Monthly Archives: Haziran 2014

Coca-Cola, sesim geliyor mu?

 

RamaCola

Bu yazıyı Şevval Hanım’ın (Sam) “Sek” albümünü dinlerken yazıyorum. Rahmetli dedem Muharrem, Arif Sami Toker’in “Talihin Elinde Oyuncak Oldum” adlı bestesini pek severdi. Bir de Recep Bey’i (Kaymak) pek beğenirdi. Güzel türkü söylerdi. Hababam Sınıfı’ndaki Şaban karakterini de askerlik arkadaşı Ramazan’ı hatırlattığı için ayrı bir severdi. Ah, kara toprak! Kimleri almadın ki yanına!

Global köyün ihtiyar şövalyesi devâsâ meşrubat şirketi Coca-Cola’ya hizmet veren reklam ajansının okumuş çocukları, acaba ne zaman hicri ayların yazımını doğru dürüst öğrenecekler? On bir ayın sultanı ramazan (dokuzuncu aydır, yarışma sorusu olarak karşınıza çıkabilir) ayının mânâsı da pek hoş doğrusu. Bu ayda oruç tutup tövbe edenlerin günahları yanarmış beyler! Tövbe edin. Hayır, Edin Džeko’lu bir espri yapmıyorum, lütfen ısrar etmeyin.

Meşrubatın ismini Türkçe yazmakla olmuyor beyler bu işler! Bugün 26 Haziran ama haziranın bu son günleri cehennem gibi. Ben sizin cemaziyülevvelinizi bilirim. Tamam, dağılabilirsiniz.


Derdimizi söyleyemeyiz!

“Söyleyemem derdimi kimseye, derman olmasın diye/İnleyen şu kalbimin sesini ağyâr duymasın diye/Sakladım gözyaşımı vefasız o yâr görmesin diye/İnleyen şu kalbimin sesini ağyâr duymasın diye”

pb0309 0003100 kelimeyle iletişim kuranlar için, “ağyar”ın anlamını yazayım da maraza çıkmasın. “Ağyar: Başkaları, yabancılar, eller.” Serdar Ortaç’ın “büyük söz yazarı” payesiyle gezindiği bir yerde, yukarıdaki sözlere ne diyeceğiz?

Hicaz makamındaki bu harika şarkının bestekârı meşhur klarnet üstadı Şükrü Tunar’dır. Hüsnü Bey’in, magazin âlemini şenlendiren kaçamaklarını takip edenler için, üstat Şükrü Tunar’ın ismi “vat dedin gulüm” sorusuyla karşılanıp dudak bükülebilir. Dudak bükenlerin kulaklarını bükmekten imtina edecek değiliz.

Türk Müziği’nde klarnet denince akla Şükrü Tunar gelir. Güçlü tekniğiyle, doğaçlama yeteneğiyle ve pırıl pırıl süslemeleriyle bir okuldur Şükrü Tunar. Şükrü Tunar’ın ”Söyleyemem Derdimi” adıyla bilinen bu bestesinin sözlerini kimin yazdığını bulamadım. Bir gönül ehli, bir kırık kalpli âşık olsa gerektir. İkisinin de ruhları şâd olsun.
Fasılların gözde eseridir. Yılbaşı kutlamalarının, şirket toplantılarının, sazlı sözlü meclislerin vazgeçilmez şarkısıdır, Şükrü Tunar’ın bu pırlanta bestesi. En azından benim vazgeçemediğim bir şarkıdır.

İncila Bertuğ’dan teknik ve taktik destekler alarak “Sek” albümünde Türk Müziği’nin tanınmış eserlerini seslendirmişti Şevval Sam. Adam gibi klasik müziğe hasret kaldığımız için, döne döne “Sek”le sarhoş olmuştuk bir vakitler. Bütün iyi niyetine rağmen, Şevval Sam’ın yorumu bazı şarkılarda yetersiz kalmıştır. Murat Bardakçı’nın, Yaprak Sayar’ın “yerinden” okuyuşuna hasta olduğunu düşünürsek, Şevval Sam’ın “Sek”teki okuyuşu piyasaya tarzına yakın kalıyor. Ancak yine de memleket umumisindeki klasik müzik boşluğunu bir nebze olsun doldurmuştur, “Sek”. Son söz: Efkârlandığınızda dinlenebilecek iyi bir albümdür.

İyi, has müzik, akustik müzik açlığınızı bastıracak bir isim de üstat Ara Dinkjian’dır. New York’tayız. “The Woodstock Invitational Luthiers Showcase” kapsamında Ara Dinkjian üstadımız, yanına darbuka ve kanunu da almış, efsane klarnet üstadı Şükrü Tunar’ın “Söyleyemem Derdimi” bestesine tekrar ruh üflemekte… Aşka gelen (Ah, aşka gelmek ne muhteşemdir!) bir dinleyici, başlıyor şarkıyı seslendirmeye… Doğaçlamanın böylesi az görülür! Youtube emrinizde. Bulun ve seyredin.

Not: İşbu yazı 16 Aralık 2010’da yazıldı.

 


Ayrıcalıklar bu Colin’s’te!

Paraf

Sanal âlemin uçuculuğunda kim bilir kaç defa yazdım “marka yüzü” denen hadisenin “biricik”liği hususunu, kaç kez! Kâmile Burcu Esmersoy adlı saçı sarıya boyalı hanımın “marka yüzü” (!) olmadığı marka kalmadı neredeyse! Öyle bir garabet içinde ki reklam dünyası, sormayın gitsin!

Halkbank’ın büyük bir reklam kampanyasıyla duyurduğu Paraf’ın “marka yüzü”, teen-age kızların ayılıp bayıldığı Murat Boz’un Colin’s ile Paraf’ta boy göstermesini birileri bu çerçevede izah eder herhalde.

Ayrıcalıklar bu Colin’s’te!

Colins


Susan Sontag konuşur, ben Âli İmrân’ı düşünürüm.

“Hepimiz öleceğiz -sindirilmesi başlı başına güç bir bilgi bu- ve hepimiz aynı süreci yaşıyoruz. Normal şartlar altında ancak yetmiş veya seksen küsur yıl hayatta kalabilecek bir fizyolojinin içinde tuzağa düşmüş biri var sanki: Bilincin, kafandaki kişi.

Hapsedildiğin vücut, bir aşamadan sonra çürüyor ve hayatının yarısını, belki daha bile fazlasını vücudum dediğin maddenin aşınışını izleyerek geçiriyorsun. Yapabileceğin hiçbir şey yok. Ona mahkûmsun ve o gittiğinde sen de gideceksin. Hepimiz kendimizle ilgili olarak bunu yaşarız. Altmış veya yetmiş yaşındaki insanlara kendilerini kaç yaşında hissettiklerini soracak olursan, yakının ise on dört yaşındaymış gibi hissettiklerini söylerler kendilerini…  Sonra aynaya bakıp yaşlanmış yüzlerini görürler. Yaşlı bir vücuda hapsolmuş on dört yaşındaki biri gibi hissediyorlardır kendilerini!

Sen de yok olup gidecek bu kalıba mahkûmsun. Mesele sadece hapsolduğun kalıbın belli bir süre dayanmak üzere tasarlanmış makineler gibi er veya geç pes etmesi değil, yavaş yavaş yıpranması ve yıllar geçtikçe bazı özelliklerinin daha kötü çalıştığını bizzat gözlemleyebilmek, cildin deforme olmasına, çirkinleşişine, bazı uzuvların yıkımına şahit olmak. Al sana hüzünlü bir deneyim…”

Susan Sontag


“Berat Kandili”ne, “Beraat Kandili” demeyenlerin kandili mübarek olsun.

Vav


“İşte, ben böyle okur yazarım.”

Tetebbu zamanlarında sekiz on saat dalıp yorulmadığım hemen ekserdir. Başım karıncalanır, yahut parmaklarıma kramp gelir, ben çekilmem. Yorgunluk ziyadeleşip de anlayamamazlık ârız oldu mu bir tarafa serilip yatarım. Bir mevzuu bidayeten iyice anlamadıkça, etrafını araştırıp girizgâhları tayin etmedikçe kaleme almak tarafdarı değilimdir.

İşte, ben böyle okur yazarım. Ne göz gezdirmekten ne de ceffelkalem yazmaktan zevk alamam. Mahza bildiğim mevzuatı oturup derhal yazmağa başlamak bence işten mahdut olmaz.

Ahmet Rasim


Ne desen inanırım!


Korkma BİSSE, ben yanındayım!

Bisse

Soma’daki 301 canın acısını unuttuk, babasız kalan çocukları zerre düşünmüyoruz ve harıl harıl çalışıyoruz ekonomiyi canlandırmak için. BİSSE de bu markalardan sadece biri sıfatıyla Yamalı Poğaça’ya misafir oluyor içler acısı Türkçesiyle. Kim bilir kaç lira verdiler bu “iletişim çalışması” için! Koca bir sıfır maalesef.

Eski Salı Pazarı’ndaki bu garabetin Türkçesine eğileyim. Hâlâ ve hâlâ “-de/-da ekini ayıramıyorsa bir “ajans”… Reklam yazarı ne iş yapar acaba? Esprili tişörtünün altına Diesel jean mi geçirir?

Metni okuyalım: “Babanız sizin, bizde babanızın yanındayız.” Açalım bu “sıkıştırılmış” cümleyi: Babanız sizin yanındayız, bizde [biz de] babanızın yanındayız.” Çok pörfekt yani! Biraz yüklem getir garson! Bira getirsen de olur!

Korkma BİSSE, ben yanındayım. Şöyle olacaktı: Babanız sizin yanınızda, biz de babanızın yanındayız.” Korkmayın iki fiili bir cümlede kullanmaktan, fiil in the blanks çocuklar!


Her bildiğiniz buna benzer şaşkınlar!

Ağladıkça

Neymiş, “minik serçe” lakaplı Sezen Aksu Alamanya’larda konser vermiş de “Sanatçı Ahmet Kaya’nın ‘Ağladıkça’ adlı parçasını seslendirirken duygu dolu anlar” yaşamışmış! Hop dedik! Orada frene basacaksınız şaşkınlar sürüsü!

Büyük bestekâr Ara Dinkjian’ın o efsane grubu “Night Ark”ın harika bestesini Mine Koşan’dan Ahmet Kaya’ya kadar hemen hemen herkes kendi meşrebine göre söylemiştir. Sözlerini Yusuf Hayaloğlu yazmıştı.

“Ağladıkça”, Ahmet Kaya’nın şarkısı de-ğil-dir! “Night Ark”ın 1989 tarihli ve Novus etiketli “Picture” albümünün aynı adı taşıyan bestesidir bu eser. Parçanın (orijinalinden bahsediyorum tabii) finalindeki vokal ise Shamira Shahinian’a aittir ve adamı fena çarpar. Taklitler asıllarını yaşatır, sözünün anıtıdır bu mücevher beste.

Kadroyu vereyim: Udda ve cümbüşte Ara Dinkjian, piyano ve vokalde Shamira Shahinian, basta Ed Schuller, vurmalılarda ise bizim Arto; yani Onno Tunç’un kardeşi Arto Tunçboyacıyan. “Pictures” albümünün bir diğer gözde bestesi olan “Homecoming”i de “Sarışınım” olarak dinledik yıllarca! Peki, o kimin şarkısı, ha? Beste, yine Ara Dinkjian’a ait elbette.

Müteveffa Ahmet Kaya, sizler gibi emeğe saygısızlık yapmazdı, buna eminim. Cahilliğinizin ucu bucağı yok! Ürkütücü bir cehalet kol geziyor artık. Tecavüz ede ede ilerliyor. Araştırma desen, hak getire! İşkembeden sallamakta ne var, nasılsa karşınızda Survivor nesli var!


Ahmet Hamdi Tanpınar niçin “Beş Kent” demedi acaba?

Selsel

“Qent” yazımını görmüştü bu gözler. “Kentsel”in, (ki “şehir” kelimesini bu Soğdca kelimeye değişmem) o çaya çorbaya limon yılışıklığındaki -sel ekini -ayrı bir yazı konusudur bu sallamasyon ek- apostrofla ayırıp bir de İngilizce yazan ve buna evet diyen kafa, bu olağanüstü kelime oyunuyla satışlarını nasıl katlamıştır kim bilir!