Tag Archives: Marketing Türkiye

Arama tarama: “Kobi” değil, “Kobe”!

Mevlânâ der ki: İnsana aradığı şeye göre/bakılarak değer biçilir. İnternet âleminde aranma rekorunu elinde bulunduran kelimeler “porno” ile “seks” bilindiği gibi. Bu kelimelere eklemeler yapılarak da arama motorları çalıştırılıyor elbette. Tüm bu bel altı merakın içinde, farklı şeyler arayanlar da oluyor ve bu fakir “blog”a tesadüf ediliyor. Genital organların nemli, ritmik, aritmik serüvenine monitörlerinden ortak olmak isteyen kadınlı erkekli pek çok kullanıcı, “FAX, TAXI & SEX” kelimelerinin azizliğine uğrayıp hayal kırıklığı içinde küfrü basıyorlardır muhtemelen arzuladıkları et maceralarından uzağa düştüklerini anladıkları anda. 

“Aramak”tan girdik söze, devam edelim. Yazılarımı takip edenler, reklam sektörünün “okunmazsa, bakılmazsa olmaz” dergisi Marketing Türkiye’deki Türkçe, yazım yanlışlarına değindiğimi de bilirler. Söz konusu derginin “yorum” kutucuklarına yazdıklarım çoğunlukla yayımlanmaz. Neyse ki, derginin sahibesi Günseli Özen Ocakoğlu, haber metinlerdeki berbat Türkçe kullanımına yönelik eleştirilerimi anlayışla karşılamıştır. Ancak, bu kez Marketing Türkiye’nin “yorum” kutucuğuna hiçbir şey yazmayacağım. Günseli Hanım’ı da rahatsız etmeyeceğim. Ben çalıp ben söyleyeceğim!

1 Ekim 2010 tarihli Marketing Türkiye’den: “Basketbolda Türkiye ikinci oldu, pazarlamada şampiyon kim?

Kobi Bryant, Le Bron James, Marc Gasol, Manu Ginobili gibi yıldızların 2010 FIBA Dünya Basketbol Şampiyonası’na teşrif etmeyeceği anlaşılınca spor camiasında organizasyonun çok da fazla ilgi çekmeyeceği düşüncesi hızla yayıldı. Fakat sonuç hiç de beklendiği gibi olmadı! Özellikle Türkiye’nin finale kadar yükselmesi yalnızca basketbol severleri değil tüm Türkiye’yi ekrana kilitlerken, sponsorlar ve ‘ambush marketing’ taktiğine kullanan markalar da kıyasıya bir rekabete girişti. Türk basketbolu, tarihinde de ne bu kadar seyirciyi ne sponsoru ne de markayı bir arada gördü. Peki ama markaların kıyasıya yarıştığı bu dünya çapındaki etkinlikten hangi markalar zaferle çıktı, hangileri parasını boşa savurdu?”

En ufak bir arama taramaya bile gerek görülmemiş ve sallapatiliğin beşiği umursamaz bir şekilde sallanmış. “Kobi” değil, “Kobe”; “Le Bron” değil, “LeBron”… Bunlar işinin ehli olmayanların bile birkaç klavye tuşlamasıyla ulaşabileceği doğrular. Marketing Türkiye’nin muhabirleri bunlara üşenmişler ammaaa boylarından büyük sularda yüzmekten de kaçınmamışlar. “Kobi Bryant, Le Bron James, Marc Gasol, Manu Ginobili gibi yıldızların 2010 FIBA Dünya Basketbol Şampiyonası’na teşrif etmeyeceği anlaşılınca…” cümlesindeki “teşrif”i kullanmaya cahil cesareti demekte beis görmüyorum.

“Teşrif”, “şeref” kelimesinden türemiştir ve “şereflendirmek, onurlandırmak” demektir. “Haiz” (bir şeyi elinde tutan, bulunduran) kelimesi gibi, “teşrif” kelimesi de daima “i” ekiyle kul-la-nı-lır. Cesur cümleden gidelim: “2010 FIBA Dünya Basketbol Şampiyonası’nı teşrif etmeyeceği anlaşılınca…” olarak yazılması gerekirdi o cümlenin. “Teşrif etmek” fiilinin “gelmek” anlamında kullanılması yol açıyor bu duruma. “Galat-ı meşhur” denilip geçilmemesi gerekir. Hoş, Marketing Türkiye’nin muhabirlerinin “galat-ı meşhur”dan da haberdar oldukları kuşkulu ya! Şüphesiz ki, buradaki yaygın yanlışa düşmemeleri gerekirdi, Marketing Türkiye gibi “referans” alınan veya “kaynak” gösterilen bir yayında kalem oynatan habercilerin. Kullanımını bilmedikleri kelimeleri cümle içinde kullanmayıp akıcı, doğru bir Türkçeye yelken açmaları yetecektir okurlara. Üslubu süslü, güçlü kuvvetli yapmanın yolu, kullanımını bilmediğiniz kelimelere bulaşmamaktan geçer.

Tatsız tuzsuz, takır tukur haber metnine dikilen tüyümüz ise  “Peki ama markaların kıyasıya yarıştığı bu dünya çapındaki etkinlikten hangi markalar zaferle çıktı, hangileri parasını boşa savurdu?” cümlesinde tezahür ediyor: “hangileri parasını boşa savurdu?” “Boş” ile “savurmak” yan yana… Bu denli Türkçe duygusundan, sözcük uyumundan habersiz olmak olur şey değil! Çok konuşma da önerin ne diyenler olabilir belki. Buyrun: “hangileri parasını heba etti?”, “hangileri parasını boşa harcadı?” ve dahi “hangileri parasını savurdu?”

Bu muhabir arkadaşları, doğru dürüst Türkçe kullanımı üzerine yazdığı yazılar dolayısıyla, aynı derginin kadrolu yazarı Ali Saydam’a havale ediyorum.


Ali Saydam’a cevabımdır!

Sayın Ali Saydam,

15.06.2010 tarihinde Marketing Türkiye’de yayımlanan “Pasta küçüldü mü itiş kakış büyür!..” adlı yazınızın, “Korku filmi mi reklam filmi mi?..” ara başlığını taşıyan yazınızda “dublaj” sanatçılarına yönelik “o adam” nitelemeniz çok yakışıksızdı!

Bursalı iletişim ustası arkadaşımız Tolga Yücel” yazıp “o adam” ve “adamcağız” gibi sıfatlarla değerli “dublaj” sanatçılarını (evet, “seslendirme” bir “sanat”tır) küçümsemeniz çok çirkin.

“O adam” dediğiniz, 1990’da hayata veda eden sinema-tiyatro oyuncusu, yönetmen ve unutulmaz “dublaj sanatçısı” değerli Agâh Hün’dür. Belki de, Abdurrahman Palay’ı anlatmak istiyordunuz… Bu dublaj sanatçıları kimdir, diye küçük bir araştırmaya tenezzül etmemişsiniz ki!

Bakın Ali Bey, “The Message”ın (Çağrı) Hz. Hamza’sına can veren o muhteşem ses, Agâh Hün’e aittir. “Lion of the Desert” (Çöl Aslanı) filminde Anthony Quinn’in oynadığı “Omar Mukhtar”a can veren de Agâh Hün’dü! Tarık Gürcan, Pekcan Koşar, Nevin Akkaya, Alev Emre, Güner Ümit, Rıza Tüzün, Hayri Esen, Jeyan Mahfi Ayral (Tözüm) gibi Agâh Hün de, yerli-yabancı pek çok filmi hem “kült” mertebesine çıkarmışlardır hem de pek çok sinema oyuncusunun “star”lığında “söz” sahibi olmuşlardır. Bir düşünün… Selvi Boylum Al Yazmalım‘da Kadir İnanır’ın oyunculuğunu katmerleştiren kişi, “İlyas” karakterine sesini veren Pekcan Koşar’dır! Kezâ Asya… Tijen Par’ın “dublaj sanatçılığı” olmasaydı, Asya ne kadar hafızalarımıza nakşolabilirdi?

Ali Bey, emrinizde o kadar çalışanınız var. Yazınıza konu edeceğiniz kişilere dair küçük bir araştırma yaptırma zahmetine katlanmamış olmanız bir yana, çalakalem klavye kullanımınız da okuyucularınıza göstermediğiniz saygının nişânesi sanki! Örnek mi? “Birebir” değil, “bire bir”; “Kpayın gözlerinizi” değil, “Kapayın gözlerinizi”; “Güzel slogan, ancak araya gidiyor…” değil, “Güzel slogan, ancak arada kaynıyor/gidiyor…” vs.

Ölülerin ardından daha nazik bir şekilde hitap etme “duyarlılığı” göstermeniz, “iletişimci” kimliğinize halel getirmez! Önemle hatırlatırım.

Adnan Algın

Not: Hakan Plastik, Fi Yapı reklamlarının “Dış Ses”i Kemal Ayyıldız’dır. Ayrıca, Shop & Miles (İspanyolca), Shop & Miles (Çince), Turkcell Süper Tarife, Schweppes, Detan Maxi gibi firmaların/markaların reklam filmlerini de seslendirmiştir.

***

25 Haziran 2010 tarihinde Sayın Ali Saydam’dan gelen e-postayı olduğu gibi yayımlıyorum. Kraldan çok kralcı olan M. Türkiye’nin gösteremediği olgunluğu ve demokratlığı gösterdiği için kendisine teşekkür ederim.

“Merhabalar Adnan Bey,
Uyarılarınız için teşekkürler…
Ancak kastedilen kişi kesinlikle Agâh Hün değildir… Çünkü söz konusu dublaj son birkaç ayın konusudur. Diğer kastedilen fragman dublajı ise ABD’dendir. Yani yine rahmetli Hün olamaz…
Duyarlılığınıza ve şahsınıza
Saygılar.
Ali Saydam”


Reklam meklam: Peki, Marketing Türkiye’nin Türkçeye borcu?

“Pegasus’un reklam filmi ‘copy paste’ mi?” başlığı altında sunulan haberi okuyalım önce: “Pegasus Havayolları’nın Facebook’taki resmi hayran sayfasında yayınladığı videosu sosyal alemin gündemine bomba gibi düştü. Uçak kalkmadan önceki güvenlik uyarılarının 5-6 yaşındaki minikler tarafından anlatıldığı video bundan birkaç ay önce Thompson Havayolları için Beattie McGuinness Bungay London tarafından hazırlanan filmin tıpkısının aynısı… Reklam filminin hazırlanma amacı da yine aynı. Uçak kalkmadan önce yolcuların hostesleri ya da ekranlardaki videoları izlememesi havayolu şirketlerini daha yaratıcı bir çözüm aramaya itiyor. Tıpkı Thompson Havayolları’nda olduğu gibi Pegasus’un filmi de sadece uçak kalkmadan önce yayınlanmak üzere hazırlanmış. Ancak yine de birebir kopya sayılabilecek reklamdaki benzerliğin sorumlusunun kim olduğu sektörde oldukça merak ediliyor. Acaba reklam ajansı mı müşterisinin haberi olmadan böyle bir çözüm bulmuştu… Yoksa marka mı ajansına gidip ‘Bize bunun aynısından yapın!’ demişti? Öyle görünüyor ki Pegasus Havayolları ve reklam ajansı reklam sektörüne bir açıklama borçlu…”

Yukarıdaki haber metni Marketing Türkiye’nin (bundan sonra MT olarak anılacaktır) internet sitesinden… Bu haber metninde “koyu” sözcükler tarafımdan dikkatinize sunulmuştur. MT’nin Türkçe kullanımına ilişkin özensizliği, sallapatiliği son aylarda gemi azıya almış vaziyette. Üstelik, “YORUM YAZ” butonuna basıp buna benzer hataları tek tek gösterdiğinizde, izahını yaptığınızda “negatif yorum” olduğu için yayımlamamak gibi antidemokratik halleri de cabası maalesef.

1 Haziran 2009 tarihli nüshalarındaki “Reklam sektörünün Ankara çıkartması” haberinde geçen “çıkarma” ile “çıkartma” sözcüklerinin hatalı kullanımı üzerinde kaleme aldığım ikaz yorumum üzerine Günseli Özen Ocakoğlu’yla “özelden” yazışmış ve “çıkarma-çıkartma” sözcükleriyle ilgili olarak “Ne ilginçtir ki pek çok yerde de yine aynı karmaşa var.” cevabıyla kalakalmıştım. Oysa, “ÇIKARTMA” ile “ÇIKARMA” arasında “Normandiya Çıkarması” kadar fark var! Neyse.

Yine aynı “Reklam sektörünün Ankara çıkartması” haber metninde geçen “devlet erbabı”na dair tek sözcük olsun cevap alamadığımı da, bu mütevazı “blog”a ara sıra takılan muhterem zevata bunu duyurmak bordrolu boynumun borcudur! Ne tesadüftür ki, MT’nin daha önce yapmış olduğu bir haberin öznesi yine Pegasus’tu! O haber metninde de, “her şey”, “herşey” olarak yazılmakla kalmamış, “7.99 TL” sosuyla reklam sektörüne servis edilmişti. Ben, yemedim tabii! Huyum kurusun, önüme gelen her yemeği yemem. Söz konusu yemeği servis eden “mutfak” çalışanlarına “YORUM YAZ” kanalıyla mesajımı ilettim. Okudular. Harfiyen yerine getirip yemeği tekrar servise sundular. E-posta adresime tabii ki “kuru bir teşekkür” cümlesi gelmedi! Siz nerede yaşıyorsunuz Allah aşkına kuzum?

175. sayının kapak konusunun haber metninde ise yine evlere şenlik bir durum vardı. Hatırlatayım: “Ancak pazarlama sektöründe uzun yıllardır çalışanlar iyi bilir ki ne kadar inkar edilirse edilsin siyasi konjektürü iyi okumadan pazarlama yapılmaz. Yapılamaz…”
Fi tarihinde, Baba Tatlısı’yla, Dil Haşlama’sıyla, Çobansalatası’yla “reklam yazarı” olma azmini, disiplinini taşıyanlara büyük bir dil hizmeti sunan “duayen” reklamcı Vural Sözer’in internet sitesinin “Sallıyorum” kategorisi çalışır durumdayken, “Sallıyorum”una şunları eklemiştim: “Cesur bir kapak konusu. Ne var ki, yine pek çok yazım yanlışı barındırıyor. İğneyi kendine batırma erdeminin bu kez gösterilmesi temennisiyle, şu ‘konjektür’ denen şey, nasıl bir şeydir acaba, bunu irdelemeye çalışalım.

Öyle bir hata ki bu, popüler kültürün hilkat garibesi ürünü ‘varoş kültürü’nün memlekete egemen halinde cisimleşen ‘kahraman’larından birinden de bu ‘konjektür’ü duymuş olmanın ürpertici tesadüfünü paylaşmak isterim. Marketing Türkiye’nin itibarını zedeleyen, neredeyse sabote eden akıl almaz yazım hatalarına dur denmeyecek mi? Fransızcası ‘conjoncture’ olan bu sözcüğün Türkçe yazımı şöyledir: ‘Konjonktür’.
Anlamını Hz. Google yardımıyla bulabilirsiniz. Yine de yazayım: Siyasi, ekonomik, sosyal (fiyakalı bir sözcük geliyor) parametlerin o anki şartlarla bağlantısı… Biraz daha özen ve dikkat lütfen. Bir de, ‘Türk Halkı’ değil, ‘Türk halkı’… İğnem gani, çuvaldızım sipsivri!”

Tamam, Pegasus’un “esinlenme”sini bir kenara koyalım ve aslî işi Türkçeyi doğru dürüst kullanmak olan, reklam sektörünün alametifarikası addedilen Marketing Türkiye’nin Türkçeyi, Türkçenin kullanımını katletmesine bakalım. Pegasus Havayolları’ndan bir açıklama gelir ya da gelmez, buna benzer “esinlenme” oranını “eser miktarda” tutup kıvrak manevralarla “yaratıcı reklam ajansı” madalyasını hâlâ taşımaya devam eden pek çok kuruluş mevcuttur. Pegasus’un “reklam ajansı”nın “esinlenme” oranını zekice ayarlayamadığı anlaşılıyor.

“Alem” ile “Âlem” arasındaki farkın, farkında mısınız? Yoksa, “şapka kalktı” yavelerine mi iman ediyorsunuz hâlâ? Lütfen hazıra konmayınız. Sözlük okumaktan vazgeçtim, sözlük karıştırmak da yok artık! Karıştırınız. Gelelim “birebir”e… “Birebir” ile “bire bir” elbette farklıdır. MT’nin haber metninde “bire bir” olarak yazılmalıydı. Cümleyi düzeltiyorum: “Ancak yine de bire bir kopya sayılabilecek reklamdaki benzerliğin sorumlusunun kim olduğu sektörde oldukça merak ediliyor.”

Şimdi, sorum şu: Marketing Türkiye, Türkçenin engin birikimine karşı borcunu ne zaman hakkıyla ödeyecek acaba?