Hangi cadde veya neresi olduğu mühim mi? Bahariye’den, yürüye yürüye “metrobüs” adı verilen zamazingoya binmek için Söğütlüçeşme’ye gidiyordum her sabah olduğu gibi. Siyahlar giyinmiş bir adamın üstüme doğru geldiğini fark ettim hızlı adımlarla. Beni geçip şöyle dedi: Kim yaptı bunu? Gördünüz mü? Arkama dönüp baktım. Küçük bir pastanenin caddeye atılmış masasının etrafına toplanmış üç kişiden, saçı kırlaşmış olanı gayet sakin cevap verdi: Bir hayvan ezdi gitti.
Yolun hemen kıyısında başının yarısı ezilmiş, vücudu hafiften yassılaşmış ve arka ayakları kıpırdayan sarılı beyazlı yavru kediyi görmemle başımı çevirmem bir oldu. İçime sipsivri bir çakı saplandı o an. Adımlarım yavaşladı, geri dönmeyi düşündüm, hızlı hızlı gelip geçen vasıtaların lastiklerine göz gezdirdim. O kediyi can çekişir halde koyup giden “insan”ı görebilmek, hesap sorabilmek için.
Kediye yapılabilecek bir şey yoktu esasen. Başının yarısı ezilmişti, beyni dağılmıştı ve umutsuzca çırpınıyordu. Olduğum yere yığılacak gibi oldum. İçim kanaya kanaya, ayaklarıma kilolarca ağırlık bağlanmışçasına yürümeye çalıştım. Yamuk yumuk kaldırımları adımlarken Sezai Karakoç’un Ayinler/Çeşmeler‘deki o yürek yakan mısraları düştü aklıma: “Kim verecek kedilere trafik bilgilerini/Ki hayatlarıyla ödemekteler bir yandan öbür yana geçmeyi”
Kim öğretecek insanlara hayat bilgisini, kedileri de sevebilmeyi…
Yorum bırakın