Author Archives: adnanalgin

Akdeniz -Stavros Lantsias ile- ısınıyor!

Spotify adlı dijital müzik kütüphanesinin kıymetini, Akmar Pasajı’nda CD’den, plaktan 90’lık kasetlere kayıt yaptıranlar bilir! Ne büyük nimettir şu Spotify bi’ bilseniz!

Geçen hafta başında “haftalık keşif” sekmesini açıp dinlemeye başladığımda elim hemen o “kalp” işaretine gitti: To Waltz Ton Mation, Stavros Lantsias. “vals of the eyes” başlığı var o çoook meşhur “ekşi”de, hey Allah’ım! Nasıl, “gözlerin valsi” ne kadar romantik değil mi? Yazarken fark ettim de “romantik” kelimesinin de içini boşaltmışız… Yazık.

Eleni Karaindrou’ya götüren melodi zenginliği, yereli evrensele lehimleyen bir vizyon, dingin bir ruh hali… Ruhunuzun yönetmeni olduğunuz filmlere “soundtrack”ler Stavros üstadımızdan… Yayınlanmış albümlerine yelken açtım hemen. Yanılmamıştım. Berklee mezunu bir piyanist. Güney Kıbrıs doğumlu. Halkların kardeşliğine eminim o da iman etmiş bir “dünya vatandaşı”dır. Müzik varsa savaş yoktur. Hele hele jazz‘a meyletmiş bir yüreğin varı yoğu barıştır.

Human Touch grubunun saksafon icracısı David Lynch ve gitarist Yiotis Kiourtsoglou ile 1998 ve 2004 yıllarında iki albüm çıkartıyor. Aman diyeyim, Blue Velvet ile Lost Highway‘in yönetmeni David Lynch değil ha bu David!

Warner Music ile anlaşma gecikmiyor. Yıl 1999. Albümün adı Return. 2002’de de The Journey of a Note. Bana soracak olursanız, ki bana sorunuz, tam bir “ECM sanatçısı” Stavros ustamız. Manfred Eicher, bu “dünya sanatçısı”na ECM’in kapılarını açarsa hiç şaşırmam.

2011 çıkışlı Dairy of Dreams ise ayrı bir cümbüş! Davul setinde, vakti zamanında biz Akmar Pasajı müdavimlerini delirten Weather Report’un davulcusu Peter Erskine var! Lars Danielsson da kontrbasın tellerine konan kuşlarla muhabbete koyulmuş…

Dün akşam da “home office” çalışmaların baskısını temize çekmek için web âleminde bi’ sörf yapayım dedim ve karşıma enfes bir WordPress dostu çıktı: https://birinindunyasi.wordpress.com/2016/11/01/stavros-lantsias/

Gayet temiz anlatmış. “+1” demekle iktifa ediyorum. Ellerine sağlık. Onun da bu yazısını okuyunca kalbim, ruhum, gözüm Stavros Lantsias’ın besteleriyle dolu bu berbat gündem maddelerine nanik yaparcasına! “As Far as Your Eyes” adlı nefis bestesinin videosu da benden gelsin…

Yaşasın barış! Yaşasın kardeşlik! Yaşasın müzik!


Gel dese noktalama işaretleri!

Diziye dair enfes -ve tabii ironi harikası- yorum için lütfen Murat Soner’in, “TV’de Sansürsüz Yayınlanan Dizi Gel Dese Aşk İncelemesi ve Eleştiri” adlı 20 Nisan 2020 tarihli videosunu YouTube adı verilen şeytan icadında seyretmenizi hararetle tavsiye ediyorum.

Benim pertavsızıma takılıp kalbimi sızım sızım sızlatan ise şu “..!” noktalaması şeysi! Osman Bey’in Türkçenin noktalama işaretleriyle sınavı da bitmemiş anlaşılan. Kısa keseyim: Ya “!” ya da “!…”, ötesi sallamaya giriyor, hatta noktalama katline…

Ben yazdım oldu: Kimse sınanmadığı dilin masumu değildir!


“Gül ve Düşün”ün Türkçe fakirinden Ferhan Şensoy’a köprü kuramazsınız!

Ferhan Şensoy adlı tiyatrocu, yazdığı ‘Elveda SSK’ adlı kitabında, bir kediye tecavüz etme düşüncesini yazmış. Bu ahlaksızlar yıllarca millete rol model oldu.

Üstteki satırlar sosyal medyada olur olmaz, bilir bilmez her şeye ahkâm kesen cahil bir güruhun cevval bir üyesinden… İşte o üye, gitmiş Türk tiyatrosunun yüz akı, Brechtyen unsurları geleneksel tiyatromuzla ustaca harmanlayan Ferhan ustayı Türkçe fakiri, pedagojik ve yazarlık formasyonu yerlerde sürünen “masalcı amca”yla aynı kefeye koyma hadsizliğini göstermiş. Vâ hayfâ!

“Bir kediye tecavüz etme düşüncesini” değil, kurguladığı hikâyedeki şahsın iç dünyasındaki ruhsal-cinsel dalgalanmayı yazıya dökmüş Ferhan Şensoy, a benim okuduğunu yorumlamaktan aciz kuşçubaşı!

Tutmaz bu çamur, başka kapıya!


Vah Migros vah!


Koskoca Migros’un reklam ajansında “lamı cimi yok” deyimini doğru dürüst yazmayı bilen biri olmadığı gibi, Migros’un o cicili bicili “title” sahibi reklamveren yetkililerinin arasında da “lamı cimi yok” deyimini yazılı olarak gören biri yokmuş demek! Pes valla!

Yahu “LAM” nedir ki koca koca yazıp bir de apostrof koymuşsunuz?! Ya “CİM” ne ola?! Haydi, onu “CIM” diye ezbere bilirsiniz de bu “CİM”e apostrof koyanın aklında ne vardı acaba? Küfelik miydi neydi?

“LAM’ı CİM’i yok” ha?! Vay anam vay! Uy anamlar, derdi unutulmaz Muhlis Bey. Böyle rezillik az görülür. Ölmüşüz de ağlayanımız yok. Ürkütücü bir cehalet bu! Migros yahu bu, Anadolu’nun ücra köylerinin birindeki iki şubeli “market”ten bahsetmiyoruz. Bu skandala nasıl sessiz kalabilir reklam dünyası, Kristal Elma müdavimleri? Akıl alacak şey değil!

Kıçı kırık Yamalı Poğaça’nın günlük ziyaretçi sayısı 20’yi zar zor geçerken, bu rezalet Covid-19 illeti ile Akdeniz’deki gerginlik arasında güme gidecek, bu belli, hatta casus belli! Haber Türk’ün sunucusu Serap Belet Douillet, bu sabah gazete manşetlerini okurken “ajan” anlamında “câsus belli” diye telaffuz ediyordu… hey Allah’ım! “Kasuz  beli” telaffuzunun olmadığı bir yerde “LAM’ı CİM’i yok” da gayet normal değil mi ey Slovenyalı hemşerilerim?

Yeter artık, şimdi kazıya geçelim: Arapça “lâ yecûzü”, “caiz değil, uygun değil” demek. Bu söz zamanla, “Deme kalbura kallabur, lisân-ı fasihten evladır galat-ı meşhur” fehvâsınca “lam cim”e dönüşmüş. “Lamı cimi yok” deyimi, “böyle mi, şöyle mi diye boş sorularla işi uzatma, itiraz/bahane istemem, uzatmanın anlamı yok, bu böyledir” anlamına gelen bir deyimdir.

“Lam”, Arap alfabesinin yirmi üçüncü; “cim” de Arap alfabesinin beşinci harfidir. Ebced hesabında değeri 3 olup eski devirlerde seneyi bildiren rakamdan sonra cemâziyelâhir ayını gösteren bir rumuz olarak kullanılırmış.

Diyeceğim şu: Migros’a iletişim hizmeti verenler de Migros’un o anlı şanlı yetkilileri de cim karnında bir noktadır vesselâm!


“Fenomen”e gel!

Reklam ajansı müşterilerinin kılavuzu TDK’den okuyalım bakalım, şu “fenomen” neymiş?

fenomen (isim): olay

fenomen (isim, felsefe): görüngü

Şimdi sorulacaktır, bu “görüngü” ne ola?

görüngü (isim, felsefe): Duyularla algılanabilen her şey, fenomen, numen karşıtı.

Nasıl, TDK’den “fenomen”in ne olduğuna dair bir fikir edinebildiniz mi? Saçlarını civciv sarısına boyatmış ergen “fenomen”e dair (ağababaları Enes Batur oluyor) kafanızda bir imaj oluştu mu? YouTube adı verilen video paylaşım kanalında sürüsüne bereket “fenomen” bulunuyor. Hatta “ihtiyaç fazlası” demekte beis yok.

Peki, “fenomen” olmak için anneannemizin kafasında yumurta kırmak şart mı? “Enes Batur Kızı Kaldırdı” videosu daha merak uyandırıcı büyük bir kitle için haliyle, neyse. Hâlâ “fenomen”liğin künhüne vâkıf olamadık. 2019 fiyatı 163.000 ABD doları olan BMWi8’e bir milyon iki yüz bin Türk Lirası verebilene “fenomen” deniyor olabilir mi?

Sümüklü bir çocuk edasıyla konuşan, insanlığa ve dünyaya zerre faydası olmayan bir ergenin rahmetli Prof. Dr. Ünsal Oskay’ın hayal bile edemeyeceği parayı çuvalla götürmesi bu dünyanın rezil bir adaletsizliğidir olsa olsa.

“Zeminden Elini Son Çeken Kazanır !?” adlı videosu “3.384.313 görüntüleme” almış! Videonun adındaki o “ünlem” ile “soru işareti” ne ayak, diye bir Allah’ın kulu sormuş mu? Paraya para demeyen bir ergeni takip eden ve IQ seviyesine kafasını pek takmayan kitlenin bu soruyu sormasını beklemek safdillik olur.

YouTube içerik üreticisi bu ergenin başka bir videosunun başlığı: “En Son Çığlık Atan Kazanır !?” Görüldüğü gibi bu zengin ergenin arası noktalama işaretleriyle hiç iyi değil; olur olmaz “ünlem”in ardına “soru işareti”ni yapıştırıyor. Espas zaten hak getire!

Çocuk işçilerin karın tokluğuna yaşamaya çalıştığı bir memlekette bir de bu çocuk gününü gün ediyor. Ancak hâlâ “fenomen” nedir, bi’ türlü bulamadık. Kerimcan Durmaz da “fenomen”di değil mi? Hani, uçakta istimnâ eylemini cep telefonuyla kaydeden şahıs… Murat Övüç de “fenomen”miş. Onun da Kapalı Çarşı’da kuyumcu bir yavuklusu varmış. “Czn Burak” adlı şahıs da “fenomen”miş. Ağzı kulaklarında “yemek show”lar yapıyormuş. Çağrı Taner’i hiç duymamıştım. Onun da marifeti şöyleymiş: “Instagram’da tam 13.6 milyon kişi tarafından takip edilen Çağrı Taner, genellikle Twitter’da görülen ya da başka sosyal medya kullanıcılarının çektiği komik video ve fotoğrafları paylaşıyor.” Çektiği makyaj videolarıyla ünlenip “yürüyen” sosyal medya güllerinden biri de Danla Biliç’tir, ismini anmazsak çok gücenir.

Kısacası, bu “fenomen”lik işi iyice zıvanadan çıkmış! Tam bir rezalet! Kelimelerin içeriğini boşaltmakta üstümüze yok. “Aşkım” deyip duran yeni nesil kızlar, “Allah” lafzını her konuşmasında yerli yersiz geçirip oya tahvil etmek isteyen siyasetçiler, hatta ve hatta dilenciler… Eski zamanların dilencilerinde dahi belli bir edep vardı; gönlünüzden kopup gelen maddî veya manevî yardımı beğenmemezlik edip “ayran da alsana abi” demezlerdi farzımuhal.

İşte Hürriyet gazetesi bize “fenomen” neymiş, açıklıyor: “Büyüleyici olan harika şeylere veya insanlara fenomen denir. Bir fenomen, değerleri ve düşünceleri akranlarından, çevreden veya toplumdaki insanlardan daha değerli olan bir insandır. Ayrıca daha ön planda yer alır. Son zamanlarda yaygınlaşan bu ifadenin en yaygın kullanımı, internet fenomenleridir. Birçok sosyal ağda bulunurlar ve yüksek bir izleyici kitlesine, onların tavsiyelerine ve bilgilerine büyük önem veren takipçilerinin hayranı olurlar.

Sizce bunu kaç yaşındaki bir çocuk yazmış olabilir? Ve bu çocuk, nasıl olur da tirajı yerlerde sürünen Hürriyet gazetesinin internet haberini bu kadar “çocukça” klavyesine meze edebilir?

Sunay Akın misali yazayım: Bakın bakın, “fenomen” denen kavram nedir, bunu anlamak, özüne vâkıf olabilmek için Fikret Ürgüp’ten girip Florinalı Nâzım’dan çıkmak gerek. Yeter mi? Dr. İhsan Ünlüer, Asaf Hâlet Çelebi, Filozof Rıza Tevfik keşfedilmeyi bekliyor. Altını, borsayı, doları moları bi’ kenara koyup sun’i gündemlerin prangalarını kırın da “essah” fenomen neymiş, nasıl olurmuş bi’ görün. E, haydi!

 


Sokakta Türkçe


“Yanda ki bina”yı da “Panaromik deniz manzarasını” da boş verin, acilen bir yazım kılavuzu alıp öyle yapın daire satışlarınızı bi’ zahmet! Cümle içinde doğru yazılışıyla geçmesi gereken “panoramik”in p harfi niçin büyük, o da meçhule giden bir gemide sanki.

Meraklısına:
“Yandaki”
“panoramik” (Fr. panoramique)


İşte Xavier Cugat bu kaytan bıyıklı!

Xavier Cugat

Amma da yaptın şıllık kız,
Dağlıysak, insan değil miyiz yani?
Koyunları sattık, vurduk üçbini;
Öküzleri sattık, vurduk beşbini;
Bu parayı mezara mı götüreceğiz?

Hele gel, seni vizon pöstekilere saram;
Koluma takıp Kervansaray’a gidem;
Sana Chat-Noir’lar  alam mı;
Kokluyanın burnu düşsün.
Joze İturbi’den, Xavier Cugat’tan
Sana pilâk alam mı?
O çalsın, sen tepinedur…
Seni eşek sütünden banyolara yatırıp
Camel’ini binliklerle yakam mı?

Naylon’una ne verem?

eloğlu

Şiir Metin Eloğlu’nun da el oğlu bu kıymetli şairimizden haberdar mı acaba? Garip akımına yakındır. Hırçındır dili, keskin ironisinden gül kokulu kan damlar, adamdır Eloğlu, adam gibi adam!

 

Instagram’da deyimlerimiz bi’ başka güzel!


Tam bir tut kelin perçeminden vak’ası! Neresini düzeltelim şimdi bu metnin? Metin olun değerli Yamalı Poğaça takipçileri, sakince yerlerinize oturun. Dişlerinizi daha fazla sıkmayın, papatya çaylarınızı yudumlayıp gözlerinizi usulca kapatın ve derin derin nefes alıp vermeye başlayın… Nasıl, sakinleşebildiniz mi?

Türkçemiz deyimler bakımından hayli zengindir. Daha geçen günlerde MasterChef yarışmasının bir yarışmacısı, “yavaş atın çiftesi pek olur” deyimini izah etmeye çalışırken “sinsi/lik”ten dem vurunca diğer yarışmacılar haklı olarak tepki gösterdiler, küçük bir ağız dalaşı yaşandı. Yaşanır; çünkü bu deyimde yumuşak huylu kişilerin kolay kolay kızmayacakları, kızdıkları zaman da hiç umulmadık ve sert tepkilerde bulunabilecekleri anlatılmak istenmiştir. Bu deyimi kullanan yarışmacının “at terbiyecisi” olması ise işin ironik tarafı olarak televizyon tarihine geçmiştir.

Instagram’daki bu “post”ta da deyimlerimizi bilmemekten kaynaklanan bir hata hançeresini yırtıyor. Efendim, neresini yırtıyor? Yok yok, orasını değil; hançeresini… Yazım savrukluğu başlı başına bir âlem zaten! Bu Instagram kullanıcısı, “Zirvede oluşumuzu baltalamaya çalışan bu saygısızlara itibar etmemenizi rica ederim.” demeye çalışmış. Nasılız? Sakin miyiz? Nasılsa Fatih Portakal da istifa etmiş. Oh, FOX TV de mis! Haydi, eller havaya!


Türkçe Instagram’da güzel!


Düzeltmiş olayım: İkisi beraber güzel olmadı mı sizce de?


Türkçeyi “swinger”lar mı ele geçirdi?!



Şu iki başlığı görüp de hâlâ halama, “Şapka kalkmamış mıydı?” diye soracak mısınız acaba? “Aşık”, “mekan”, “rüzgar” yazmaya daha ne kadar devam edeceksiniz? John Sins’e havale ediyorum o cacık beyinlerinizi düdük makarnaları, bangobozlar, andavallar! Yeter artık!