*Bal, sirke ve su karışımıyla hazırlanan içecek.
Monthly Archives: Mayıs 2020
Öyle Bir Geçer Zaman Ki: Kastın kime “Cemileeeee”?
Kanal D, 1. bölümü bugün itibariyle (25 Mayıs 2020) yayımladı! Hafta içi her gün 13.10’da!
Büyük bir holdingin otomotiv şirketinde çalışıyordum. Yıl 2000. Bir yıl sonra MGK’de anayasa kitapçığıyla frizbi oynanacağı kimin aklına gelirdi ki! Çalıştığım departmandaki iş arkadaşlarım, dinlediklerimle, okuduklarımla ve seyrettiklerimle kafa bulmayı çok severlerdi. Onlara göre “entel dantel” işlerle ilgileniyordum. Bu “entel dantel”lerin arasında yıllar önce Roxy’de 1 metre mesafeden nefesimi tutarak seyrettiğim Natacha Atlas da vardı! Ne zaman surat ekşitsem cevapları hazırdı: “Abicim, biz seni sevdiğimiz için takılıyoruz.” Karnım tok olsa da birkaç kanapeye yer açıyordum tebessüm ede ede… Tahammül mülkünün arsasında herkese yetecek kadar yer vardı.
İlgilendiğim filmlere “sanat filmi” diyerek burun kıvıran bir departman arkadaşım, hafta sonunda seyrettiği bir filmi ballandıra ballandıra anlatıyordu tatsız tuzsuz bir pazartesi sabahı, hafta başı sendromuna yumruk sallarcasına. Yanına gittim. Nasıldı, diye sordum. “Aaabi, filmde Antonio Banderas var, taam mı? Herifin adı Ahmet mi ne, bir de anormal savaş sahneleri var moruk! Acayip adamlar bulmuşlar…” Araya girip “casting iyi yani” dedim. “Evet aaabi, heriflerin…
View original post 1.771 kelime daha
Muhterem bir zat: Vefa Zat
Rakıyla makıyla aram yoktur. Aram Gülyüz’le hiç… Yetmişli yıllarda furtuna gibi esen, İtalyan erotik komedi filmlerine rahmet okutan Hababam Git Hababam Gel, Sona Kalan Dona Kalır, Beş Dakikada Beşiktaş gibi o yılların erkek seyircilerinin hayal dünyasını kışkırtan film isimleriyle ve tabii 1987 tarihli Afrodit ile Banu Alkan’ı Banu Alkan yapan filmlerin yönetmeni Aram Gülyüz ile aram hiç olmadı. Yaşım tutsaydı da o filmleri pek tutacağımı zannetmiyorum. Bendeniz o sıralar Orhan Hançerlioğlu’nun “eytişimsel özdekçilik” maddesinde artistik patinajlar yapmakla meşguldüm.
Aram Gülyüz, Vur Davula Tokmağı filmini çektiğinde Vefa Bey 34 yaşındaydı. Acaba bu “tarz” filmler için neler düşünürdü? Ki o Vefa Bey, Benli Belkıs’ı görmüş, tanışmış, serviste bulunmuş biridir. Boru değil! Benli Belkıs bu ya! Ah Vefa Bey!
Meslek hayatına 15 yaşında “barboy” olarak atılan rakı âdabının hocası Vefa Bey, İstanbul Hilton Oteli’nden “bar supervisor” unvanıyla emekli oldu. THY’de iki yıl eğitmenlik yapıp Özel Turizm ve Otelcilik Lisesi’nde “Servis-Bar” ve “İçki Yapımı Teknolojisi” dersleri de verdi.
İsmet İnönü’den (İnönü Muharebelerini İsmet Paşa’nın isminden mülhem zanneden “gazeteci” kılıklı canlılar aramızdalar, ona göre!) Celâl Bayar’a, Kraliçe Elizabeth’ten De Gaulle’e kadar pek çok “tarihî” isme servis yapan Vefa Zat’ın “Huzur”, “Banana Sour”, “Apple Punch” gibi kendine has kokteylleri ve İstanbul’un renkli, kişilikli, ışıltılı gece hayatını kayda alan pek çok kitabı bulunuyor. İstanbul’un yamulan kültür topografyasına Vefa Bey’in anılarında içiniz burkularak tanıklık edebilirsiniz.
Salya sümük “öpüjem”ciler, rakı masasında demlenmenin erdemine vâkıf olamayanlar, iki büyük devirmeyi matah bir şey zannedenler şüphesiz ki Vefa Zat’ın rakı masası âdabından hiçbir zaman nasiplenemeyecek nevzuhur tiplerdir.
Vefa Zat, 17 Mayıs 2019’da kılınan cenaze namazının ardından Bakırköy Mezarlığı’ndaki aile kabristanına defnedilmişti. Mayıslar anason kokuyor…
Şerefe Vefa ağabey!
2020 yazının en “trend” aksesuarı: cerrahi maske
Yok, vallahi biz adam olmayız! Biz “çılgın Türkler”, bir türlü dağıtımı sağlanamayan “corona savar” cerrahi maskeye de motosiklet kullanırken sol kola geçirilen kaska yaptığımızı yaptık! Rengârenk cerrahi maskeleri çene altına çekerek salına salına dolaşan dolaşana maşallah!
Bir şeyi aslî unsurundan farklı alanlarda, amaçlarda kullanmayı marifet mi zannediyoruz ne! Güneş gözlükleri? Yaz mevsiminin vazgeçilmez bir aksesuarıdır o da ne de olsa! Seküler hanımlar, saçlarını toplamak veya cool görünmek için eşek yükü para döktükleri güneş gözlüklerine taç muamelesi yapar da “kapalı” uyur mu? “Kapalı uyuma” bir Yiğit Özgür karikatürüdür ki türünün en iyileri arasına girip “efsane” mertebesine yükselmiştir, “Yüksel ki yerin bu yer değildir/Dünyaya gelmek hüner değildir” diyen Namık Kemal’i pek de hatırlamayan yeni nesillerce… E, “kapalı”lar da güneş gözlüğünü türbanlarının mütemmim cüzü eylerler…
Sürü psikolojisine yabancı sayılmayız, sürü bağışıklığına da gidiyoruz millî birlik ve beraberlik ruhuyla koşa koşa, coşa coşa Nurhan Damcıoğlu’nu unuta unuta… Cerrahi maskenin yıkamaya elverişli olanı veya tek kullanımlık olanı, ne takarsanız takın; fakat sokaklarda çenenizin altında maskeniz, başınızın tepesinde güneş gözlüğünüzle dolaşıp durmayın Allah aşkına! İlkinde zararlı çıkan hem siz olursunuz hem topluma zarar verirsiniz, diğerinde gözlüğünüzün hassas sap ayarını rayından çıkarıp cânım çerçevenizi mahvedersiniz… Zaten Persol veya Etnia kullanan biri de güneş gözlüğüne taç muamelesi yapmaz kolay kolay!
Kaldı mı böyle yazan?
“Türkçeyi söyleyip yazmak için en ufak bir istek beslenmemiş olsa dahi, bir Türkçe grameri okumak bile gerçek bir keyiftir. Kiplerdeki hünerli tarz, bütün çekimlerde egemen olan kıyasîlik, yapımlarda baştan başa görülen saydamlık. Dilde pırıldayan insan zekâsının harikulâde kudretini duyanlar, hayrete düşmekten kendilerini alamazlar. Bu öyle bir gramerdir ki billur kovan içinde bal peteklerinin oluşunu nasıl seyredebiliyorsak onda da düşüncenin iç oluşlarını öyle seyredebiliriz.”
Max Müller
Buyurun lütfen, lütfen siz yazın.
Gramofon > Yahya Kemal > Mızrap > Tanburî Cemil Bey > Güneş Dil Teorisi > Atatürk > Udî Nevres Bey > Said Halim Paşa > Malta > Roma-Via Eostollio > Djagadamard > A. Şıracıyan > II. Mahmud Türbesi > Yıllarca Ben Seni Aradım
Bu kadar “aşama” da çok fazla oluyor ama!
Bodoslama gireyim söze: Dilde öz Türkçe taraftarı mısınız? Yoksa kelimelerin dini, milliyeti olmaz diyenlerden misiniz? Bendeniz ikinci gruba yakın duruyorum. Nasıl durmayayım Allah aşkına! Dil varlığımızdaki onlarca, ne onlarcası, yüzlerce kelimeyi fosilleşmeye terk etmek nasıl bir zihniyetin ürünü olabilir? Kelimeleri ve dahi o kelimelerin anlam nüanslarını budarsak Survivor’ın “Anlat Bakalım” yarışmasındaki “yasaklı” kelimelerin yerine koyacağı sözleri, kelimeleri bulmak için ıkınıp duran yarışmacılarının hazin durumlarına bizler de düşeriz.
“Aşama” kelimesini duymayan yoktur. Var mıdır? Yoktur. Peki, günümüzde bu “aşama” kelimesi sizce kaç kelimenin yerine kullanılıyor? Üç? Beş? Altı? Bilemediniz, tam sekiz (8) tane kelimeyi karşılamaktadır bu marifetli haylaz! Sayalım mı? Başlıyoruz: derece, merhale, safha, rütbe, mertebe, kademe, pâye, hamle.
“Sınav iki aşamada yapıldı” cümlesindeki “aşama” acaba hangi kavramı/kelimeyi karşılamaktadır? Sekiz farklı mefhumu/kelimeyi dil varlığımızdan ayrımcılık yaparak atmanın cezası düşünme yetisinin, düşünme kabiliyetinin iğdiş edilmesinden başka bir şey değildir.
Haydi bakalım, “Dök zûlfünü meydâna gel/Sür atını ferzâna gel”!
Devrik dize kurgusunun hikmeti!
Birkaç gündür argo, Divân Edebiyatı’nda argo kullanımı, Sürûri, Nâili, Sünbülzâde Vehbi arasında gidip geliyorum. Aradığım birkaç kitap vardı ve idefiks, kitapyurdu, pandora arasında mekik dokurken fazlasıyla popüler, hatta “aşşırı” medyatik o avukat-yazar-oyuncu beyin çıkacak şiir kitabının reklamına denk geldim kitapyurdu’nda: Sonra Giydirir Aşk Esvabını.
Aşk esvabını sonra giydirir, dese o “şiirsel” tonu vermeyecek, -mütedeyyin- gönüllerde şimşekler çaktırmayacak tabii, hemen o çok bilinen, şiir yazanların sık sık sarıldığı devrik nizam müessesesine müracaat edip kitabına koymuş adını: Sonra Giydirir Aşk Esvabını. Oldu da bitti maşallah!
Şu fakir Yamalı Poğaça’da dahi en ufak halk şakşakçılığı olmadı, olmayacak! Bir arkadaşım, yayımlanmış yazılarımın birkaçını okuduktan sonra şöyle demişti: “Abi, biraz halkın anlayacağı şekilde yaz, ben bile bazen anlayamıyorum.” “Bile”si şu: Dört yıllık üniversite mezunu, reklam sektöründe “art direktör”. Oruç Aruoba gibi mi yazıyordum ki? Yoksa dipnotları gani Hilmi Yavuz denemeleri gibi mi yazıyordum? Zannetmem. Gayet anlaşılırdı yazdıklarım, az buçuk mürekkep yalamış olmak kâfiydi esasen klavyeye düşürdüklerimin künhüne varabilmek için “mösyö”! Şunu demek istiyordu aslında: Survivor‘daki “Anlat Bakalım” oyununda “sürmanşet”in ne olduğundan bîhaber Yasin gibiler ve altı yüz küsur binlik takipçisine, “Şile bezi”ni hiç duymamış olan Berkan’a yaz abi, diyor. Kusuruma bakma arkadaşım, onlar için bi’ sürü gazete, onlarca TV kanalı, yüzlerce “yazar” da var, şair de…
Tekrar aslî konumuza dönelim: Bu adam işi biliyor. Hem de çok iyi biliyor. Her adımı planlı, attığı her adımda bir PR çalışmasının izi var. Bir Bedirhan Gökçe gibi “hisli duygular” katarak okuyor şiirlerini, yeri geliyor gotik E. Elönü’nün hayran bakışları karşısında eşine olan bağlılığını ballandırarak anlatıyor, yeri geliyor da geliyor…
Boynunda renkli renkli fularıyla da elinde yazarların alâmet-i fârikası addedilen (sık sık “adledilen” diyenlere denk geliyorum, aman ha, yanlış yoldasınız) mürekkepli kalemiyle de pozlarına tesadüf edebildiğiniz gibi kravatsızlığa özel önem atfettiğini de görebilirsiniz.
Tane tane konuşmaya, artikülasyona da özel önem verdiği aşikâr. Bunu da bir “iletişim” fonksiyonu olarak kullanıyor. Her adımı hesaplı her sözü planlı… İşte ben bu hesaplı kitaplı oluşundan zerre hazzetmiyorum, ey ahali! Zaten roman sanatında başarılı biri değildi. Bu benim görüşümdür elbette. Bir şekilde, daha doğrusu iletişim ağının çok çok sağlam olmasıyla oyuncu da oluverdi.
“Romanları ve oyunculuğu ile Türkiye’de ve dünyada büyük ilgiyle takip edilen” biriymiş! Hollywood’a kapak atar mı dersiniz? Ulu Manitu, sen bizi bu kırmızı urbalılardan koru!




