Monthly Archives: Kasım 2013
Damla sakızı
“Damla sakız hayallerimize yakamoz vursa / Bari öyle canlansa da hayat bulsa / Ne iyi olurdu kalbe kan yine / Hücum etse” sözlerindeki “damla sakızı”nı aktarlarda bulmanız mümkün.
Reklam sloganını adam gibi yazamayan, ifade özürlü “yazarlar”ın cafcaflı paketlerdeki kimyasallara hormonlu Türkçeleriyle düzdükleri methiyeleri bırakın da damla sakızı çiğnemeyi “gerçekleştirin”. Reklam metinlerinde ve reklam verip de adamı verem eden müşterilerin bayıldığı bir kalıptır “gerçekleştirmek”, bilmiyor muydunuz? Hani utanmasalar, “çişimi gerçekleştirmeye gidiyorum” diyecekler!
Damla sakızı çiğneyelim arkadaşlar! Yakında o da tarih olacak bu gidişle!
Günün şarkıları: Nights in White Satin ve Melancholy Man
Şarkılar ağlatır kimi zaman. Belki siz ağlamak istersiniz de şarkı birkaç dakikalık katalizördür nefsinize. Moody Blues’un bu efsane mertebesine yükselmiş şarkısını ne vakit dinlesem gözlerime bir haller olur. Dilek tutarsınız ya şarkılardan… Benim şansıma Melancholy Man düştü. Akıllı olduğu söylenen cep telefonumun müzik çalarını devreye soktum, Parçalar kategorisini açıp işaret parmağımla bir fiske attım ve talihime bu şarkı çıktı!
Bu enfes şarkı, benim kült TV dizim Öyle Bir Geçer Zaman Ki’de kullanılmış mıydı, emin olamıyorum ama pek çoğunuzun hatırlayacağı Nights in White Satin de (ÖBGZK, 13 Bölüm, Soner ile Süleyman. – Slymn: İçeceksiniz? – Snr: İçeceğim. – Slymn: Keyiften mi, yoksa kederden mi? – Snr: Ne fark eder ki?) gözlerinizi karıncalandırma potansiyeli bakımından epey okkalı bir şarkıdır. Karıncalansın gözler, tutmayın kendinizi… “Mood”unuza uyar mı Moody Blues? Uysun da büyüsün hayat, ninni; uysun da küçülsün kalpler ninni…
Bu dizinin başarılı olduğu noktalardan biri de buydu zaten: müzik kullanımı. Dario Moreno’nun Hatıralar Hayal Oldu parçası eşliğinde Cemile’nin (muhteşem Ayça Bingöl) bacaklarını altına aldığı divanda camdan dışarıya (esasen hayatına, geçmişine) bakıp da gözyaşı döktüğü anlar da unutamadığım sahnelerdendir.
Ota boka ağlamayalım. Ağlayacaksak sebebi de, melodisi de sağlam mı sağlam, güzel mi güzel olmalı; sözleri yüreği dağlamalı. Ağlayalım gülünecek halimize o zaman. Neyi bekliyoruz, zamanımız kısıtlı.
Azar azar…
Kırık Potkal’da daha önce sizlere, benim canımdan aziz sosyal medyada cirit atıp hayatı ti’ye alan on bin yüz milyonlarca takipçime dumanlı, puslu sese güzide bir numune olmak üzere Hamide Uysal’ı mütevazı (Hayır canım, o “mütevazi”; yani “paralel” oluyor, bu “i”li olanı.) bir hamleyle tanıtmaya, duyurmaya çalışmıştım. Bildiğiniz gibi, memleketimizde ne kadar işe yaramaz, kifayetsiz muhteris, tapon canlı varsa hepsi baş köşelere kurulmuştur veya kurulmak için “hatırlı” şahsiyetlerle dirsek temasından imtina etmeden kariyer planlarını inşa etmektedirler. Bu tip varlıklara hayatın her alanında rastlamanız zor olmayacaktır. Elinizi kolunuzu sallarken dikkat ediniz.
Günün mânâ ve ehemmiyetine (Ne günü mü? Neyse, herkesin günü kendine!) binâen bu harikulâde sesten bütün azarlayanlara ve azarlananlara bir şarkı sunmak istedim. Keyfini çıkarınız.
Bu yolda Şeyh Gâlib!
O zaman ki bezm-i cânda bölüşüldü kâle-i kâm
Bize hisse-i mahabbet dil-i pâre pâre düştü
Şeref verdiniz Şeref Hanım, hürmetler…
Bilmedin gitti velî kadrimi ammâ gün olur
Çok ararsın beni cânâ buna âlem derler
Cezmi Ersöz’den özür dilerim.
22.10.2013 00:53, roe
*
Sabah mahmurluğunu üzerimden atmama vesile oldu bu kitap tanıtımı. Yazarını “Ahmet Betmen” olarak okudum ilk etapta. Uyanamamıştım. Elbette bizim “yarasa adam”ımız değildi. Soyadını dosdoğru okudum: Ahmet Batman. Güzel. Uykuluyum ama hâlâ. Kitabın adı da bana göz kırpmakta. Bu da güzel. Tanıtım cümlelerine kaydırdım gözlerimi. “Sen gibi, senin gibi, biraz da sana benzeyen.” cümlesini okuyunca ayılıverdim. Hah işte, dedim “hisli duygular”la dolu bir kitap daha… Kahraman Tazeoğlu, Aret Vartanyan ve benzerlerini bolca gördüğümüz “kişisel gelişim” türüne bir halka daha…
“Sen gibi, senin gibi” diye giden göz yaşartıcı bu ifadenin içler acısı halini fotoğraflayıp Facebook üzerindeki Türkçe Bilgisi’ne koymadan önce, bu kitabı kitapyurdu’nda bir arayayım dedim. O da ne! Kitabımız “çok satanlar”ın içinde! Yorumlar ise hazin. Hayata, aşka, çiçeğe böceğe dair “hisli duygular”ın esprili dile getirilişi… Yazmama bile gerek yok ama yazayım: Hiç işim olmaz.
Soğuk Kahve’si, 2696; Sabah Uykum ise 1963 adet satmış. Roman dedim ama değilmiş. Kısa kısa “fragman”lardan müteşekkilmiş bu eser. Ah Adorno! Parfüm, sabun mabun değil kızlar! Sağlık Bakanlığı’ndan onaylı 10 liralık parfümleri sürüp sürüştürmeye benzemez Adorno, fena çarpar insanı. Rahat bırakalım üstadımızı. Ne diyorduk? Rakamlar, evet… Bu rakamlar kitapyurdu’ndaki satış adedi. Varın ötesini siz düşünün. 50.000-100.000 adedi rahat var yani Ahmet Bey’in. Ne diyelim, satışı bol olsun. İki kitabın da ortak noktası şu: İfade gücü çok zayıf. Hülya Avşar, nasıl ki Yetenek Sizsiniz adlı kumpanyada, bir aralar “yerli Jim Carrey” diye itelenen, espri gücü yerlerde sürünen, komediyle uzaktan yakından zerre ilgisi olmayan “manken” Alp Kırşan’a tuhaf tuhaf, aksıra tıksıra gülüyor ise bu ve buna benzeyen şeyleri okuyan genç kızlar da “ay bayıldım, ay bittim, süper bi kitap herkeze tavsiye ederim” diyecektir eşyaın tabiatı gereği.
Kötü meta, iyi metayı kovuyor günümüzde. Edebiyatı bilmeyen yeni nesil, iki üç süslü cümleye tav oluyor artık. Hülya Avşar, Alp Kırşan’ın buz gibi esprilerine (?!), düşüp kalkmasına haykıra höyküre gülüyor, o kumpanyanın üniversiteli öğrencileri de Ahmet’in, Kahraman’ın, Aret’in, Seda’nın, Ayşe’nin, İclal’in yazdıklarını satın alıp okuyorlar ve edebiyat zannediyorlar.
Ekşi Sözlük’ten “roe” rumuzuyla yazan arkadaşımız, içinde debelendiğimiz durumun fotoğrafını panoramik bir şekilde çekmiş. “Emek” hususuna gösterdiği hassasiyet ise kayda değer. Ellerine sağlık.
Cezmi Ersöz’ün bu türden “hisli duygular”ın pîri olduğunu rahatlıkla söylemekte beis görmüyorum. En azından bir şair. Hoş, memleketteki her dokuz erkekten onu şair ama neylersiniz ki sevdiğine kavuşamayan her testosteron şövalyesi kendini Pablo Neruda zannetme eğiliminde. En azından belli bir entelektüel altyapısı var. “Aşk Doktoru” titriyle gezmiyor en azından. Onun “ağlak” aşk arayışından fena halde, koşar adım uzaklaşmışken ve neredeyse beş altı yıldır kitaplığıma yeni bir Cezmi Ersöz kitabı girmezken ve “bayan” üslubundan iyice bunalmışken… Bu yeni “aşk meşk ve börtü böcek”çilerden sonra ona haksızlık ettiğimi düşünüyorum.
Yetenek Sizsiniz’in müdavimi kızlara sesleniyorum: Hey kızlar! Gelin, aşk meşk, terk edilme, ruh ikizi, elmanın öteki yarısı, hüzün müzün gibi mevzularda bu işin ustası Cezmi Ersöz’ü tercih edin. Belli olmaz, belki onu tramplen yapar da Tomris Uyar’a, Adalet Ağaoğlu’na, Pınar Kür’e, Gülten Akın’a, Ahmet Arif’e yolunuz düşer, ha? Kusura bakma Cezmi abi!



