Garibim turistlerin uğrak yerinin hemen girişindeki bu “efsane” hataya dair Hatay Lokantası’nda “mandacı iktisatçı”ların kimler olduğuna dair sohbet ederken iki tek atmak vardı şimdi “millî şair”lerle ya…
Fransızcası “turquoise”, Türkçede “turkuaz”, “turkuvaz”, “türkuaz”, “türkuvaz” olarak yazılıyor. Oysa güzelim “fîrûze” demek varken ne diye “Turquhouse” zibidiliklerine tevessül edilir ki! Ha, “fîrûze” çok mu “arabik” geliyor ve “öz Türkçe” damarlarınız mı kabarıyor? Bu durumda Inter Turku’yu sık sık anmak yerine “türkuvaz”ı tercih ediniz ki “Turc” (“Türk”) kelimesinden doğmuş bu renge “millî” bir atıfta bulunmuş olursunuz hiç değilse.
N’aptınız gençler! Olmadı bu. Teveccüh göstermiş, SEO’nun bir cilvesi olarak “mürekkepli kalem” post’uma yorum bırakma inceliğinde bulunmuştunuz. Ben de o yorumunuza cevaben “rahmetli babam olsa tanımam”, demiştim Türkçede falsonuzu görürsem… İşte vakit tamam, acımadan yazar Abbas, bağlasan durmaz!
“Yazarlarımız”dan gördüğüm kadarıyla hepiniz Z kuşağı mensubusunuz. Hoş, artık kabak tadı verdi bu X, Y, Z terânesi, haklısınız. X yahut Y kuşağı içinde olanlar, bu “Z kuşağı” nitelemesini bir küçümseme, hakaret, dalga geçme amacıyla kullanır oldular, buna karşı durmak gerektiğini düşünüyorum.
Hem “edebiyat” diyeceksiniz hem “mürekkep”, yetmeyecek “edebiyatın baş döndürücü güzelliği”nden dem vurup “Gönlünden kopan doğallığı kaleminin gücüyle buluşturup sizlere bir şeyler fısıldamak” isterken “Hoşgeldiniz” yazacaksınız! Kâfi gelmeyecek, yanına da “..!” gibi noktalama işaretlerine ihanet edeceksiniz! Olmadı gençler, hiç mi hiç olmadı. Bu platformda siz deyin beş, ben diyeyim on kez “hoş geldiniz” yazılması gerektiğiyle ilgili yazı ve/veya fotoğraf paylaşımı yapmışımdır.
Ve şu “Ne diyon lan sen sibop!” repliğine gidiverdiğim “sübadıdır” hadisesi! Bu kelimenin yalın hâli nedir?
a) sübab b) sübap c) supab d) süpap e) hiçbiri
Elbette “e” şıkkı! R. Bradbury’den tercüme edilen bu sözdeki o netâmeli kelimenin yazılışına bakmazsanız mürekkebiniz kuru kalır, benden söylemesi gençler! Fransızcası soupape ve Türkçede de “supap” olarak salınıyor. Romantik laflar edip edebiyat yapmayı kim sevmez ki! Ancak bu iş öyle olmuyor, edebiyat yapmak için “edebiyat” yapınca çıktığınız yolda yara bere içinde kalınıyor… maalesef.
Bu sitede size en baş düzeyden öğretici ve basitleştirilmiş konularla fransızca anlatmaya (…) Eğer bu azmi kendinizde görüyorsanız şimdiden söyleyim hiç zorlanmayacaksınız.. “Bu dil zor bir dil” yargısı kafanızdan çıksın artık. ” Fransızca zor bir dir değildir !!!” (…) Ben ki haylazın teki bu dile alışmış ve üstelik size bunu öğretmeye kalkışmışsam siz bu işi hayli hayli yaparsınız =)
Dijital sörf mesaim esnasında 24’te “Portre” adlı bir programda, “Meksika Sınırı”nın eski sunucularından “münevver” yazar, (Geç Kalan‘ın arka kapağından) “kendine özgü diliyle, edebiyatıyla, güçlü duygu dünyasıyla okurları büyüleyen” (tamam, alıcaaz kitabı, peşin peşin imzalamış da) Tarık Tufan’ın son kitabı GK üzerine bir şeyler anlattığını görünce kumandayı önümdeki sehpaya usulca bıraktım ve anlatacaklarına -bir kez daha- dikkat kesildim. Büyük kıyak! Kitabın yayın tarihi 14.10.2021 ve hop ekranda kitabını anlatıyorsun, daha ne olsun!
Elini kolunu kullanması, seçtiği kelimelerin oluşturduğu o “büyülü” cümle evreni, hayata ve edebiyata dair düşüncelerini aktarırken takındığı o şamanistik hava niyeyse bende inandırıcı bir etki bırakmıyor. Daha çok “proje” yazar havası intibaı var tavırlarında. “Sağ”ın her kesime açık entelektüel yazarı misyonu bir noktadan sonra rahatsız edici oluyor. Ne şiş yansın ne kebap yaklaşımının bedenlenmiş bir hâlini de “9/8 Ahmet”ten sonra Tarık Tufan’da görüyoruz.
Bir ölçek Elif Şafak tasavvufu, iki ölçek Haşmet Babaoğlu sosyolojisi, bir ölçek de Ahmet Hakan Coşkun popülizmi… Oldu mu sizlere Tarık Tufan! Hele bir de “yazar yalnızlığı” romantizmini anlatırken çektiği o zorluk ve o zorluğun aslında “ne kadar kıymetli” bir şey olduğunu söylemesi… Yazarlık zor iş vesselâm! Tarık Bey’in “yazar yalnızlığı” nutkunu dinlerken tedavülde olmayan şu deyimi hatırladım: Kırk paralık kürdanı kırk bir paraya satmak.
Memleket umumisinin baş döndüren “gündem” maddelerinden biri de PNG; yani “Persona Non Grata”. “Persona” kişi demektir, “adam” değil! “İstenmeyen kişi”ler, her zaman “adam” olmayabilir diplomatik camiada da ondan pek muhterem Türk basını, bilmem bunun farkında mısınız?
PNG, bir de reklam sektörünün grafik âleminde çok meşhurdur. “Portable Network Graphics” olarak açılır, kayıpsız sıkıştırma algoritmasına dayalı grafik dosya programıdır. Musahhihler PDF’leri çok sever de PNG’lerden pek hazzetmez. GIF’in noksanlarını gideren ve “net” dünyasında derin kontrastın kontlar gibi salınmasını sağlayan PNG’leri I. Bergman’ın 1966 tarihli o ünlü Persona‘sına bağlayıp filmi seyretmenizi tavsiye ederim.
“Sen halktan kopuk bir Monşer’sin… Halay çekerek gözümüze giremezsin…”
Ne güzel değil mi…
Onlar hep “halk”…
Bense hep “halktan kopuk”…
Bir nevi it kopuk yani…
(…)
Bu satırları yazan şahıs “sosyolog” Ertuğrul Özkök. Yaşı kemale ermiş “ünlü” kişilerin testosteron seviyelerini yazısına konu edinen bu yeni magazin gazetecisi, “halktan kopuk” olmayı “it kopuk” olmakla bir tutuyor ve bu şahıs Hürriyet gazetesinde hâlâ ve hâlâ “köşe” olabiliyorsa bana da vals yapmak düşer!