Monthly Archives: Şubat 2014

Vay My Pizza!

MyPizza

Sevgili My Pizza’cılar, böylesine konuşur gibi yazmak ve genç nesli kafaya almak için esprili bir üslup kullanmaya çalışıp sıcak bir tarz içinde el ilanı bastırmak fikri (“fikiri” değil, tıpkı “karınınız” olmayıp “karnınız” olması gerektiği gibi) fena bir yaklaşım sayılmaz da… Önce bi’ Türkçenin cini olun hele, sonra adam çarparsınız efendice.

Yeni bir el ilanı bastırmayı düşünürseniz diye… “Detaylı ayrıntılar”a girmiyorum, bunları düzeltseniz yeter.

– ayaküstü

– Yeldeğirmeni’nde

– karnınız

– acıkmış


Türkçe notları: Bu bağlaçları ne yapmalı?

Nestlé’nin “1927 Ekstra Sütlü Özel Seri” paketini açıp çikolatayı midenize indirdikten sonra, ambalajın içindeki “Çikolatayla Harikalar Yaratıyoruz” başlıklı yazıya göz gezdirdiniz mi? Ben sadece yiyiciyim, demeyip çikolatanın ambalajında yer alan yazıyı da okuyun. Okuyun ki, Türkçesinin oranı hakkında bir fikriniz olsun.

Nestle_bağlaç

Söz konusu markaya büyük büyük işler yapan bu ajansın reklam yazarları da bağlaç nedir, nerede, nasıl kullanılır hususlarında çakmış maalesef. Tuzun koktuğu bir dönemde ileriye dönük ümitler beslemek epey bir iyimserlik gerektiriyor. Vural Sözer’i, Hulki Aktunç’u, Ege Ernart’ı, Erol Çankaya’yı, Ferit Edgü’yü, Doğan Yarıcı’yı bilmeyen, okumayan reklam yazarları cirit atıyor artık reklam sektöründe. Geçmiş olsun Türkiye.

Talebeler için: Sekiz yıllık temel eğitimin zorunlu tutulduğu memleketimizde, “bağlaçlar” konusu için interneti kurcalamak isteyen talebelere de bir faydamız dokunsun hiç olmazsa. Bağlaçlardan sonra virgül kullanılmaz. Frenkler “and,” yazar, o ayrı. Türkçe ise dersimiz, kural bu. Bir kelimenin (burada “ile”) bağlaç olup olmadığını anlamanız için, “ve” koyup bir daha okuyun o cümleyi. [Y]arattığı istihdam ve ülkemizin ekonomik… N’oldu, anlam mı bozuldu? Bozulur tabii; çünkü buradaki “ile” bağlaç değil. O halde bu “ile” edat mı acaba? Tastamam öyle sevgili çocuklar! Umarım bu küçük tüyo işinize yarar.

Meraklısına: https://adnanalgin.wordpress.com/2014/02/18/reklamcilik-vakfi-bu-nasil-turkce/

25. Kristal Elma Yaratıcılık Festivali’ne çok (nâ)”HOŞGELDİNİZ”!


“Her Aşk Gibi Yarım” raflarda… Reklam yazarları nerede?

HAGY“Yazdığım kitaplar ve bu sözlük [Türkçe Aykırı Sözler Derleme Sözlüğü] ne reklam sektörünün umurunda, ne de reklam sektörü benim umurumda.” dese de Doğan Yarıcı, reklam yazarı unvanını taşıyanların çantalarında bulunması gereken bir kitap “Her Aşk Gibi Yarım”.

Kendi Ajansı’nın “kendine özgü” sekmesini mutlaka ama mutlaka incelemeniz ise menfaatiniz icabıdır. Hepsi ayrı bir güzel; fakat “nasıl brif alıyoruz”, “nasıl sunum yapıyoruz”, “araştırma yapıyoruz” ve “kendimizi geliştiriyoruz” apayrı güzel!

Doğan Yarıcı’ya elinizi atmışken ustası, rahmetli Hulki Aktunç’u da boş geçmeyin. 


Şeker kız Candy!

Hüzün Ki En Çok Yakışandır Bize’nin şairinin Kenny G’yi beğenmesinden yola çıkarak, yaş aldıkça “şeker”liği katmerlenen Candy Dulfer’ı da aynı nisbette beğeneceğini ümid ediyorum.


Reklamda “ç/alıntı”: Pepsi-Wall Street English veya beğendiysen alıp kullan bence!

Git konuş


Bis: 14 Şubat 2014, Sevgililer Günü

kalp_kasar

14 Şubat 2012’deki “Camdan Kalp versus Kaşardan Kalp” başlıklı yazımdan bir alıntıyla günün mânâ ve ehemmiyetine fener tutmak istiyorum “bis” niyetine.

*

14 Şubat 2012’de “komşu”da iktisadî vaziyet ürkütücü bir tablo çizerken, Türkiye’nin “büyükşehir”lerinde “Sevgililer Günü” teranesi allanıp pullanıyor dört kol çengi. Zibidilikte ise sınır tanınmıyor. Meyvelerden kalpler, ayıcıklar, börtü böcek şeklinde çikolatalar (endorfin artmalı mutlaka), şampanyalı manpanyalı “günün fırsatı” kampanyaları, kral dairelerinde bir gecelik unutulmaz dakikalar gırla gidiyor!

Hangi firmanın ilanıydı hatırlayamadım şimdi ama adamlar “aşkın modası geçmez” şaşkınlığıyla bu mühim günü selamlama telaşına düşmüşler. Aşk ve moda… Tebrikler! Geçen yıllarda “petting” mi moda idi? Şey, bu yıl ne moda? Aşkın modasını o kadar iyi takip edemiyorum da… Göstergebilimsel analizlere balıklama dalmamak için Mamak’ta damak kütürdeten lezzetleri yâd edip tornistan ediyorum bu abidik gubidik bağlantıdan. “Aşk”ı “moda” ile ilişkilendiren o firma Sarar olabilir. Bu sabahki metroya yetişme hengâmesinde cep telefonumun mütevazı kamerasını devreye sokamadım. “Cehennemde İki Devre” gibi değil mi hayatımız, muhterem Zoltan Fabri severler? Bu tip sözde “özel” günlerin gayesini biliyoruz: Tüketilircesine tüketim.

Sevdiğinizi bu sene adamakıllı şaşırtmak istemez misiniz? Râsih’in bir beytini imdâda çağıralım o zaman. Siz de bu nadide beyti bir zahmet ezberleyiverin artık. Şöyle:

Süzme çeşmün gelmesün müjgân müjgân üstüne
Urma zahm-ı sîneye peykân peykân üstüne

Tembeller için: Çeşm=Göz, Müjgân=Kirpik, Zahm-ı sîne=Göğüs yarası, Peykân=Cirit, ok gibi savaş âletlerinin ucunda bulunan sivri demir


ARKADAŞIM GÜLE GÜLE!

“Mork, Mindy’yi arıyor… Cevap ver Orson!” derdi, Mork rolündeki Robin Williams. Siyah-beyaz TRT devrinin favori bilimkurgu diziydi Mork & Mindy. 1978-1982 arasında “evlerin tek eğlencesi” konumuna doğru evrilen televizyonun komedi dizisiydi. Dublaj meraklıları için not: Mork rolündeki Robin Williams’ı Güner Ümit seslendirirdi. İyi bir ses rengine sahip olan Güner Ümit’in alevini “mum söndü” esprisi söndürdü maalesef. Klas bir seslendirme sanatçısıydı. Şimdilerde ortalarda yok. En son Turnike adlı yarışma programındaydı.

İşte o Mork; yani Robin Williams, 2007’de hayatımıza giren Komedi Dükkânı’nın “arkadaşım”ı Tolga Çevik’e hocalık yapmıştır 1996’da Central Missouri State University’de. Yanında da Tommy Lee Jones! Hem de 20 Kasım 2003’te HSBC’nin Levent’teki merkezine yapılan bombalı saldırıda hayatını kaybeden rahmetli Kerem Yılmazer’in eşi Göksel Kortay’ın Faye Dunaway’e yazıp da “ricacı” olduğu bir mektup aracılığıyla… Yıl 1960. İnsanın oda arkadaşı unutulmaz “Bonnie Parker”a hayat veren Faye Dunaway olunca, sadece İngilizce sınavına girmek yetebiliyor işte!

Arkadasim hos geldin

“Aptal kutusu”nun ele gelen birkaç programından biri olan Komedi Dükkânı’nı kaçırmazdım. İş hayatının açtığı yaralara pansuman yapan “arkadaşım” Tolga Çevik’in şaşkın, yönetmenin abuk sabuk mizansen talepleri karşısında ne yapacağını bilmez halleri, sakarlığı, mimiklerindeki zenginlik epey güldürücü özellikler barındırıyordu doğrusu. İlk zamanlarda bel altına tevessül etmeyen zekice esprileri ise takdire değer bir noktaydı. Salih Kalyon’lu döneminde o eski tadı bulamasam da kaçırmamaya çalışıyordum. Araya askerliği girdi, Salih Kalyon ile ağız dalaşı yaşandı, ayrıldılar, kanal değişikliği oldu vs.

Hani nasıl derler, “format tuttu”. Tolga Çevik, seyirciyi de oyuna dahil edince, sahne tozu yutmaya meraklı seyircilerin verdiği paslar, doğaçlamadan gücünü alan Tolga Çevik’in her pası doksana takmasıyla son bulurken biz de kasıklarımızı tutamaz hale geliyorduk. 1 Ocak 2014 itibariyle Kanal D’deki oyunundaki yeni sahne ortağı Ezgi Mola. Tek başına olmasını tercih ederdim kendi payıma. Yüz güzeli Ezgi Mola da bir yere kadar. Anlaşıldı ki, bir “partner” gereksiz bu oyunda. Ne istediğini bilmeyen “yönetmen” ile ne yapacağını bilmeyen “oyuncu” bu format için ideal olanı zaten. Payandaya gerek yok. Seyircinin oyuna dahil olması kâfi; fakat ne hikmetse yardımcı oyuncuya gerek duyulmuş.

“Meçâçeng”i, “çiz-i çeng”i bilmezler BKM’yi dolduran her yaştan kadınlar… Büyük ihtimalle “zıbık”ı da işitmemişlerdir. Hatta “NâZI BIKtırdı beni dildârın” diye bilmece soran Enderûnlu Fâzıl’ın da ismini cismini bilmiyorlardır. Bunları bilmiyorlardır ama artık iyice bel altı malzemelere bel bağlayan Tolga Çevik’in her “vibratör” (“Yalnızca sazlar geliyordu önden, sazların gelmesinin sebebi, sertti mikrofon” açıklamasıyla gönüllerde ayrı bir yer edinen Tuba Ekinci’ye hürmetler…) imâsıyla kıkırdamaya başlamasını çok iyi biliyorlar! Antrparantez satış adedi epey yüksek olmalı “sex shop”larda vibratörlerin. Ayrı bir yazıda değerlendirsem bu konuyu, internetteki hürriyetin daha da artacağına Fatih Altaylı’yı bile inandıramayanların yeni “düzenleme”sine takılır mıyım acaba? Her neyse. Erkeklerin işeme uzvunun 15-20 santimlik figürünün, kimi kadınların yalnız gecelerine yârenlik eden bu malzemesine hemen hemen her oyununda üç dört kez atıfta bulunup dudaklarını ısırarak değinmiyor güya “arkadaşım” Tolga Çevik.

Tolga Çevik’in kaçak güreşip “vibratör” ve “seks shop” esprileriyle (?) çelik çomak oynayarak zekâ dolu, ince, zımba gibi esprileri bu kaba saba porno tezgâhında doğraması, bunu da “seks satar” ilkesine kurban ede ede oyununda irtifa kaybetmesi epey hazin. Üstelik Tolga Çevik’in aldığı eğitim gereği sağlam bir Türkçe bilgisi de olmalıydı. Elbette vardır. Vardır da… “ARKADAŞIM HOŞGELDİN” yazılmasına gıkını çıkarmıyorsa… Sadece bu noktayı es geçip önemsemediği için bile GÜLE GÜLE demenin vakti gelmiştir de geçmiştir esasen. Üzgünüm.

ARKADAŞIM GÜLE GÜLE!


Lübnan’dan bir trompetçi gelir bizlere: Ibrahim Maalouf

İMaalouf

Ergün Şenlendirici’yi (bizim klarnetçi Hüsnü’nün müteveffa babasıdır) dinlememiş, dinleyememiş onlarca gece kuşu 11 ve 12 Şubat gecesi Babylon’a dümen kıracak. Nymphomaniac’ıyla yeni bir “hadise” yaratan Lars von Trier’in hemşerisi Palle Mikkelborg, Ergün Şenlendirici’nin trompette yaptıklarına şahit olduktan sonra hayranlığını Okay Temiz’e nasıl da ballandıra ballandıra anlatmıştır, bir bilseniz… Hatta Okay Temiz üstadımıza bir “workshop” öncesinde veya sonrasında sorunuz denk getirebilirseniz. O çeyrek seslerdeki “oryantal” sound için ek bir supap takviyesine tevessül etmemiştir, İbrahim’in babası Nassim (“Nesim”) Maalouf gibi mütevazı trompet ustası Ergün Şenlendirici.

Lübnan’ın ünü gittikçe yayılan trompetçisi, yazar Amin (Bildiğiniz “Emin” canım! Hatta “Emin Maluf”tur. Tıpkı “İbrahim Maluf” gibi. Bu da ayrı bir yazı konusu, yazarım belki.) Maalouf’un yeğeni İbrahim, yeni albümü Illusions’ın tanıtım turu kapsamında yeni bir ses ziyafeti çekecek anlaşılan, Babylon’u mesken tutup biralarına abanacaklara. Bu “ziyafet” kehanetim boşuna değil. Albümün kapağı, nelerle karşılaşabileceğimizi üç aşağı beş yukarı belli eder nitelikte. Laf aramızda, bu cümleyi “önceler nitelikte” diye bitirsem daha havalı olurdu değil mi? InPressi’yle coşmak garanti! Gidin de görün! Gidin de mest olun! InPressi benim, If You Wanna Be A Woman sizlerin olsun.

Illusions_İM

Babylon’un web sitesinde konsere ve sanatçıya dair şu bilgi (?) verilmiş: “Geleneksel üç sübaplı trompet yerine babası Nassim Maalouf’un 1960’larda icat ettiği dört sübaplı trompeti çalmaktadır.” Yani? Niçin dört? Neye yarıyor? Ara ki bulasın! Cevap: Çeyrek sesleri elde edebilmek için dört supap… 2009 çıkışlı Diachronism adlı albümünün kapağında o “ilave”yi görmek pekâlâ mümkün.

Basın bültenlerinin ne kadar sallapati yazıldığı pek çok kişinin bildiği bir husus. Başı kıçı belli olmayan, “herşey”lerin, “haftasonu”ların, “taktirde”lerin, “imkan”ların havalarda uçuştuğu bu bültenlerle “değerli basın mensupları” davet edilir afili “event”lere… “Ve fakat”lı cümle kurmaya tutkun eşhasın da meftun olduğu Lübnanlı biraderimiz bu gece ve yarın 21.30’da Babylon’da… Kaçırmayın!


İsmail Uyaroğlu’nu okurken ağlayınız.

Elinde bir hançer geceleyin
Etine yazarsın gizlice şiirlerini
Bu yüzden hep kanlı kelimelerin
Ve çığlık gibi derin

İsmail Uyaroğlu


Ay, çok orcinal!

Orcinal