DİKKAT: Bu yazı “140 karakter”den fazla “karakter” içermektedir. “Twitter” ve “Facebook” kullanıcıları için uygun olmayabilir.
Belirsizliklerin efendisinin düzenlediği ayin birkaç aydır en debdebeli haliyle sürüyordu. Ancak, bu tören kansız bir şekilde bitmeliydi. Zili çaldım. Kapı açıldı. Hijyen beyazlığından mamul maskesine sıçramış birkaç damla kan lekesiyle burun buruna geldim kapının açılmasıyla, diş hekiminin… Ayin kapıda bitti. Bittim. Maskesini indirip buyur etti beni muayenehaneye. Ürktüğümü anlamış olmalıydı ki ekledi: Bugün sekreterim biraz gecikecek de…
Anladım, der gibi başımı hafifçe salladım. Konuşacak halim yoktu zaten. Biraz sonra sizi alacağım, dinlenin, dedi. Bekleme salonundaki sehpada günü geçmiş haftalık ve aylık dergiler âdet olduğu üzere sağa sola saçılmıştı. Dergi kapakları sökülmüş, gazeteler ise magazini bol tıraş israfı: Müberra’nın selüliti Şermin’in selülitinden betermiş, Baros zımba gibiyim demiş, emekli Recep amca “üç aylık” kuyruğunda kalp krizi geçirmiş, gözü dönmüş enişte baldızına tecavüz etmiş, iki çocuk babası A. Z. masum damacanayla ilişkiye girmiş, bedelli askerlikten gelen paralar cari açığı yamamakta kullanılacakmış…
Olmazsa olmaz birkaç seminer, sempozyum katılım belgesi bulunur duvarda. İlle de “implantology” seminerinde geçen üç kocca gün! Asimetrik asılmış olması makbuldür. Bekleme esnasında merak saikiyle salondaki kitaplığı karıştırayım derseniz, renkli fotoğraflarla bezenmemiş olanlarına el atarsanız iyi edersiniz. İmplantasyon uygulamalarını anlatan bir kitabı karıştırmak, içinizdeki ayini tekrar başlatmakla kalmaz, kanlı bir vodoo ayinine de çevirebilir tırnak törpületen bekleme ânınızı…
Kulak içi kulaklıklar temin edilerek bekleme salonunda MP3 çalarla bitmek bilmeyen dakikaları tespih ve tevekkülle karşılamak ağzımıza girecek farklı ebattaki, sivri uçlu gri çelik alet edevatın öncesinde beynimizdeki karıncalanmayı bir nebze öldürebilir.
Yirmi dakika yirmi yıl gibi geldi. O da ne? Hasta çenesini tutarak çıkıyor işte. Heyecanlanmak yok. Olası kalp tıpırtılarının şiddetlenmesini bastırmak için espri yapsam mı acaba? Karşınıza dolgu, çekim, röntgen, kanal tedavisi işlerinden bıkmış bunalmış bir diş hekimi (zinhar “dişçi” değil!) varsa işiniz pek kolay olmayacaktır. Korkunuzu yenmeye dönük espri perdelemeleri heyecanınızı rendelemeyeceği gibi, donuk gözlerle bakan diş hekiminizin umursamaz, belki de nezaketen zoraki tebessümü moralinizi daha da pörsütebilir. Tavsiye etmem. Tavsiye etmediğim bir şey daha var: John Schelesinger imzalı, başrollerini Dustin Hoffman ile “unutulmaz” bir Dr. Christian Zsell tiplemesini zihnimize kazıyan Laurence Olivier’nin paylaştığı; özellikle de “Is it safe?” sorusuyla nabzımın atışını yükselten o nefes kesici sekanslarıyla diş hekimlerinin yakılacak filmler listesinde ilk sıraya oturan 1976 tarihli Marathon Man filmini seyretmemek!
Yatar koltuğa uzandım. “Dişçi”, ürkütmemeye özen göstererek sordu sıkıntımı. Kimi hekim bu öykülemeye özel bir önem atfeder ve sizi sakince dinlerken, kimi hekim de caaart diye olaya; yani ağzınıza girer: Tamam tamam, açın ağzınızı bir bakayım, rahat olun… Kusma refleksiniz üst düzeydeyse yandınız! Dilinize veya dilinizin altına ilk soğuk temas sabırsız diş hekiminin, deyim yerindeyse, ön sevişme heyecanını baltalar. İşte o an, bebek masumluğu içinde, kristal bir vazoyu pazar işi ucuz plastik futbol topunuzla kırmışçasına kilolarca eziklik, kilolarca mahcubiyet çullanır üstünüze… Hafif azarlama tonunda ilk ikaz lambası yanar: Burnunuzdan nefes alın!
Yatar pozisyondayken ve dilinizin altında bulunan aspiratörle burundan nefes almak o kadar kolaydır ki… Anlatamam! Uluslararası hamburger satıcısı şirketlerin asgari ücrete talim ettirdiği gençlerin ayın elemanı motivasyon havucuna depar atmalarına benzer bir uygulamayı diş hekimleri de yapabilir: Ayın ağzı en uzun süre açık duran hastası! Yatar koltuğa yapışır, avcunuzda un ufak olan peçetelerden medet umarsınız…
Tamam, oldu işte. Yirmilik dişiniz çürümüş. Alt çeneye yapılan enjeksiyondan sonra, 15-20 dakika beklersiniz ya, üst çene için 2-3 dakika yeterliymiş! Önce dişi biraz yerinden oynatmak lazım. Bir sağa, bir de sola… Korkmayın canım. İnatçı bu diş. Her “yirmilik” delikanlı gibi… Deliliğini bilmem de, “kanlı” olduğu kesin! Hah, “forceps kit”e de uzandı işte… Yattığım koltuğun kollarına sıkıca yapıştım. Hayal meyal bir şeyler işitiyorum: Şimdi, hafif hafif gıcırdama sesi duyacaksınız; rahat olun. Nasıl rahatladım ama!
Diş hekimiyle, yatar koltuktaki hasta arasında diyalog yaşanırmış gibi olur ama siz sadece ellerinizle iletişime geçebilirsiniz. “Probe” dişlerinizin arasındayken sorar diş hekimi: Şimdi nasıl, acıyor mu? Ağzınızı bir sirk aslanı gibi açmışken ve de ağzınıza hekimin elindeki soğuk mu soğuk, adını bilmediğiniz sapı tombul gri aletler girip çıkarken “hayır” veya “evet” demeniz tıp tarihinde ve Guinness’de yer alacak cinsten bir hadise olacaktır! Verebileceğiniz cevap üç aşağı beş yukarı şöyledir: “Aaaeıııvh” veya “Haaaooyıııhr”!
Siz, bu hayatî sorulara cevap vermeye çalışırken, diş hekiminiz göz yaşartıcı gayretiniz sırasında işini çoktan bitirmiştir. El çabukluğuyla pelür kâğıtlara benzeyen beyaz tampon yerine yerleşmiştir de al al olmuştur bile! İki saat boyunca sıcak bir şey içmeyin, şu ağrı kesiciyi (Çocuklar Duymasın’daki gibi arsız ürün yerleştirme uygulaması bizde yok!) alın birkaç saat sonra, kan sızıntısı bir gün sürebilir, endişelenmeyin… 32 dişiniz yok artık!
Aman ha, dişlerinizi günde iki üç kez, özellikle de yatarken fırçalamayın! Bol bol çay, kahve, sigara için! Kolalı içeceklerde sınır koymayın dişlerinize! Ne kadar kola, o kadar hayatın tadı! Seda abla ne diyorsa, onu yiyiverin, içiverin! Diş hekimleri de ekmek yesin, di mi ama? Seda ablamız pek çok ürünün “marka yüzü”dür ne de olsa! O ne içerse, ne yerse “güven” verir, neredeyse TSK kadar “güvenilir”dir algısıyla, algılarımızın ince ayarlarıyla oynamaktadır “creative” reklamcılar! Neyse, şimdi bu hususu pas geçelim. İnternet kanalıyla satılan diş parlatıcılarını muhakkak kullanın! Amerika’nın bilmem ne enstitüsünden Franklin Teethfording ismiyle mâruf diş hekiminin (beyaz saçlı, gözlüklü ve kafasının tam ortası açık olmalıdır) yıllarca süren araştırmalarından elde ettiği bu jel var ya… On iki aya varan taksitlerle… Üstelik iade garantisi de var! Beğenmediğiniz ürünü kullanmamak şartıyla geri alıyoruz!
Dişimizi bileriz, dişimizi gıcırdatırız, diş geçirmeye çalışırız, dişe dokunur bir laf söyle bari ulan, deriz; aldığımız üç kuruş maaş da, zam da dişimizin kovuğuna gitmez, gelecek zam dönemine kadar dişimizi sıkarız var gücümüzle, dişten artmaz işten artar ve bu yazı tam dişinize göredir!
Bir “implant”ın üç kişinin asgari ücretine eşit olduğunu, bir porselen dişin birkaç asgari ücrete bedel olduğunu, kanal tedavisinin de asgari ücretin yarısından biraz fazla olduğunu düşününce, dişten gayet güzel arttığını öngörmüş “hayat koçu” atalarımız…
Dişimizi tırnağımıza takacağız artık, n’apalım!
Yorum bırakın