Monthly Archives: Eylül 2013

Victor Young sen rahat uyu!

Fawİnsan haliyle bir “haber” kanalından daha fazla cidddiyet bekliyor. Sizden yönetmenliğini Tay Garnett’ın üstlendiği, başrollerini de Robert Mitchum ile Ann Blyth’ın paylaştığı 1952 yapımı One Minute to Zero’ya falan atıfta bulunmanızı ve o filmde milyonların diline takılıp ta bugünlere dek etkisini yitirmeyen, artık bir klasik olmuş, handiyse kadife sesli (Sezen Cumhur Önal’a hürmetler) Nat “King” Cole’la özdeşleşmiş Victor Young bestesi When I Fall in Love’ın arka planını vermenizi bekleyen yok! Hiç değilse şu parçanın adını doğru dürüst yazıverseydiniz!


25. Kristal Elma Yaratıcılık Festivali’ne çok (nâ)”HOŞGELDİNİZ”!

Kıristıl Elma

Marketing Türkiye’nin “25’inci Kristal Elma Yaratıcılık Festivali başladı” başlıklı haberinden bir alıntı: 25’inci Kristal Elma Yaratıcılık Festivali süresince ana temanın “cesaretli yaratıcılık” olacağının sinyallerini veren Reklamcılar Derneği Başkanı Alper Üner konuşmasını, “Burada 3 gün boyunca yaratıcılığı, cesaretli yaratıcılığı konuşuyor, tartışıyor, izliyor, ödüllendiriyor olacağız.”

RD Başkanı Alper Üner, “Burada 3 gün boyunca yaratıcılığı, cesaretli yaratıcılığı KONUŞUYOR, TARTIŞIYOR, İZLİYOR, ÖDÜLLENDİRİYOR OLACAĞIZ.” diye konuşursa… Arkasındaki afişte pis pis sırıtan o “HOŞGELDİNİZ”i de hiç kimse yadırgamaz elbette! Çok yazık.

Cici hanımlar, şık beyler… Tenezzül buyurun da Facebook üzerindeki Türkçe Bilgisi grubuna bi’ (siz seversiniz böyle yazmaları) zahmet göz gezdirin. 2009’da RYD Başkanı görevini ifa eden Bülent Fidan az yazmadı IKEA’daki “Hoşgeldiniz” rezaletini! Ve düzelttiler. Ya sizler? Yaratıcılar? Bu kadar mı umursamaz olur insan işinin temel unsuruna! Hem de “yaratıcılık” festivalinde…

Vay benim köse sakalım!


25. Kristal Elma Yaratıcılık Festivali’ne “HOŞ GELDİNİZ” cici hanımefendiler, şık beyefendiler!

1722353_WhbVdUgLgR5kVh8UdK0Y-vfgrRGDzGQvoUjZ1_hjCv4

“Yaratıcılık Festivali” imiş! Caaarrrttt, kaba kaat! Beyler, siz daha “HOŞ GELDİNİZ” yazamadıktan sonra yaratıcı oğlu yaratıcı olsanız ne yazar! “Fotoşop” değilse bu afiş… Büyük rezalet! “Reklam sektörü yengen” yazmıştım bir vakitler içim acıya acıya. “Revize vereyim” kendime: Reklam sektöründe Türkçenin kullanımı yengen!


Ensemde boza pişiriyor vefâ!

Vefâ her kimseden kim istedim andan cefâ gördüm
Kimi kim bî-vefâ dünyâda gördüm bî-vefâ gördüm

Fuzûli


Ya Kapı Yayınları olmasaydı?

KP_Ya olmasaydıYayımladığı kitaplarla “Gelenekten Modernliğe Açılan Kapı”ları aralamaya KP_Kapı iki noktaçalışan Kapı Yayınları’nın Zaman’ın Kitap ekindeki fahiş noktalama hatalarını göreyazınca, acaba postmodern noktalamalara da kapı mı açıyor diye düşündüm ister istemez.

Merdiven altı tâbir edilen firmalarda görülebilecek türden noktalama sallapatiliği cidden düşündürücü. Kapı Yayınları’nın daha ilkeli, dikkatli, titiz olmasını ümit ediyorum bundan sonraki kitap reklamlarında.


Reklam meklam: Dore Life’ta apostrof başkadır!

“Ayırtı” karşılığı verilmiş, Fransızcası “nuance” olup  da Türkçemizde “nüans” olarak yer alan kelimeye, TDK ile Dil Derneği’nce. TDK “ince ayrım” diye daha net bir tanımlamada da bulunmuş. Nişanyan’a göre, “18. yy resim sanatında bulut gibi hassas renk tonlamalarını belirtmek için kullanılmıştır.”

KP_dore life

Uzun sözün kısası, bir bütündeki kıl kadar ince detayları imlemekte kullanılır “nüans” kelimesi. Hatta “nüans farkı” diyenler de vardır, “yek bir atlı” misali. “Saygı ve hürmet” duyanların “nüans farkı” demesi gayet olağan bir durumdur ama siz yine de sakince uzaklaşın oradan!

Reklam sektöründe nüanslar ölümcül önem taşımaktadır. Taşımalıdır. Var mı itirazı olan? Kimileri için diyerek bir parantez açmış olayım yine de. Bu işe el atanlar için nüans kavramı o kadar da ölümcül değilmiş ki, iki adet farklı apostrof (kesme imi) Tanburî Mustaf Çavuş’un, hisarbûselik makamındaki “Dök zülfünü meydane gel” şarkısı eşliğinde huzurumuza çıkmış.

Peki, ortaya çıkan bu iki apostroftan bir “art director” veya “sanat yönetmeni” hiç mi huzursuz olmamış? Apostrofların çengellerinden biri yukarı, biri aşağı bakıyor! Aabi, bu ne biçim iş falan dememiş mi? Bu tutarsızlık hiç mi kaşıntıya yol açmamış parmaklarında? Tırnakları mavi ojeyle boyamakla, öyle D’artagnan sakalıyla olmuyor “art”lık! İmaj hiçbir şeydir, mühim olan aslî işinizdir! Yoksa böyle değil mi?

Haa, aylar da cümle içinde -belirli bir günden bahsetmiyorsanız- büyük harfle yazılmaz.


Reklam meklam: Teessüf ederim Lezta!

“Abalıoğlu, bir elin parmakları ile sayılabilecek çalışanıyla başlayan sanayicilik atılımına bugün ülkemizin ilk 100 sanayi kuruluşu içinde yer almak suretiyle birbirinden değerli 2.200’zü aşkın çalışanı ile devam etmektedir.”

KP_Teneffüs

Miniğimize teneffüste Lezita markalı ürünler verir miyiz bilemem ama “iletişim çalışmaları”nı yaptırdığınız şirkete acil tarafından bir yazım kılavuzu siparişi şart! Ece Ayhan’ın Meçhul Öğrenci Anıtı’nın ilk kıtasını ezbere okumanızı bekleyen yok! Ah, ezbere okusaydınız ilk dörtlüğü harika olurdu, o ayrı mesele! Elbette bu şiiri bilen bir reklam yazarı olsaydı, bu ayıbı portföyüne koymayacaktı ve Kırık Potkal’a da malzeme olmayacaktı. Bu “yaratıcı” işe imza koyan herkes “tenefüs” rezaletinden sorumludur.

Buraya bakın, burada, bu kara mermerin altında
Bir teneffüs daha yaşasaydı
Tabiattan tahtaya kalkacak bir çocuk gömülüdür
Devlet dersinde öldürülmüştür

Firmanızın ismini “Lezta” yazdım. Nasıl, hoşunuza gitti mi? N’oldu pek beğenmişe benzemiyorsunuz. E, o zaman “yaratıcı” işlerinizdeki her kelimeye ölümüne titizlik gösterin bi’ zahmet. Abalıoğlu’nun “Hakkımızda” başlığındaki hatayı da görünce, insanın tadı tuzu kalmıyor doğrusu.


Reklam meklam: Ayrılsın artık bu ikili!

Türkçe kelimeleri İngilizce gibi yazma hastalığı ne zaman bitecek acaba? Müşterilerin dayatmasına daha ne kadar boyun eğilecek? “Demly” ne sempatik ve ne esprili bulunmuştur Allah bilir! “Parasempatik” ilişkilerin kökü kurusun, ne diyeyim! Allah akıl fikir ve Türkçeye karşı bir parça vicdanî his versin bu zihniyette iş üretmeye devam edenlere…

Ayrılmaz İkili


Bu tip işler hep Elif Şafak’ın yüzünden hep…

HK_KP


“Zeytinyağlı tabağı, Seferat usulü Tokat asma yaprağında ekşili yaprak sarma yanında adaçaylı barbunya ve cherry domatesli roka salatası”

Öyle amatör “gourmet”lerden değilim. O lokanta senin bu lokanta benim gezip duracak ne vaktim var ne de param. Ticket Restaurant kartımın günlük limiti dahilinde açlığımı giderip az buçuk sağlıklı beslenmeye çalışıyorum, hemen hemen her “beyaz yakalı” gibi. Olabildiğince temiz, lezzeti ortanın üstünde yerleri keşfetmeye çalışıyorum Levent-Maslak hattında. İşimiz zor! Vedat Milor’u Malabadi Restaurant’a da beklerim!

Salata_KPp
Maslak’taki çalışan yoğunluğunu gören irili ufaklı pek çok restoran hizmet verme telaşında alengirli isimlerle yerlerini aldı. Kebapçı erkeklerin önünden bile geçmediği, ismi alengirli bir “restaurant”ın mönüsüne göz gezdirdim geçenlerde. Aman Allah! Müşteri profiline bakınca bu rekor yemek ismini yadırgadığımı söyleyemem. Her masada bir adet akıllı olduğu belirtilen devâsâ cep telefonu, irice ve “marka” güneş gözlüğü olmazsa olmaz. Hanımların önünde kallavî bir kâse… Yeşil tonlarının ağırlıkta olduğu bu kapta, üç dört parça kırmızı veya beyaz et dilimleri (“Jülyen” deniyormuş) bulunuyor. Bu yemeğin yanında da “ev yapımı limonata” mutlaka! Ağır ağır, gözlerini devire devire yedikleri bu şey düpedüz salata!

Salatanın diyet yapan kadınlar tarafından baş tacı edildiği herkesin bildiği bir hadise. Alt tarafı salata diye burun kıvrılan bu eşlikçiye hangi restoran allayıp pullayıp “elit” bir hava verebiliyorsa müşteriyi de o kapıyor. Bu tip gözbağcı salatalar beni epey güldürür, kesmez de üstelik. Salatanın muhtevasını şişir babam şişir zihniyetiyle dönüp duran restoran sahibinin imdadına yetişen malzemelerin ağır topları şöyle: Balzamik sos, defne yaprağı (“taze” ibâresi muhakkak eklenmeli), vinegret sos, soya filizi, köz biber, lollo rosso, karamelize edilmiş soğan, kapari… Hepsi bir yana da şu “balzamik sos” ne menem bir şeydir öyle! Zihnime “zamk” ve “balgam” hücum edince midem o restoranın önünden topukluyor! Doğru, “bal” melûl melûl bakıyor ama o ikisi daha baskın ne hikmetse. Freud ile Jung tutuşsunlar o halde el ele! Ezcümle, bu tip oltalara gelmiyorum. Yiyenlere afiyet şeker olsun.

Bu vesileyle “yemek yazıları”nın pirî Tuğrul Şavkay’ı rahmetle anıyorum.