Monthly Archives: Nisan 2015

“Fıstıkçı Şahap”ın gözüne görünme TRT!

TRT_Şahap Anlaşılan o ki Staff Film’e sipariş verilmiş, ilanlar hazırlanmış, cümle âleme duyurulsun bu müjdeli haber diye didinilmiş. Hasan Kaçan’ın, çok tutulduğu düşünülen Heredot Cevdet tiplemesinden herkesler haberdar olsun denilmiş… Direklere duyurular asılıvermiş de ne olmuş! Bir çuval inciri boka dönüştürenlere verilen Nobel Kimya Ödülü’ne aday olunabilirmiş, ne bileyim! Heredot Cevdet rolüne bürünen Hasan Kaçan, “ünsüz benzeşmesi/sertleşmesi” konusuna da el atar inşallah.

Sonra da sen mi biliceen, yoksa koskoca TRT mi diye ahkâmlar kesilir tabii! Beyler, bi’ kendinize gelin artık! Koskoca TRT’nin o anlı şanlı denetçileri nerede? Türkçede (“Türkçe’de” değil!) sert ünsüzlerden sonra yumuşak ünsüzler gelmez. Sizler onu da getirtirsiniz tabii! Doğrusunu buraya koca koca yazıyorum: 19.45’TE! Hey gidi TRT!


Şöyle bir cümle kuramadım gitti be!

Kopyası Düşlemsel düzlemsel

(…) Radikal geçmiş karşısında gösterilen unutkanlığa, bu toplumsal anamnesise imgesel ve düşlemsel düzlemde karşı çıkan içeriğiyle (…)

Türkçenin başına beladır bu -sel/-sal eki maalesef. Sözcük, pardon, tilcik yaratırken bu “sal”a atlayıp süzülürler dilde “öz Türkçecilik”i savunanlar. Duygu-sal, kum-sal, ras-sal, yaşam-sal, toplum-sal, kamu-sal, yapı-sal, asker-sel… Sal gitsin metoduyla oluşturulan (“uydurulan” demedim) bu kelimelerdeki bolluk, bir noktadan sonra salla salla yaz kılavuza havasına bürünür maalesef. Nispet i’sinden kaçalım derken -sel/-sal selinde boğulayazmaktayız imgesel ve düşlemsel düzlemde, olmuyor ama!

Beni neşelendiren bu kupür (“kesik” de olur), umarım sizi de gülümsetmiştir. Yazıyı akademik terimlere boğmak istemiyorum; fakat hem fonetik hem morfolojik açıdan gerekli gereksiz -sel ve -sal eki kullanırsak yazıda tat tuz falan kalmaz, ele güne rezil olursunuz. Yazdığınız cümlenin “entelektüel” yoğunluğunu köpürttüğünü, deriiin sözler sarf ettiğiniz zannını ise sadece kapalı devrede, kendi o dar çevrenizde yudumlarsınız… Büyük şair olmak bu kadar kolay değil işte.

“Radikal” gazetesinden bahsetmiyorsanız şayet niçin “radikal geçmiş” değil diye sormazlar mı? Sormazlar; çünkü burada nüanslara dikkat edilmez adamım! Burası, “benim kitabım ne hatalarla çıkmıştır, iyi şiire bu halel getirmez” diyenlerin nefes aldığı topraklardır. Cioran’ın “bir virgül için ölünebildiği” dünyasının önemi yoktur. Bu zihniyettir ki “radikal geçmiş” yerine “Radikal geçmiş” yazar, bu kafadır ki “anamnesis’e” yazacağına “anamnesise” yazabilir! Sizden de bu kadar hassas olmanız istenmez ve “çok ikircikli” olmakla damgalanırsınız bu kılı kırk yaran titizliğinizle ve tepeden bakan bir gözün küçümseyici nazarlarıyla…

Basın bülteni yazmanın, okuyucu çekmenin ne kadar zor olduğunu ise bize şu satırlar gösteriyor: “Bu kitaplar, şiirseverlerin mutlaka okuması gereken kitaplar.” Vay be! Van yöresinin meşhur türküsünü hatırlamamak mümkün mü? Sadettin Kutlu ile Muzaffer Sarısözen’in derlediği o türküyü: Bizim Eller Ne Güzel Eller.

Oy bizim şairler ne güzel şairler!