Fenerbahçe Futbol Kulübü’nün kalecisi Volkan Demirel şayet bu yazma eylemini Montegrappa Brain veya Tibaldi for Bentley Mulsanne dolma kalemleriyle hayatına yedirebilmiş olsaydı ne futbol topunu poposuyla “stop” ederdi ne de basın mensuplarına mafyatik efelenmelerde bulunurdu… Ve “profesyonel”liğin kitabını yazmaya giden yolda notlarını, Quo Vadis Habana defterine ufak ufak almaya başlardı belki, kim bilir!
Monthly Archives: Kasım 2014
Detaylar hanımlar, detaylar!
Gecelemelerimin 1’inde (Perihan Mağden hesabı) tesadüf ettiğim ve berbath (Perihan Mağden ekollemesine devam) esprileriyle kendi çalıp kendi söyleyen Mesuth Yar’ın “interneyşınıl” konuklarından 1’i, 118 cm’lik bacak boyuyla nam salmış Ana Hickmann idi. Ekranın önündeki Ana’yı, ekranın gerisinden seyre dalan Onur Çakmak (“dansöz Asena” canım) ise ekranın önüne geldiğinde o “harbi” halleriyle şöyle dedi: O kadınsa biz neyiz? Vallahi, doğru söze ne denir!
Yaradan’ın torpil geçtiği eserlerinden biri olan Ana’mızın “modacı jüri üyesi” Hakan Akkaya’ya kollarını dolaması, ekrana yapışan pek çok errrkeg gibi Bay Yar’ı da sersemletince Akkaya mealen şöyle deyiverdi: Burda olmak isterdin di mi?
“Sarışın” kadına olan akıl almaz haaaayranlıklarıyla yapmadıkları şaklabanlık, şebeklik kalmayan errrkeglerimizin nüanslara ne kadar kayıtsız kaldıklarını 1 adet görsel yardımıyla umuma açıyorum. Bu “nâhoş” görüntüyü Ana’mız da “estetik” kılamıyor maalesef. Affet Ana! Ne zamandır bu konuyu “mikro gündem” maddesi olarak yazmak istiyordum, kısmet bugüneymiş.
118 cm’lik bacak boyuna sahip Ana’mızın ayak numarası kaçtır, bu müthiş bilgiye sahip değilim, ekşi mekşi de karıştırmadım. Olsa olsa 39’dur en fazla. Bilenler bizleri irşad eylesin lütfen. Bizim mülahham hanımlarımız da böylesi (alttaki görsele bakınız lütfen) stiletto’lara nasırlı, tombul ayaklarını soktuklarında (bir keresinde “büyük röportajcı Ayşe Arman”ın parmak arası çizgilerini saymıştım daracık stiletto’sunda) Ana’mızın düştüğü “nâhoş” durumun daha da tahammül edilemez numunelerini sergiliyorlar ki görene Çin işkencesi!
Diyeceğim odur ki “estetikıl” olmayan bu hallere düşüp hem kendinize eziyet etmeyin hem de bizleri ayaklardan, bacaklardan soğutmayın n’olur! Sizce de ççookk ççiirrkkiinn değil mi?
Not: Fazlasıyla Serdar Turgut-Ertuğrul Özkök kırması bir yazı oldu, o kadar da olsun artık!
İlahi Mrs. Shafak, zaten İngilizce yazmıyor musunuz?
“Yeni kitabımı İngilizce yazmamın birincil sebebi, hikayenin kafamda, zihnimde ve kimyamda İngilizce şekillenmiş olması. Ne zaman ki İngilizce rüya görmeye başladım, İngilizce yazmaya başladım. Tıpkı çocukluğumda İspanya’da yaşarken İspanyolca yazdığım gibi.”
Bu arada görseldeki “yayın gurubu”na kitakse! Büyük fenomen Ajdar der ki: Grup olalım grup/Öptüm seni şap şup
Nerede duracağını bilemeyenlerin şehrinde n’apiim “Aksaray-Yenikapı Metro Hattı”nı!
Yürüyen merdivenlerin solunda duranlar mı istersiniz, yürüyen platformların tam ortasında durup da koyu sohbetlere yelken açanlar mı istersiniz… Durmakla kalmayıp bavul yavrusu çantalarıyla yolu kapayanları ve müsaade istediğinizde suratınıza homurtularla bakanları da ekleyin… Artık İstanbul adı verilen bu mega-köyde ne ağız tadıyla film seyredilebilir ne de konser dinlenebilir…
Metroda yolculuk edenler için yürüyen merdivenlerde/platformlarda aceleleri olmadığında nerede durulması gerektiğini öğreten tabelelar, ikaz panoları hazırlatılmalıdır. Sağında solunda hiç kimse yokmuş gibi davranmanın “cool”luk olmadığı, özellikle “teen-age” kesime anlatılmalıdır. Tıpkı trafikte olduğu gibi “acelesi olanlar” ve “hız” meraklıları için merdivenin SOL tarafı boş bırakılmalı, dünya yansa umurunda olmayacak olanların da SAĞ tarafta gönüllerince sallanabilecekleri anlatılmalıdır.
Saf saf İsmail Uyaroğlu’nun “İncelik” şiirinde dile getirdiği inceliği falan beklemiyorum ama şehir hayatında yaşamanın da uyulması gereken asgari kuralları var. Hep denir ya: Başka İstanbul yok!
Meraklısına:
İncelik
Öyle incesin ki
Çekinerek bakarsın
Alınabilir diye
Bir köre bile
Tayyareler şehirlerarası otobüs oldu!
“GreatWhite” rumuzlu bir forum kullanıcısı şunları yazmış: “eskiden uçağa binenlerin belli bir kültürel birikimi olurdu şimdilerde şehirlerarası otobüsler gibi olmuş. Adam suyu içiyor boş bardağı koltuğun kenarına sıkıştırıyor”
Sepyanın insanı hüzne gark eden o masum film karelerinde salınan Belgin Doruk’u, Türkân Şoray’ı bir düşünün… Jönlerimiz ise “klark” bıyıklı Ayhan Işık’tır… Briyantinli saçlarıyla Ediz Hun’dur veya çenesindeki çukuruyla ve çapkın tebessümüyle genç kızların yüreklerini tutuşturan İzzet Günay…
Atatürk Havalimanı’nda hasretle gökyüzünü tarar gözler, pır pır eder sevdiğini bekleyen kalpler… Nubar Terziyan da oradadır elbette. Uçağın yolcularını görürüz. Hanımefendiler şık döpiyeslerine eşlik eden fularlarıyla, beyefendiler de jilet gibi takım elbiseleriyle geçip giderler… Ve geçip gittiler!
Helal olsun sana “GreatWhite”!
Sen de vermişsin hakkını!
Biraz gecikmeyle de olsa Bu Fatih Altaylı güzellemesinin sahibini yazayım: Mesut Yar. Ah, bi’ de “haiz” kelimesini nasıl kullanacağını bilseydi… “Hazzetmek” yazmayı da bilmiyor, CNN Türk’teki Burada Laf Çok programında espri üstüne espri patlatıp monitörlere el ense çeken Bay Yar. Yetmiyor, Posta gazetesinde de Türkçenin canına okuyor. Nasılsa “yurdumun şairleri” ile penis boyuyla kafasını bozanlar var karşısında… Yar babam yar! Affedersiniz, yaz babam yaz!
Tencereler ve kapaklar!
“4. yıldız”ın peşine düşen Bay Prandelli’nin maruz kaldığı hüsrana olan dayanıklılığı GS taraftarlarını sinirden delirtecek raddede. İstanbul’da B. Dortmund’a 4-0 mağlup olan GS’nin, Başakşehir’den ve akabinde yine B. Dortmund’dan 4 gol yemesi, “4. yıldız” şarkısını terennüm eden Bay Prandelli’ye yapılan çok tatsız bir şaka mahiyetinde.
Cümle âleme rezil rüsva olan GS’nin “dört dörtlük” mağlubiyet serisi, spor basınına ve “sosyal medya”nın cin fikirli gençlerine fena halde malzeme oldu. Üstteki fotoğraf Hürriyet gazetesinden. Odaklanacağımız husus, GS’nin taktik ve teknik arızaları falan değil; “PRANDELLİ SUS, PUS!” yazabilenlerin basındaki ürkütücü mevcudiyeti…
İkilemelerin nasıl yazılacağını bilmemek ayıp değil artık! Cehalet artık marifettir bu memlekette ve iltifata tâbidir. Bilgi sahibi olanların üzerindeki baskı ise gitgide artmaktadır artık bu ülkede. Ve bu ikileme rezaleti (“PRANDELLİ SUS, PUS!”) Hürriyet’in spor sayfasındadır! Mehmet Arslan, buna nasıl müsaade etmektedir?
İkilemeleri yazmayı bilmeyenlerin “gazeteci” addedildiği bu memlekette, kısaltmalara nasıl ek getireleceğini bilmeyenler de “köşe” sahibi olup ahkâm kesebiliyor. Dolce vita! Fotoğraf altta, bakabilirsiniz.
“Gs’a”, “Gs’ın”, “Gs’lıyı”… Ya “demirbaş’larından”a ne dersiniz? Şu da çok tatlı: “Zurna’nın zırt dediği”! Şu çok feci: “Gs’ın sahip’lerini…” Vallahi çok ayıp! Yazıları kontrol eden bir ortaokul mezunu falan yok mu koskoca Hürriyet’te? Mehmet Arslan ile Ertuğrul Özkök’e soruyorum: Yok mu, şu yazıları bir kontrol eden az buçuk okumuş yazmış bir delikanlı koskoca Hürriyet’te?
Bu incilerin sahibini merak edenler için: Bilgin Gökberk. Böyle gazeteye böyle spor yazarı! Böylesi durumlar için kullanılan bir söz vardır: Bon pour l’Orient. Daha fazla yazıp da midemi sıkıntıya sokmayayım. İkiliyorum müsaadenizle.
Cahilce & düşüncesizce!
Hani ne derler, bilirsiniz: Allah, karakola da, hastaneye de düşürmesin… Takriben iki hafta önce hastaneye düştüm. Bekleme salonu denilen mekândaki dijital panoya takıldı gözüm, takılmaz olaydı! Yeditepe Üniversitesi Hastanesi’nin Kalp ve Damar Cerrahı Baş Hekim Yardımcısı Halit Yerebakan’ın TRT 1’deki programının tanıtımlarındaki bir ifadeyi görünce tansiyonumu zaptedemez oldum. Okuyalım: YENİ&HEYECANLI.
Bravo! Hatta maşallah! Şu “&” işaretinde ne gibi bir hikmet var, akıl sır erdiremiyorum. Liberal aydınların çok sevdiği bir terkibi kullanmak istiyorum bu noktada: akıl tutulması. Bu bir “akıl tutulması” olduğu kadar cehalet, Türkçeye (şimdi “ve” Arapça “vü”den mülhem diyenler çıkacaktır ama “radio” da Türkçeleşip “radyo” oldu!) karşı ölümüne sorumsuzluk, düşüncesizliktir de… Say say bitmez, Ahmet Say ile Fazıl Say da bu topraklarda kolay kolay bitmez. Her neyse, sap ile samanı ayıramayanların memleketinde Fazıl Say da olmak zordur, Türkçeye dair hassasiyet göstermek de…
Matah bir şey zannettiğiniz o “&” işaretiniz yerin dibine batsın!




