki etmiyorum. Tam bir “ayaklı kütüphane” idi kendileri. Büyük bir kalem üstadıydı, biyografi sahasında büyük bir otoriteydi ve o bir İstanbul beyefendisiydi.

Şiirin üstadı Yahya Kemal, biyografi üstadına şu beyti armağan etmekte hiç de haksız sayılmaz.

Hezar gıbta o devr-i kadim efendisine
Ne kendi kimseye benzer, ne kimse kendisine

Mekânı cennet olsun.


Tını

yenihaber_yhArama motorlarına “burcu esmersoy bacak”, “burcu esmersoy frikik” gibi terimler (!) yazan ekran abazanlarının adedinde büyük bir artış gözlüyordum son günlerde. Meğer Star adlı popüler kültür fabrikasında, transseksüel bir şarkıcının yanı sıra karavanına doldurduğu Baltık ülkerinden kızlarla gezip tozan başka bir şarkıcı ile eski bir mankenin de jüri (!) üyesi olduğu “Popstar 2013” adı verilen kumpanyanın  sunuculuğunu “sarışın kadın” hastası errrkek milletinin pek bi’ bayıldığı ama yapmaması gereken en son işin spikerlik olduğunu düşündüğüm bizim Burcu Esmersoy yapıyormuş. Yandık!  Yeteri kadar dünyalığının olduğunu düşünüyorum “Ooran Baba”. Ne işin var bu kumpanyada?

Oysa yazının başlığını “Tını” koymuştum. Turgut Uyar’ın sevgili eşi, öykücülüğüyle ve çevirmenliğiyle de bilinen Tomris Uyar’ın İstanbul dergisinin Temmuz 1994 nüshasındaki bir sözünü paylaşmak, tarihe not düşmek istemiştim, Burcu Hanım’ın bacaklarıyla avunmak, ruhlarındaki delikleri  “frikik” görüntüleriyle yamamak için klavyeye abanan kromozomdaşlarım.

“Bir dil ne zaman kirlenir? Bence, yalnızca bir iletişim aracı sayıldığında, solunan bir dünya olduğu gözden kaçırıldığında; özellikle de tınısı ecnebileştiğinde. Peki Türkçenin alabileceği hiçbir öç yok mu bu durumda? Aldı bile. Çevremiz, beden diliyle anlaşabilen ama aşksızlık sancısı çeken insanlarla dolup taşıyor.”


“Şiire gel!”: Bugün Dünya Şiir Günü

Şiir herkese tanıdıktır; herkesin bildiğidir. Kırgının fısıltısı, öfkelinin haykırışıdır. Şair de Fuzûlî’nin dediği gibi yoksul bir hükümdar, görkemli bir yoksul olabilir.

Şair herkes için de söylese, kendi için de söylese türküsünü sözcükler bir kere dizeye dökülüp şiir oluştu mu herkesindir artık şiir. Şiirin ana maddesi dildir. Öteki yazın sanatlarının da ana maddesi dildir ama şiirinki daha da dildir! Çünkü şiirde her sözcük kendi anlamını aşar, gizilgüç anlamını sunar şiire.Şiir düşüncelerle yazılmaz ama şiirsiz düşünceler de bir işe yaramaz. Şaire de şiirle yaşamak yetmez, şiirde yaşaması gerekir.

Tehlike anında kurtarıcıdır şiir. Karanlıkta birbirini yitirenler, yine birbirlerini bulmak için “Sese gel!” diye bağırırlar… Karanlık dönemlerde insanlığın kendini bulması için “Şiire gel!” diye bağırılmalıdır… Aydınlık dönemlerde ise zaten şiire gelinmiş demektir.

Bazı durumlarda ve bazı ülkelerde şöyle bir uyarıya gerek duyuluyor: “Dikkat! Lütfen şairleri ezmeyiniz!”

Şiir yazanların çokluğundan tedirgin olmamalı; şiir okumayanların çoğalmasından korkmalı.

Şiir para getirmez doğal olarak; ama bu yargı şiir para etmez demek değildir. Belki de bunun ayırdında olunmadığı için şiiri ve şiirini yitirmekte olan bir dünyada yaşadığımız söylenebilir ama bu şiirin yok olduğunu göstermez.

Unutmayalım ki şiir de bütün sanatlar gibi insanın en eski yoldaşı, insanlığın en eski verimidir. Dünya durdukça şiir de var olacak sürüp gidecektir.

Dağlarca’ya bir göndermeyle noktalayalım sözü:

Duyuyor musunuz? Birileri “Şiire gel!” diye seslenip duruyor.

***

Sevgililer Günü için büyük gürültü koparan allı güllü medyamız Dünya Şiir Günü için pek sus pus niyeyse! Her Türk asker doğduğu kadar, “şair” de doğar! Posta’lara mostalara gönderilen şiirler, internet çöplüğünde bozuk Türkçeli dizeler, berbat imlâlı mısralar sosyal medya adı verilen dijital dedikodu kazanında oradan oraya paylaşılıp dururken Dünya Şiir Günü’nde bu ölümüne sessizlik niye?

Üsteki bildiriyi kaleme alan Eray Canberk, 2013 PEN Şiir Ödülü’ne de layık görüldü. Haber vermiş olayım.

Yaşasın Dünya Şiir Günü!


Âlâ! Pek âlâ!

Âlâ_KPReklam sektöründe “metin yazarı” unvanıyla iş gören arkadaşların kahir ekseriyeti (haydi bakalım Wikipedi’ye hücum!) bir boşboğazın ortaya attığı zırvayı öylesine bağırlarına basmışlar ki yıllardır “şapka kalkmadı” diye diye dilimde tüy bitti! “Plân”, “klârnet”, “reklâm”, “klâsik”, “plânör” yazarsan tabii ki “şapka” dediğiniz şey kalktı!

29 Eylül 2004 tarihli NTV MSNBC’deki haberi “şapka kalktı” diyen el ve dil tembellerine armağan ediyorum. Okuyalım: Türk Dil Kurumu (TDK) Başkanı Şükrü Haluk Akalın, “şapka” olarak tanınan düzeltme işaretinin bilinenin aksine hiçbir zaman Türkçeden tamamen kaldırılmadığını söyledi.

‘ŞAPKA’, YAZILIŞI AYNI OKUNUŞU FARKLI SÖZLERDE MUTLAKA KULLANILMALI
Düzeltme işaretinin, yazılışları harf olarak aynı, okunuşları ve anlamları farklı olan sözlerde mutlaka kullanılması gerektiğini vurgulayan Akalın, “varis/vâris, adet/âdet, alem/âlem, aşık/âşık” gibi kelimelerin buna örnek olduğunu söyledi. Arapça ve Farsça sözcüklerde “k, g, l”den sonra gelen ince (a) ve ince (u)’nun üzerine mutlaka düzeltme işareti konulması gerektiğini anlatan Akalın, kelimelerde hem inceltme hem de uzatma işlevi gören düzeltme işaretinin bu tür kelimelerde kullanılmaya devam edeceğini belirtti.

250 KELİMEYE İNCELTME İŞARETİ
Akalın, 100 bin kelimelik Türkçe söz varlığında inceltme işaretiyle yazılması gereken kelime sayısının yaklaşık 250 olduğunu söyledi. Akalın, son günlerde gazetelerin bu işaretin kullanılmasına özen gösterdiğini gözlemlediklerini ifade ederek, bunun sevindirici bir gelişme olduğunu söyledi.

LOKAL, PLAN, PLAJ, FLAMA, KLARNET
Akalın, “İmla Kılavuzu Çalışma Grubu, batı kaynaklı kelimelerde toplumca benimsenmeyen ve özgün biçimlerinde de bulunmayan bu işaretin, 2005 yılında yayımlanacak kılavuzda kullanılmamasına karar verdi. Buna karşılık bu sözcüklerde şapkasız yazılan bu harfler, yine ince olarak okunacak. Buna göre, batı kaynaklı kelimelerde ince (l)’den sonra gelen (o) ve (a) harflerinin üzerine bundan sonra, ‘düzeltme işareti’ konulmayacak. Örneğin, lokanta, lokomotif, lokal, plan, plastik, plaket, plaj, flama, klarnet, lahana gibi kelimeler 2005 yılında çıkarılacak kılavuzda “düzeltme işareti” konulmaksızın yer alacak. Zaten bu kelimelerin özgün biçimlerinde de bu işaretler yer almıyordu” diye kaydetti.

İşin aslı astarı budur! Boş laflara itibar etmeyi bırakın artık. Bu sabah “Yeni Rakı ÂL” reklamını görünce içim ferahladı. “Şapka kalktı” safsatasına iman edenlere okkalı bir şamar indiren “yaratıcı ekip” çalışanlarını tebrik ediyorum.


Artık öğrenin: O “welcome”, bu “hoş geldin”!

Hoş geldin_KP


Böyle başa böyle tıraş: En çok okunan köşe yazarı

Oldum olası bu “en çok” kategorilerine mesafeli durmuşumdur. “En”lerin sübjektifliği kadar, yönlendiriciliği de aşikârdır. Popüler olanın pompalandığı günümüzün kültürel ikliminde çoğu zaman iliğim kemiğim buz kesiyor. Hiçbir vakit İhsan Oktay Anar veya Murat Menteş veya Orhan Pamuk veya Hakan Günday kitaplarını çıkar çıkmaz almadım. Elif Şafak’ı bir kalem geçelim. Orhan Bey ile Elif Hanım ayrı bir “ürün”dür. Kategori dışındadır. Neyse, konumuza dönelim. Tozun dumanın yatışmasını bekledim. Satışa çıkar çıkmaz “en çok satanlar” listesine giren kitaplara şüpheyle baktım. Her neyse, lafı sündürmeyeyim.

Şaşalı_KPAhmet Hakan da “en çok okunan köşe yazarı” sıfatıyla gününü gün edip bunun ekmeğini yiyen bir kalem erbabı. Bu erbabımız çoğu zaman kelimeleri Adana kebabı gibi şişe geçiriyor ama ne gam! Nasılsa “en çok okunan köşe yazarı” o! Hem onu okuyanlar, kelime nüanslarına mı takılacaklar işleri güçleri yok da! Hatta sağda solda gördüğünüz “komik” tişörtlerdeki gibi: Çokta tın!

Hürriyet’in Ahmet Hakan’ından bir restoran tanıtım cümlesi: “Özenli ama şaşalı değil…” Ahmet Bey, Arapçayı benden daha iyi bilir, buna şüphe yok. Ancak Ahmet Bey, çok okunmanın rehavetine kendini fazlasıyla kaptırdığından mıdır nedir, hem özensiz hem de “şâşaa”dan uzak çalakalem cümleleriyle bulunduğu yeri inkâr edercesine klavye paralıyor. Hazin bir vaziyet.

Mekanist’in sıkı bir takipçisi olmalı. Yorumlarından bu kokuyu aldım. Biraz araştırın, aynı kokuyu siz de alacaksınız. Osmanlı hanedanının yurtdışında yaşayan hanım üyeleriyle ilgili yazısı “sosyal medya”da paylaşılınca bakıverdim son yazısına. Baktım ve “en”ler hakkında -maalesef- yanılmadığımı gördüm. Yeri geldi. “En çok satan”lardan biri de Canan Tan’dır. Onda da aynı hazin vaziyet en şâşaalı haliyle devleşir ne yazık ki. Ayrı bir yazı mevzuudur. Yazacağım. Ahmet Hakan’ın çalakalem klavye uçuşlarını takip edebilecek zamanım yok. Olsa, başım gözüm üstüne. Şu La Mancha tavsiyesindeki büyük mantık, büyük Türkçe hatası ise evlere şenlik!

Evlere şenlik cümleye bakalım. “Ortam: Kasmıyor ama rahat…” Of Ahmet’im, of Hakan’ım! Şu bağlaçlar mevzuunu mekân keşiflerinden arta kalan zamanında bir incelesen diyorum. Bir mekânın ortamı kasmıyor ise zaten rahattır be üstadım! Bu durumda o “ama”nın ne işi var? Olmadı ama! Bağlaçlara bu kadar bigâne kalma ama! Bu kadar kasma kendini üslup oyunları uğruna. Haydi, var git yoluna ama bağlaç kullanımına dikkat kesil milyonlarca okurlarının hatırına! Bu yazıyı okumayacak olsan da…


Üstat Yahya Kemal için

İSPANYA KADINLARI

Zen-i İspanya bütün müstesnâ
Her biri velvele sâz-ı dünyâ
Tavr-ı endamı güzel dilberdir
Cümleden kameti bâlâ terdir
Nedir ol ten o vücud-i simin
Mâyesi berk-i semenden tahmin
Sanki inciyi eritmişlerdir
Tiynet-i pâkine katmışlerdir


ORTAYA KARIŞIK SALATA SAYIKLAMASI

Pendik_KPReklam yazarlarının ve reklamcıyım diyen herkesin elinin altında bulunması gereken çalışmalardan biri Vural Sözer’in “Çobansalatası” adlı yazım kılavuzudur. Hazırladığı atasözleri sözlüğüne seçtiği ad da “Baba Tatlısı”. Kendisini gıyâben tanırım. Hazırladığı deyimler sözlüğüne Dil Haşlama adını verdiğine göre dünya tatlısı biri olmalı. Dil Derneği’nin Yazım Kılavuzu ile Ana Yazım Kılavuzu da el altında tutulması gereken pusulalardan elbette. Bu kaynakların, basın-yayın kuruluşları başta olmak üzere, kamu kuruluşları ile özel sektörün büyüklü küçüklü tüm şirketlerine ve Türkçe sevdalılarının hayatını cehenneme çeviren garibim tabelacılara da sevabına dağıtılması gerekiyor. Türkçenin nefes borusuna habire leblebi atıp duran haylazlara çekidüzen vermek gerekiyor artık. Bu kılavuz kitaplara ek olarak; İngilizce-Türkçe, Osmanlıca-Türkçe sözlükler de sevabına dağıtılmalıdır bahsettiğim kamu ve özel sektör kuruluşlarına…

Türkçenin ve dahi yabancı kelimelerin büyük bir gevşeklik, sorumsuzluk, özensizlik içinde kullanılması (daha doğrusu kullanılamaması), Güngören’de bombalı bir saldırıda can veren onlarca kişinin bedenleri soğumamışken, patlamanın olduğu yerde yayın yapan televizyon kanalının sunucusunun sağından solundan monitöre el sallayanları ne kadar ilgilendirir acaba?

Futbolla ve kim, kiminle, nerede, ne yaptı “haberleriyle” aydınlatılan vatandaşlarımızın Türkçenin yerle bir edilmesine olan ilgisi ne düzeydedir acaba? Bir spiker Şampiyonlar Ligi’nde ülkemizi temsil eden takımlarımızdan birinin istatistik bilgilerini verirken şu cümleyi kurduğunda kaç kişi çıldıracak gibi oluyor? Cümle şu: İki galibiyet, üç yenilgi elde etti. “Yenilgi elde etmek” öyle mi?! Pes!

Bu satırları yazarken derin bir umutsuzluk içinde kulaç attığımı ve yorulduğumu hissediyorum. Sonu gelmeyecek bir umutsuzluğa düşüyorum sanki. Bu duygudan sıyrılmak istesem de ülkemizdeki “popüler kültür”ün beyinleri, ruhları silindir gibi dümdüz ettiğini görüyorum. Bu çabamı, Türkçemizi temize çekme (Mrk. Murathan Mungan, Yaz Geçer-Yalnız Bir Opera-) savaşında göğsünü siper eden değerli dil uzmanlarımızın silahlarının bakımını yapmak olarak görüyorum. Bir önemlidir. Bu slogana inanmasak ellerimizi göbeğimizin üstünde bağlardık. Ellerimiz… Yazdığımız, konuştuğumuz Türkçenin yakasına yapışan kanlı, kirli elleri Türkçenin tertemiz yakasından alaşağı etmek için bıkmadan usanmadan bu savaşta silahların bakımını yapacak ellerimiz…

Yahya Kemal’in “kökü mâzide olan âtiyim” sözünü kalbimin üzerinde taşıyorum. Bu yüzden olsa gerek, Yağmur Atsız’ın bazı görüşlerini kendime yakın buluyor olabilirim. Şöyle yazıyor Yağmur Atsız: “Türkçe’ye yıllardır bir kaos hâkim. Kelime sayısı artmak şöyle dursun, azalıyor. 250-300 kelimeyle konuşup onları da yanlış yazar olduk. Yanlışlarda bile ısrarlı değiliz. Sekiz on yılda bir yanlışı bir başka yanlışla değiştiriyoruz. “Abdülhak Hamid” yerine “aptilakamit” ve “Orhan Veli” yerine “oramveli” yazana rastladım!!! Bütün bunlar artık canıma tak dediği için yıllardır eski klasik imla kurallarımıza göre yazıyor ve sirkonfleksleri -düzeltme işareti- son haddine kadar kullanıyorum ki telaffuz bozuklukları biraz olsun giderilsin… (…) Bugün tedavülden kalkmış gibi gözüken kelimeleri kullanmamın sebebi ise dilimizi, Türkolog Otto Jastrow’un dediği gibi “iki boyutlu bir göçebe lehçesi” olmakdan kurtarmak.” Katılırsınız ya da katılmazsınız ama bu da bir görüş. Dediğim gibi, çoğu zaman bu görüşe yakın buluyorum kendimi. Ağdalı bir dilin yazılıp konuşulması için bayraktarlık yapmak değil niyetim.

Şu örneği vererek derdimi anlatabileceğimi umuyorum. “Anı” sözcüğü ile “hâtıra” kelimesi arasındaki tını, kulakta ve kalpte oluşturduğu etki aynı mı? “Hâtıra” Arapça diye “anı”da diretilmesini ve bunda ısrarcı olunmasını anlamakta güçlük çekiyorum. “Rastlantı” ile “tesadüf” aynı lezzeti barındırıyor mu? Sahi, “tevafuk”u göreniniz oldu mu? Sözcükleri dışlamayı demokratik bulmuyorum doğrusu. Dilimizin zenginliğidir bu sözcükler. “Kelimeler” yazınca “muhafazakâr” oluyoruz da “sözcükler” yazınca ulusal dil bilincine sahip “ilerici” mi oluyoruz?! Etiketleme ve “ötekileştirme” hastalığından yıllar yılı az mı çektik!

Neredeyse aydan aya yazım kurallarının değiştiği, değiştirildiği bir süreçte buluyoruz kendimizi. Türkçe Off’ta (1) “p, ç, t, k” ünsüzlerine ek getirildiğinde nasıl yazılacağı konusunda Füsun Akatlı’yla görüş birliğine varamaz Feyza Hepçilingirler ve “‘yumuşama’ kuralına göre ‘b, c, d, g/ğ’ ünsüzlerine dönüşür” der. Füsun Akatlı ise “hukuğu, tazyiği, tahriği, teşviği” yazımına şiddetle karşı çıkarak görüşünü şu şekilde temellendirir: (…) “Eğer İstanbul Türkçesi konuşulan bir yerde yetişmişsek, anamızın-babamızın-komşumuzun dilinde bu sözcüklerin doğru takılandırılışını okuyarak, işiterek büyüdük. Acaba örneklendirdiği sözcüklerle aynı kurala tâbi olması gereken ‘merak’ sözcüğü karşısında nasıl düşünecek yazar? ‘Benim bilimkurguya hiç merağım yoktur’ mu diyecek örneğin? ‘Merağının kurbanı oldu’ mu diyecek? Kuru gramer kitaplarından değil, şiirlerden öğrendik dilimizi. İnsanlarımız zahmet edip de doğrusunu öğrenemeyecekler diye, niçin biz ‘camisi, bayisi, mevzusu, mısrası’ demeye ve böyle işitmeye katlanacakmışız! Cehalete bu kadar da prim verilmez ki.” der haklı bir isyan içinde.

Öte yandan Yağmur Atsız da bu düşüncenin izinde şunları yazıyor: “Gerçekden medeni milletler imla konusunda son derecede titiz ve muhafazakârdırlar. Bir örnek: Dünya Edebiyatı’nın en büyük şairlerinden François Villon 1431 (yahut 32) yılında doğmuş 1463’te esrarengiz biçimde kaybolmuşdur. Yaklaşık 550 yıl öncesinin insanı… ‘Büyük Vasiyetname’ adlı şaheseri şöyle başlar: ‘Yaşım otuz, yemediğim herze kalmadı.’ Villon’un yazdığı şekli: ‘En l’an de mon trentiesme aage / Que toute mes hontes j’eus beues. ‘Bugünkü imlası: ‘En l’an de mon trentieme age / Que toute mes honte j’ai bu.’ Biz 1928’de koskoca alfabemizi değiştirdik. Ama lütfen artık her hafta imlamızı da değiştirmeyelim.”

Arapça kökenli kelimelerin “-i, -e” durum eki aldığında nasıl yazılacağı konusunda tartışma bitmemiştir, bitecek gibi de değildir. İki farklı görüşün savunucularından Füsun Akatlı’ya yakın duruyorum. Temel dilbilgisi yönünden, maalesef, donanımlı olmayan müşterinize bu “hassas” konuyu nasıl anlatacaksınız? Şu kadarını söylemek gerekiyor yine de. “Cami, sanayi, bayi, mısra” gibi bu Arapça kelimeler “-i, -e” hal eki aldıklarında “y” ve “s” kaynaştırma ünsüzü kullanılmadan “camii, sanayi, bayii, mısraı” biçiminde yazılır ve okunur. Füsun Akatlı’nın insanlarımızın zahmete katlanıp doğrusunu öğrenmeye teşvik eden yaklaşımının, her türlü bilgiyi hap halinde almaya alıştırılmış insanlarımızca uygulanacağını düşünemiyorum ne yazık ki!

Çetin Altan üstadın kulaklarını çınlatarak şunu söylemek isterim. Yılda kişi başına düşen diş macunu tüketimi gelişmiş ülkelerdeki düzeye çıkamadıktan sonra Cuma’ları camiye gider, Moda’daki gazete bayisinden de Marketing Türkiye’yi satın almaya devam ederiz!

Kadıköy-Pendik hattında çalışan minibüslerin camına iliştirilen kare şeklindeki beyaz plastik levhalarda ne yazıyor gördünüz mü? Söyleyeyim: “Pendiğe gider”.

FAX, TAXI & SEX Espassız Sayıklamalar