“Hepimiz öleceğiz -sindirilmesi başlı başına güç bir bilgi bu- ve hepimiz aynı süreci yaşıyoruz. Normal şartlar altında ancak yetmiş veya seksen küsur yıl hayatta kalabilecek bir fizyolojinin içinde tuzağa düşmüş biri var sanki: Bilincin, kafandaki kişi.
Hapsedildiğin vücut, bir aşamadan sonra çürüyor ve hayatının yarısını, belki daha bile fazlasını vücudum dediğin maddenin aşınışını izleyerek geçiriyorsun. Yapabileceğin hiçbir şey yok. Ona mahkûmsun ve o gittiğinde sen de gideceksin. Hepimiz kendimizle ilgili olarak bunu yaşarız. Altmış veya yetmiş yaşındaki insanlara kendilerini kaç yaşında hissettiklerini soracak olursan, yakının ise on dört yaşındaymış gibi hissettiklerini söylerler kendilerini… Sonra aynaya bakıp yaşlanmış yüzlerini görürler. Yaşlı bir vücuda hapsolmuş on dört yaşındaki biri gibi hissediyorlardır kendilerini!
Sen de yok olup gidecek bu kalıba mahkûmsun. Mesele sadece hapsolduğun kalıbın belli bir süre dayanmak üzere tasarlanmış makineler gibi er veya geç pes etmesi değil, yavaş yavaş yıpranması ve yıllar geçtikçe bazı özelliklerinin daha kötü çalıştığını bizzat gözlemleyebilmek, cildin deforme olmasına, çirkinleşişine, bazı uzuvların yıkımına şahit olmak. Al sana hüzünlü bir deneyim…”
Susan Sontag
13 Haz 2014 at 10:58 AM
Dün gece acil serviste biri öldü. Yakınları ağlarken ben de ağlamışım… Saçlarda aklar, çabuk yorulan bacaklar ve açlığa 20 yaşındaki gibi dayanamayan bir vücut. Sontag’In dediği gibi hüzünlü bir deneyim ve ötesi…