Ruh der ki: Önce Türkçeyi adam gibi öğren de gel!

Yandaki fotoğrafa iyi bakın. Bu fotoğrafta okuduğunuz kelime öbekleri sürrealist reklam metni dalında, tabii geleceği hatırlarsanız (?!), bir Kristal Elma’yı cukkalayabilir ileride, kim bilir!

Neymiş, 17 Temmuz’da Nike Türkiye GS formalarını tanıtacakmış da… Facebook’taki meysbuktaki sayfalar, caddelerdeki irikıyım reklamların hepsi bunun içinmiş. Zurnanın zırt dediği yere gelelim. Bu iletişim çalışmalarını (ne fiyakalı bir laftır bu da ama!) hazırlayan hangi ajanstır acaba? Dahası bu ajansın/şirketin “yazar” kadrosunda Türkçe bilen biri veya birileri var mıdır acaba? Benim gibi reklam sektörünün “görünmez” bir memurunun zihinsel kapasitesini aşan uhrevî, (sıkı durun, başka bir fiyakalı kelime geliyor) inovatif ve de (bir kelime daha geliyor ki, bu da yazılarınıza/konuşmalarınıza apayrı bir hava katar) farkındalık yaratan bir hikmeti vardır belki de “geleceği hatırla” terkibinin. Benim aklım ermediği gibi, geleceği hatırlamak gibi bir yeteneğim de yok işin kötüsü. Üzgünüm.

“Hatırlamak”, TDK tarafından “anımsamak” olarak açıklanmış. Maşallah! “Hatırlamak”, daha önce yaşanılan/bilinen bir şeyi akla getirmek olarak tanımlanabilir. Peki, geleceği hatırlamak (?!) ne menem bir şeydir? Bilenler, benim gibi bil(e)meyenlere sevabına izah etsin lütfen.

Ali Sami Yen’in ruhunu da azap içinde bırakmışlar utanıp sıkılmadan. Tam bir cehalet! Esasen “cehalet” kelimesi bile bu rezilliğe övgüdür. Belli bir ölçütü işaret ediyor çünkü. Oysa burada cehaletin de ötesinde bir şeyler var. “Çok şaşırdım falan oldum” diyen bir neslin, bu über ve de süpper slogana takılmalarını, sorgulamalarını beklemiyorum. Reklam sektöründen cılız bir ses de çıkmıyor ya, ona yanıyorum.

Acaba o ruh, “Ulan düdük makarnaları, önce Türkçeyi adam gibi öğren de gel!” de der mi? O ruh bir şeyler der mi, demez mi bilemem ama benim diyeceğim şey şu: Reklam sektörü yengen!

Not: “Geleceği hatırla”maktan mahrum bu fakire; söz konusu slogandaki hınzırlığı, espriyi, derin anlamı izah eden(ler)e teşekkür ederek, bu işi hazırlayanlardan samimi bir şekilde özür dileyeceğim.


6 responses to “Ruh der ki: Önce Türkçeyi adam gibi öğren de gel!

  • Erdinc Mutlu adlı kullanıcının avatarı Erdinc Mutlu

    Gelecek Ali Sami Yen’in Galatasaray’a gösterdiği hedeftir: “Türk olmayan takımları yeneceğiz”. Ayrıca Avrupa’nın en büyüğü olma yolunda “Cim Bom final yakışır sana”… “Sen şampiyon olacaksın”… gibi net olarak gelecekten dem vuran ifadeler tribünlerde yankılanmıştır. Gelecek, Galatasaraylılar’ın hep hedeflediği bir kavramdır. Başlık, Nike forma sponsorlugu dahilinde, geleceği bir kavram olarak ele alıp, geçmişe yönelik şeyleri değil, o çok alışık olduğun gelecek denen kavramı hatırla manasında yazılmıştır. Bu isin hedef kitlesi de futbolseverler oldugu icin kavramin anlasilmasinda bir sikinti yoktur. İşin sahibi olarak açıklamak istedim. Türkçe’yi adam gibi konuşmak konusunda yeterince aydınlatıcı olmustur umarim.

  • Erdinc Mutlu adlı kullanıcının avatarı Erdinc Mutlu

    Cehalet vesaire gibi kavramları kullanmadan, ulan gibi kelimeleri seçmeden bir soluklanıp düşünmenizi tavsiye ederim. Reklam sektörüne yengen demek de size düşmedi. Çamur at izi kalsin mantigiyla klavyenin basina oturup emek verilmis isleri rezillik olarak nitelemek de haddiniz değil. Aciklamamin yeterince tatmin edici oldugunu dusunuyorum. Bu ifadelerin düzeltilmesini talep ediyorum. Sanirim bu hakka sahibim.

  • adnanalgin adlı kullanıcının avatarı adnanalgin

    Bu yorumlara cevabımı, “Ruh diyor ki: ‘Geleceği hatırla dedik sana ahbap, daha fazla uzun etme!'” başlıklı yazımda okuyabilirsiniz.

  • Erdinc Mutlu adlı kullanıcının avatarı Erdinc Mutlu

    Beğenmeme hakkınız olmadığını kimse söylemedi. Üslubunuz, saçtığınız öfkeniz ve saygı sınırlarını zorlayan cümlelerinizle eleştirmeye hakkınız olmadığını yazmıştım sadece. “Emeğe saygım var ama kötü işleri de eleştirmek hakkımızdır” gibi manipülatif laflarınız size hala, bitmiş ve rasyoneli size tane tane açıklanmış bir işe rezillik deyip, o işi kendi sayfanızda maksadını aşan kelimelerle yerden yere vurma hakkını vermez.

    Bu konuda daha fazla öfke kusmak ya da fikrinizi aktarmak isterseniz, sizi Grey Istanbul’a beklerim. Bir çayımı içer, yüz yüze konuşma fırsatını bulursunuz. Subjektif yorumlarınızla manipülasyon yapmamış, fikir alışverişinde bulunmuş olursunuz. Kendi sayfanızdan sallamak yerine düşüncelerinizi yüzümüze söylersiniz. Böylece daha medeni bir iliski kurmuş oluruz. Ağır abilerin sizi tehdit ettiği ya da sesinizi kısmaya çalışmadığını da tanıştığımızda daha iyi anlarsınız.

    Iyi çalışmalar dilerim.

    Erdinç Mutlu

  • adnanalgin adlı kullanıcının avatarı adnanalgin

    “Müsademe-i efkâr”dan bir şey çıkacağa benzemiyor maalesef. Havanda su dövüyoruz. Emeğe saygı ayrı şey, emek verilmiş ama “olmamış” işleri eleştirmek apayrı şey. Bunu anlamamakta bile ısrar ediyorsunuz. Bu fikrimi yazmamı “manipülatif laf” diye damgalamanıza ne diyelim? Bütün meramımı samimiyetle, örneklerle, tanıklıklarla yazmama rağmen, “manipülatif laflar” etmekle damgalanmışım!

    Bitmiş bir işin rasyonelini açıklamak neyi değiştirir? “Rasyoneli tane tane açıklanmış” da olsa, bu, sloganınızın dört dörtlük olduğunu göstermez. Mesajı iletme kapsamında başarısızdır sloganınız benim nazarımda. Sloganınız bir (*) işaretine muhtaçtır. Cümle üstüne cümle kurup izaha muhtaç bir slogan varsa ortada, durum zaten vahimdir, o iş hedefini tutturamamıştır. Alan memnun, satan memnun, işinizi beğenen reklamcı arkadaşlarınız da ağırlıkta. Bu durumda bana Baylan’da “kup griye” yemek düşer!

    “Geleceği Hatırla” denmeyeceğini elbette biliyordunuz. Niyetiniz, kendi kafanızda kurguladığınız sloganın biraz “anakronik”, biraz da “oksimoron”ik tat barındırmasıydı. “Geçmişi Hatırla” yazmak “banal” bulundu bir ihtimal. Sıradan, basit, bildik… Sloganınız için “dilsel mantığa ters değil” demeyeceğinizi umuyorum. “Slogan” adını verdiğimiz güçlü, mesajı zımba gibi ileten söz grubunun bu nitelikleri barındırmadığını yazdım. Bu görüşüm değişmiş değil. Bu düşüncemi değiştirecek sağlam argümanlar bulamadım yazdığınız “yorum”larda.

    Şunu bilin ki, sizin kafanızda formüle ettiğiniz, “gelecek aslında geçmiştir” mantığını slogana başarılı, şaşmaz bir biçimde yedirememişsiniz. Sloganınızın “başarısız”lığını yazma cüretini gösteren birisine, iştigal ettiği alanını sonradan öğrendiğiniz Allah’ın musahhihine gıcık oldunuz, yazdıklarını hazmedemediniz. Reklam sektörünü sadece “kreatif” ve “müş-tem” tayfasıyla sınırlayanlar sağ olsun! Sizi ve sizde cisimleşen bu ruh halini gayet iyi anlayabiliyorum. Dış kapının mandalı bir musahhihin -blog’unda- hem sloganınızı beğenmeyip eleştirmesini hem de reklam sektörüne “yengen” demesini kendinize yediremediniz. Demokrasi böyle bir şey işte azizim!

    Sen ey homojen GS taraftarı! Hani yıllar önce Ali Sami Yen Beyefendi, “Türk olmayan takımları yeneceğiz” demişti ya, hatırladın mı? Hah, Cimbom da UEFA’yı kazanırken (Süper Kupa’yı da unutma) “Türk olmayan takımları” dize getirdi ya, hatırladın değil mi? Bu, “geçmiş”te gerçekleşmişti değil mi? Hah işte! “Gelecek” derken, aslında “geçmiş”i kastediyorum/kastediyoruz. Çaktın mı köfteyi? “Geleceği Hatırla” derken, esasen “geçmiş”i anlatmak istiyoruz. Böylece “Geleceği Hatırla” hiç de alafortanfonik bir slogan olmamış oluyor! Nasıl ama, şahane bir fikir değil mi?

    Ezcümle, yaptığınız şey şuydu: Dikkat çekici bir slogan bulup okuyana “Hınk! Bu da ne?” dedirtmekti. Bu oldu. Ancak slogan ol-ma-dı. Minik anketimin neticesini yazayım: 20 “Gassaraylı” arkadaşımdan 19’u sizin kafanızda kurguladığınız gibi sloganı yorumlayamamış, anlayamamış. Üzgünler. Şaşkınlar. Ne akıllarına Ali Sami Yen gelmiş ne de onun bu sözleri… Bir kişi ise şöyle dedi: “Hocam, tam Back The Future olayı… İyidir ya, takılma fazla!” Kendileri “art” olup “hasta”dır. Allah şifa vermesin tabii.

    Bilmenizi isterim ki, yazılarımda da örneklendirdiğim üzere, benim meselem; Türkçeye ihanet edenlerledir. Benim meselem Türkçeyi katledenlerledir. Benim meselem Türkçenin namusuna tasallut edenlerledir. Benim meselem Türkçenin doğurgan bünyesini iğdiş edenlerledir. Benim meselem deyimlerini, atasözlerini ve dahi argosunu bilmeyenlerledir. Benim meselem ölümüne önem verilmesi gereken ayrıntılara burun kıvıranlarladır. Klişe deyişle, “büyük resme” ve onun mantığına bakmaya çalışıyorum karınca kararınca. Hatalarımız yok mu? Vardır tabii. Türkçeyi tuvalet kâğıdına döndürenlere kızıyorum elbette. “Aşklar da özen ister” demiyor muydu şair? Türkçe özen istemez mi peki? Şöyle düşünelim. Bembeyaz, pırıl pırıl dişlerinizin arasına sıkışıp kalmış siyah zeytin artığı veya maydanoz kalıntısı nasıl bir intiba uyandırır muhatabınızda? Mesele budur. Türkçe, Lamborghini nasıl üretiliyorsa öyle üretilmelidir. Hassasiyetle, özene bezene, sonsuz dikkatle, kılı kırk bir kez yararak… “Kartal görünümlü Şahin”lerin devri kapansın artık!

    Gördüğüm kadarıyla yorumunuzda “kibir” dozu oldukça azalmış. Bu memnuniyet verici bir gelişme. Memnun olduğum kadar, yazdıklarımı inatla farklı mecralara çekmeye çalışmanızdan da üzüntü duydum. “Öfke kusmak”tan bahsetmişsiniz! Ufak tefek tapaj hatalarıyla ve birkaç günahıyla sanal-reel kitapçılarda salınan fakir kitabım, bir davada Türkçenin namusunu savunan bir “kreatif” tarafından kaynak/dayanak olarak gösterilme şerefine nail olmuştur. O “kreatif” de yazım hatalarına, Türkçenin özensiz kullanımına karşı tahammülsüzlüğüyle, işini değil de kendini ciddiye alanlara ağzını bozmasıyla bilinirdi bir vakitler. Şimdi süngüsü örümcek içinde muhtemelen.

    Kilit nokta “eleştiri müessesesi”ne olan tahammülsüzlüğünüzdür. “Üslup” diyorsunuz. Peki, Fazıl Say’ın “arabesk yavşaklıktır” çıkışı yerine, üzerine yığınla kitap/tez yazanlar gibi köyden kente göçten alıp sosyolojik tespitler yaparak, kültürel-siyasal-ekonomik çerçevede bu hünsa müziğe dair bir yorum yapsaydı durum ne olurdu? Ben söyleyeyim: Kimse Fazıl Say’ı tınmazdı. Bu fakir de yıllardır sağda solda yazıp çiziyor, “usturuplu”, “efendi” cümlelerle bu gidişin gidiş olmadığını yazıp duruyor. Bilgi kirliliği, “yazar” bolluğu, adamına göre medya yalamacılığı popüler olana, arkası güçlü olana dokunabilme olanağı tanımıyor. Öyle ki, sektörel bir dergide “Türkçe üzerine yazı yazma” olasılığı belirmişken, reklam verenlerin ilanlarına, işlerine ve bütün yanlışlara “aman reklam verenleri ürkütmeyelim” tavrıyla yazı yazmam üstü kapalı telkin/tavsiye edilince o işi ta baştan yatırdığımı belirteyim.

    “Kötü”ye kötü demek gerekir. Su gibi, kaba göre şekil almak kitabımda yazmaz. Söz konusu sloganı(nızı) eleştirirken, birkaç yazıdır üstat Hulki Aktunç’un Türkçeye armağanı Büyük Argo Sözlüğü’ne dikkat çekmeye çalışıyordum argo kullanımına ağırlık vere vere. O da size denk geldi. Tıpkı FB’nin okkanın altına gidişi/gideceği gibi. Antrparantez “endüstrileşen futbol/umuz” teranesi de iflas etmiştir. Siyasetin ve mafyanın delik deşik, ahlaksızlığın hükümranlığını ilan ettiği bu çakma futbol dünyasında Gazi Mustafa Kemal’in “zeki, çevik ve ahlaklı” sporcu idealinin cenaze namazı, bir ihtimal “Kral”ın cenaze namazında kılındı.

    Gelelim “sübjektif yorumlarınızla”ya… Bu ifadeniz beni büyük bir hayal kırıklığına uğrattı. Sizin gibi biri bu hataya nasıl düşer, anlamak mümkün değil. “Objektif yorum” (?!) olabilir mi? Her yorum, doğası gereği “sübjektif”tir. “Atmayalım”; örneğin/söz gelişi/mesela… Erkeklerin popüler arzu nesnesi konumunu yıllardır sürdüren Burcu Esmersoy için “objektif yorum” yapmasını isteyin eşinizden/sevgilinizden bakalım. Onun “yorum”u, pek tabii ki “sübjektif” olacaktır. Herhangi bir olay/olgu/vak’a için, bireylerin “yorum”u “sübjektif”tir. Kişiden kişiye göre değişir, “yorum”lar. Adı üzerinde yo-rum! Eğer bu ifadenizde de “anakronik”, “oksimoron”ik bir numara yoksa elbette.

    Bu ifadenizden Twitter’daki şu cümlenize uzanıyorum: “Yorumlarınızı nesnelleştirmeden yapınız rica ederim.” Yanlış bir cümle elbette. “Yorumlarınızı öznelleştirmeden [“sübjektifleştirmeden”] yapınız rica ederim.” olmalıydı. “Nesnelleştirmeden”in, “objektifleştirmeden” demek olduğu düşünülürse, “gelecek-geçmiş” sarkacındaki slogan çalışmanızın/oyununuzun kafanızı epey karıştırdığı neticesine varmak zor olmasa gerek. Hızlı cevap verebilme telaşı deyip geçelim ama “sübjektif yorum”dan dem vurmanız, “öznellik-nesnellik-objektif-sübjektif” sözcükleriyle/kavramlarıyla aranızın çok da iyi olmadığını gösteriyor. Bu sözcükleri/kavramları birbirine karıştırdığınız gibi, anlamlarına da vakıf olmadığınızı söylemek zorundayım üzülerek. Her yorum zaten “sübjektir”. “Objektif” yorum olamaz. Yorum kişiseldir (“süje”). Bir ansiklopediye “madde” yazmıyorsanız tabii! Ferit Edgü’nün Yazmak Eylemi kitabı, bu hususa dair kafa karışıklığınıza iyi gelecektir. Edinip okumanızı salık veririm.

    Nazik davetiniz için ise teşekkür ederim. Söylenecek her şey söylendi benim nazarımda. Cüneyt Arkın ağabeyimiz gibi, hazır gelmişken bir de yumruklarımız konuşsun, demiyorsanız tabii. (Bu cümlenin şaka mahiyetinde olduğunu yazmak zorunda hissettim kendimi.) Belki bir gün ziyaretinize gelirim. Büyük arkadaşlıklar büyük (?) polemiklerden doğar, derler. Sahi, demezler mi?

    Bu demokratik görüş eskriminin, “müsademe-i efkâr” bağlamında tarihe kazınması hiç de fena olmadı. Kırık Potkal’a yaptığınız katkı için teşekkür ederim. Yazmam gerek: Reklam sektörüne de çok daha değerli -dilsel- katkılarda bulunmanız ümidiyle…

    İyi çalışmalar.

  • Erdinc Mutlu adlı kullanıcının avatarı Erdinc Mutlu

    Bu işin olmadığının karar mercii siz değilsiniz sevgili meslektaşım. Derdim zorum bu. Beğenmemek ayrı, olmamış demek ve işi kendi mecranızda acımasızca yerlere çalmak ayrı.

    Dil konusunda da herkesten olduğu gibi, sizden de öğreneceğim şeyler olduğunu düşünmekle birlikte, bu konuda gerçekten bir sıkıntı görmüyorum.

    Subjektif/objektif yorum da tartışmaya açık bence. Yorum yaparken analiz yaparak konuyu tüm hatlarıyla incelemeye objektif yorum, kendine yontarak eleştirmeye ise subjektif yorum denir. En azından bizim köyde öyle.

    Düzeltmen olduğunuzu biliyorum ve hata aramanın mesleki bir refleks haline gelmiş olmasını anlıyorum. Lakin burada inanın bir sıkıntı yok. Sadece herhangi bir işe olmamış deme mercii siz değilsiniz. Bu aynı meslek için ter döken insanlar olduğumuz için böyle. Beğenmedim der geçersiniz. Argümanlarınız varsa da ortaya koyar öyle konuşursunuz. Rahmetli Hulki Aktunç’tan örnekler vererek, ustalar benim kadar yumuşak olmazdı diyerek beni ikna edemezsiniz. Gramer olarak da, yaşayan bir olgu olan dilin karakteristiği ve kıvraklığı olarak da bu cümle sorunsuzdur. Konuyla ilgili kullandığınız kelime ve cümlelere dönüp dönüp bakmanızı rica ederim. Bana bu konuyu net bir şekilde anlatandan da özür dileyeceğiniz bölümü ayrıca okumanızı tavsiye ederim.

    Kısacası, yorumlarınızın başından beri eleştirel cümlelerin arasına sıkışmış, haddini aşan yerici kelimelerle sıkıntım vardı. Açıkça belirttim. Siz de görüşlerinizi aktardınız. Bir katkı olarak görüyorsanız tüm bu konuşulanları, memnun oldum. Teşekkür ederim.

    Bence de artık havanda su dövmenin manası yok, haklısınız.
    Yumruk konuşturmak kısmının da şaka olduğunu anladım elbette.

    Reklam sektörüne yaptığımız dilsel katkıdan dolayı da, özellikle bu iş özelinde vicdanımız rahat.

    Umarım bir gün yüz yüze tanışır, biraz laflama fırsatı buluruz.

    Ben de size iyi calismalar dilerim…

    Erdinc Mutlu

adnanalgin için bir cevap yazın Cevabı iptal et