“Şiir kitabı çıkarmak, kuyuya bir gül atıp yankısını beklemek gibidir.”
Jorge Luis Borges
“Şiir kitabı çıkarmak, kuyuya bir gül atıp yankısını beklemek gibidir.”
Jorge Luis Borges
“Bir kez ilkelerine ihanet eden, hayata karşı bir daha lekesiz tavır alamaz.”
“Leş gibi salonlara girip, milletin mısır yerken çıkardığı o çatur çutur sesleri ve pis mısır kokusuyla gözümüzü acıtan telefon ışığına karşı evde krallar gibi sinema seyretmenin keyfini iple çekiyorum. Sonuçta Lars Von Trier seyretmiyoruz salonlarda, koymaz yani salonsuzluk.”
Peak’in, bütün itibarını yer ile yeksan eden reklam ajansına dair hukukî süreci başlatacaklarını okudum 13.14 itibariyle. Haklılar.
Orijinal fikri geçtim, esinlenmeye de eyvallah, ritmi bile bire bir AUDI’den almak nasıl bir aymazlıktır, utanmazlıktır, düşüncesizliktir, ahlaksızlıktır! Uzatmayayım: Bir çuval incir boka dönüştürülmüş vaziyette. Reklam sektöründe yaprak kımıldamıyordu, bu “reklam” iyi oldu doğrusu.
Gösterişli (?) bir lansman (!) yapan Peak, bu unutulmaz gövde gösterisini (!) bu saatten sonra nasıl kendi lehine çevirir, bunu bilemem de Yavuz Turgul’un soyadını verdiği bir reklam ajansının içine düştüğü bu utanç verici çukurdan çıkması epey güç olacak.
Koca Râgıb Paşa’nın “Şecâat arz ederken merd-i kıptî sirkatin söyler” sözünü, Campaign adlı derginin 7. yıl özel sayısına bu ilanı veren Mc Cann çalışanları duymuş mudur acaba?
Pek matahmış gibi “Oriented content üretmek must değildi” diye yazmaya utanmayanların bu “melez” dile olan tepkimi anlamaları elbette mümkün değil. Beklemiyorum da… Eski kafalı olmayı, kalın kafalı olmaya tercih ederim elbette.
Ben bir “carousel” bilirim o da Anouar Brahem diye bilinen Enver İbrahim Bey’in “Leila au pays du carrousel“idir!
“Influencer’ların hayatımızda hiçbir influence’ı yoktu.” Aman da aman, ne yaratıcı! Çok etkilendim bu enfes cümleden… Hatta hayatım değişti aniden!
Başkalarının yerine utanma kotam doldu maalesef. Bu kepazeliği ve bu piç lisanı çok “creative” bulacaklar çıkacaktır şüphesiz reklam sektöründe… Bırakın, ilişmeyin.
İşte tam da bu ilandaki zavallı diliniz sebebiyle deyimleri, ikilemeleri yerli yerinde kullanamıyorsunuz! TVC’leriniz ortada!
The sapır the sapır dökülüyor the Turkcheniz!
Haa, ben bir “Persona” bilirim, o da Ingmar Bergman’ındır, bunu bilsin insanlar!
Turkcell’in bir ilanında “Japonlar’ın” yazdırtan reklam ajansının sahibi, “pazarlama iletişimi”nin nazar boncuğu kelimesi “inovasyon”a iman etmemizi buyurmuş Nisan 2018’de.
Beyefendi, acaba Domino’s Pizza’nın dana eti niyetine pizzalara serpiştirilen, ancak sokak kedilerinin gönül indireceği tavuk ve hindi etlerinden imal edilen salamlı (!), sucuklu (!), sosisli (!) pizzasını mı yiyor, yoksa Pizza quattro formaggi mi dişliyor Paper Moon’da?
Sihirli ve uhrevî bir dünyanın kapılarını aralayan “inovasyon” kelimesiyle iletişim fakültelerinde baba parasıyla öğrencilik oynayan çoluk çocuğa ve birkaç “pazarlama iletişimi” dergisine hava atıldığı kâfi gelmedi tabii. Bu “inovasyon” teranesiyle o kadar tütsülendi ki kafalar! Dâhi reklamcılar, akademik formasyonlu reklamcılar, halkın bağrından çıkan reklamcılar… Herkes bu cici “inovasyon”un bir tarafından tutup tarif etti. “Insight”ı da eklediniz mi “inovasyon”un yamacına, panellerde ölüm yok size!
Bu “inovasyon merkezi”nde ne gibi “içgörü”ler analiz ediliyordur acep? Anadolu’dan İstanbul’a okumaya gelen kızlı erkekli öğrenciler için dana eti kullanmadan, “kanatlı”lardan kırmızı et formunda “salam”, “sucuk” ve “sosis” üretimi için inovatif çalışmalar yapılıyordur muhtemelen.
Allah müstahakınızı versin!