Monthly Archives: Aralık 2011

Reklam meklam: Avea, bu “fasülye” kaç lira?

2011’i 510.000 yeni abone kaydıyla kapadığı için göbek atan GSM operatörlerinden Avea, bu kutlu ve de mutlu hadise için eski televizyon reklamlarından bir nev’i “kolaj” hazırlamış ve biz tüketicilere sunmuş.

Tamam, buraya kadar bir mesele yok ama bir dönem “anchorman” Reha Muhtar’ın dillere doladığı “Teşekkürler Türkiye”den mülhem “TEŞEKKÜRLER FASÜLYE” beni kendimden geçirdi. Geçirmekle kalsa yine iyi! “FASÜLYE” yazana da, yazdırana da bir güzel geçirmek istedim, ekrandan yüzüme pis pis sırıtan “FASÜLYE”yi her gördüğümde!

Bu nedir ya! Bu nasıl bir sallapatiliktir hanımlar, beyler! Bu ne sakilliktir canlarım! Haa, şimdi denecektir ki; halk “fasülye” diyor, sokağın dilini kullandık, “fasulye” demesi zor vıy vıy da vıy vıy… Birkaç tutam halk dalkavukluğu, üstüne de göz kararı ve üst perdeden “reklamcı dili deforme ederek yaygın telaffuzu egemen kılar” pozörlüğünde, muhatabını ciddiye almaz “kreatif” vızıldalamalar eşliğinde ebemin örekesinden girilir, “rasyonel”i izah edilmiş bir işe hangi hakla laf edebildiğimden çıkılır çıkılmasına da… “Bu fasulya yedi buçuk lira” bile zor eder be koçlar!

Yarattığınız tiple(mele)re adam gibi koyacaksınız isimlerini cici hanımlar, cici beyler! Birinin adı “Fa-sul-ye”, diğerinin adı “Op-tik” olacak. Ortalık “iddia”nın yanlış, “iddaa”nın doğru olduğunu zanneden çocuklardan, gençlerden ve koca koca adamlardan geçilmiyor da… Şu “fasülye”niz için nefesimizi tüketmeyelim hiç değilse!

“Lütfen… Bilinçlenelim.”


11.11.2011’den 12.12.2012’ye…

N’oldu? 11.11.2011 için kopartılan fırtınadan geriye ne kaldı? Hatta bu “tarihî” tarihi hatırlıyor musunuz? Ne çabuk unuttunuz değil mi?

11.11.2011’de nikâhlanma telaşına düşenler, hatta saat tam 11:11:11’de (“pm” tabii) gerdeğe girmeye ant içenler, 11’lerden mürekkep bu “tarihî” tarihin getireceklerinden medet umanlar, Hande Kazanova’lar, Rezzan Kiraz’lar ve daha önce adını sanını işitmediğimiz “numerolog”lar özel televizyonları parsellemişti birkaç günlüğüne… Eee, n’oldu?

Şimdi sırada 12.12.2012 var! Hazırlanın çocuklar, hazırlansın Hande Kazanova’lar, Metin Kiraz’lar ve bilumum “numerolog”lar…


“Nesir ve şiir her gece öldürülür”

“Ekmek ve su verilir şaire hâkimin evinde / Ama nesir ve şiir her gece öldürülür acımasızca

Ekmek dedimse yeminle söyleyeyim size / Kıldan incedir o evde”

The Message, 1976


İlle de “roman” olmasın!

Hayrolsun, güne kıymetli şair Ahmet Muhip Dıranas ile başladık, yine onunla devam ediyoruz. Bu büyük şairin roman hakkında beyan ettiği fikirlerine iştirak ediyorum. Ahmet Muhip üstadımız “roman” hakkında şöyle düşünüyor: Ben romanı san’at eseri olarak kabul etmiyorum. San’at, gayesine erişebilmek için kendisinden başka vasıta kabul etmez… Size müzikten, resimden misal vereyim. Romanda sosyoloji, psikoloji vs. vardır. Beethoven’ın müziğinde, Rembrand’ın resminde ve bir şairin şiirinde başka şey yoktur; hiçbir şey onlara girmez. 


Sanat manat, münazaram iki kanat!

Liselerde hâlâ “münazara” yarışmaları yapılıyor mu bilmiyorum ama yakın tarihlerde CNN Türk’te üniversite öğrencileri arasında zamana karşı “yumurta mı tavuktan çıkar, tavuk mu yumurtadan çıkar” benzeri konular hakkında, günümüz gençliğinin ağzı laf yapanlarından oluşturulmuş takımlar heyecanlı “münazara” manzaraları sunuyordu berbat programlara alternatif arayanlara.

Hiç unutmam, Doğanhisar’da (Bkz. Konya) lise birdeyken de böylesi bir “münazara”ya az daha dahil oluyordum da son anda yakamı sıyırmıştım not ortalamamın matlığı sayesinde. Ne günlerdi! Konu şuydu: Sanat toplum için midir, fert için midir? Allaaah! Konuş babam konuş! Ayağımın altı pekmez, yala yala bitmez!

Fahriye Abla’nın şairi Ahmet Muhip Dıranas’ı hatırladım. Hani Parkta Serenad’ı için küçük bir değini yazdığım o müthiş şair! Bakın Ahmet Muhip ne demiş, bizim münazaracıların şablon fikirlerinin balonunu patlatıverircesine sakince:  Vallahi, bir san’at cemiyet için olmalıdır, dendi mi tüylerim diken diken oluyor.


Mika Häkkinen der ki; arkadaşım değildir “yakînen”!

Ara sıra bazı kelimelerin doğru yazımını sorma gereği duyulur da “dahili”me uzanır parmaklar. Bir gel keyfim gel kürüdür bu yayvan oturma gruplarında en bi’ bireysel… Bir telefon kadar yakın olurum. “Yakînen” bilinir miyim bunu bilemem. “Giriş”imizi yaptık, şimdi gelelim sadede… Öyle yazmıştı Asuman Kafaoğlu Büke…

“Birbirinin yerine geçen” kelimelerin, hatta “aynılaşan” kelimelerin en ünlüsü, en görkemlisi “yakînen” kelimesidir. Arapça kökenli “yakînen” kelimesi “sağlam olarak, iyice bilmek” anlamındadır.

“Yakînen bilirim”in anlamı aşikârdır. “Uzak”ın karşıtı “yakın” kelimesiyle “mix” edilmesi neticesinde “yakînen mi abi” sorusuyla burun buruna geldim pek çok kez. Mika Häkkinen der ki; arkadaşım değildir “yakînen”! “Yakından tanırım/bilirim”e meyledilmiştir ipil ipil.

“Ayn’el yakîyn” ise tasavvufî bir terkiptir. Kalp gözüyle sağlam görüşü işaret eder. “Ayna”, “ayine” hep “ayn”dan anya manya kumpanya, bir şişe şampanyaya evrilmiştir. “Hamili kart yakînimdir”deki anlam, söz konusu kişiyi “iyice bilirim, tanırım” anlamı taşır.

“Yakından”a dönüşmüş, “aynılaşmış”tır “yakîn”… “Yakın bir yerden, yakın olarak, çok dikkatli, titiz bir biçimde”; bir kişiyi bütün özellikleriyle tanımak… “Akıl var, yakın var”daki anlam geçişmesi/göçüşmesi/çökertmesi (Bakmayınız: Ali Kırca) “durumun böyle olduğu ortada, akıl ve mantık bunu gerektiriyor anlamını da dikkate alırsak, “yakîn” ile “yakın” epey yakın komşu olup çıkmıştır diyebiliriz.

“Dahili”me uzanan parmaklarınız dert yüzü görmeye…

Not: “Dahili”me ulaşamayan parmaklar için mesaj bırakma hürriyetinizi kullanabileceğinizi hatırlatmama gerek yok değil mi?


“Uğur Tanısal Sınav”

Kadıköy-Beşiktaş vapuruyla evden işe rutin yolculuğuma başlarken, uyku mahmurluğumu tokatlayan bir dersane ilanıyla burun buruna gelmenin tatsızlığıyla ayıldım. Hatta biraz da ağzımı bozdum.

“Tanrısal Sınav” diye okumuştum duyurularını! Mütedeyyin kesime hitap ettiğini iddia eden gazetelerin yeni bir promosyon kampanyası kapsamında kupon karşılığı verecekleri külliyatın ismi zannettim. Gözlüğümü çıkardım. Gözlerimi ovuşturup bir daha baktım. Hay Allah! “Tanısal Sınav” yazıyormuş yahu! “Tanısal”… “Sınav”… Vay anam babam! Korktum be! Bu ne be? Altıma kaçırırdım ben bu ilahî sınava girmeden önce! Altıma yapıyom, tanısal sınava giriyom, Türkçem kuru kalıyo! Oh-hoooo! Hatta bravo!

Niçin “Diagnostic examination” yazmamışlar ki? Hastalığı teşhise yardım eden, teşhisi kolaylaştıran demek “diagnostic”. “Examination” da hastalığı teşhis etmek gayesiyle yapılan muayene… Arapça “imtihan”ı, “sınav”a çevirdik. “Teşhis” de “tanı” oldu. “Teşhis imtihanı” çok Arapça kaçmış besbelli! Yarısı Türkçe, yarısı Arapça “tespit sınavı” da şık bulunmamış olmalı! Türkçenin anasını belleyen -se/-sal sallamasına balıklama atlanmış ve “Tanrısal Sınav” olarak okuyup afyonumu patlatan bu ilanda “Tanısal Sınav” kepazeliği ortaya çıkmış.

Yahu bu adıyla sanıyla “seviye tespit sınavı” değil mi? Bu imtihana, pardon, bu sınava katılmayı düşünen çocuklara, gençlere bir sorsa Pakize Suda ablamız, “tanısal sınav” nedir diye, emin olun %50 oranında bile doğru cevabı alamayacağına iddiaya (şimdiki çocuklar, gençler “iddaa”nın doğru olduğunu zannediyorlar!) girerim.

Gökhan Tepe dinletin önce sınavınıza duhul eyleyeceklere, sonra da “Tanısal Sınav”ınızı “gerçekleştirin” tepe tepe!


Umumî arzu üzerine: “Tabelalardaki yazım yanlışları”

(…) “Şarz aletimi unuttum da seninkini alabilir miyim?” diyenlere, “Şarz aletimi unuttum ama şarj (charge) aletim yanımda.” karşılığını vermekte özgürüz. “Şarz aleti” talebinde bulunan alımlı, hoş bir bayansa durum pek de iç açıcı değildir. Eğlence anlayışının “binlerce dansöz var”ın ötesine geçmesi olasılığının zayıflığının yanı sıra hayatındaki belli başlı “sorunsalın” “sıfır beden”den uzağa gitmesi de oldukça zordur bu hanım için. Şarz aletimi evde unuttum, diyerek iletişim kanallarını tıkayabilirsiniz rahat rahat.

Cep telefonu satışıyla hayatını sürdürme uğraşındaki yurttaşın dükkânında falanca “Telekominikasyon” tabelasını görünce, uzaktan güldürme özelliğine sahip bir cihaz mı satılıyor yoksa burada, fikrine kapılmamız ihtimal dahilindedir. Bakanlar Kurulu kararıyla tabelacı olarak evine ekmek götürmeye çalışanlara bir adet yazım kılavuzu bulundurma zorunluluğu getirilmesinin zamanı gelmiş de geçmektedir. Böyle bir zorunluluk, “karbiratör, şarz-marş-akimülatör, kontür, firen, alekart, we ce, sandövüç/sandeviç, şöför, resteurant, kanpanya” ve benzeri tabela, afiş, pankart fotoğraflarıyla yüklü geyik malzemesi “yurdum insanı” e-postalarının bertaraf edilmesini sağlayacağından, sanal âlemin e-posta trafiğinde yaşanması muhtemel yavaşlamaların da önüne geçecektir. (…)

Üstteki alıntı “Fax, Taxi & Sex Espassız Sayıklamalar“dan. Arama motorlarında birkaç aydan beri “tabelalardaki yazım yanlışları, tabela yazım hataları, tabela yazım yanlışları” vb. tabela odaklı bir arama tarama yoğunluğu var. Ya öğrencilerin “performans ödevi”nden kaynaklanıyor ya geyik malzemesi arayanların aşırı ilgisinden… “Umumî arzu üzerine” mantığıyla bu türden tabela mabela yanlışları manlışları görseli arayanlara amme hizmeti burada, bu sayfada! Tepe tepe kullanın!

İlk görselimiz 5 Aralık 2011 tarihli Hürriyet’ten geliyor. “Tabela” değilse de “yazım hatası” kapsamında evlere şenlik iki hata: İlki “Giresinspor”, ikincisi de “Paris Sain Gernain”!

İngilizceye bayılan bir millet oluşumuza tipik bir numune: “Lüx portakal”! “Lüks” veya “lux” ama “lüx”, “lüxs” değil!

Kanı kaynayan kızlar, erkekler “komik” tişörtlere epey ilgi gösteriyorlar. Komiklik yapmadan evvel, -de/-da ekini doğru dürüst kullanmayı öğrenmek de gerekiyor tabii. Nasıl yazıyormuşuz? “Bırakıp da gitme beni” yazıp komiklik yapıyormuşuz.

Sırada “everyday”i, “everywhere”, “everyweekend”i olduğu gibi Türkçeye uyduranlardan bir örnek var:  IKEA, uzunca bir süre “Evinizin herşeyi” diye kullanmıştı “her şey”i. Şimdi bu yanlışından döndü. Ancak “bubilet.com”un dev gibi “heryer”i gülle gibi yerinde duruyor. Şunu bile düşünmeye üşeniyorlar: Nasıl ki, “hercuma” yazamıyorsun, bu durumda “hergün” de yazamazsınız! Dilde nüansları ıskalarsan, hayat da seni ıskalar!

Garanti Bankası’nın sanal şubesini kullandığım için vereceğim örnek haliyle eşekleriyle, tavuklarıyla emeklileri şubelerine davet eden Garanti’den olacak. Haluk Bilginer’in seslendirdiği şu bizim eşek, soru eklerini ayrı yazmak gerektiğini sevabına öğretiverse internet şubelerindeki yönergeleri hazırlayanlara ne iyi olur!

Nihal Yalçın’ın seslendirdiği tavuk da “ve, ya da, ile” gibi bağlaçlardan önce virgül kullanılmaması gerektiğini öğretirse fena olmaz! Esasen şu “ya da” saçmalığına değinse tavuk kardeşimiz. “Ya da” kullanımı yoktur Türkçede! “Ya istiklal ya ölüm”dür, “ya beni de götür ya sen de gitme”dir vb. “Veya”yı kullanmak ya kıroluk addediliyor ya cahillik! Sevsinler onların “ya da”sını!

Kompedan’ın “süpriz”iyle noktalayalım bu “umumî arzu üzerine” yazımızı. İşyerlerinde bir yazım kılavuzu bulundurmanın maliyeti 5, bilemediniz 10 “tele” yahu! Böylesine tatsız “sürpriz”lerle yeni yıla girersek (“herişimiz” değil!) her işimiz sarpa sarar mazallah!


“Kış”a Mari Silje Samuelsen ile girin!

“21 Aralık’ta çok önemli bir şey olacak. Güvenlikle ilgili bir sorun olabilir, sıkı güvenlik önlemleri alınması gerekebilir. Ama her ne ise kamuoyu duygusal anlamda etkilenecek, herkes bunu konuşacak. Bu tarihte doğayla ilgili bir olay da yaşanabilir.” diye açıklama yapan zâtın kim olduğunu biliyor musunuz? Sizleri yormayıp yazayım: “Dünyaca ünlü astrolog” Susan Miller.

Hanımefendinin 2010 yılı için öngördüğü kehanetlerin önünü arkasını araştıran oldu mu? Tabii ki hayır! Yaşandı bitti kaygısızca! Yıllardır olageldiği gibi nasılsa! Netice? Sıfır çekti Amerikalı astroloğumuz. Eli kulağındadır; “Maya takvimi”nin başımıza ne çoraplar örebileceğinden, bu kadim uygarlığın ne derece yüksek öngörülerle hangi kehanetleri netleştirdiğinden falan bahsedilecektir haftalar, aylar geçip giderken üzerimizden. 2500 yıl önce oluşturulan Maya takvimi 2012’nin 21 Aralık’ında miadını dolduracak ya… TNT’nin akıl çelici “doktor”u da Kur’an-ı Kerim’deki âyetlerin ebced değeri üzerinden gelecek öngörülerinde bulunacaktır muhtemelen. Sever misiniz menemen? Sizleri bilemem de Mennen’i men edenleri de sevmem!

“Evkatı Şer’iyeli, Hikâyeli, Manili, Faydalı” Saatli Maarif Takvimi’nin 21 Aralık 2010 tarihli yaprağında bakın neler yazıyor: “Güneşin Oğlak burcuna girmesi – Kış faslı – Gün dönümü – Erbain’in başlangıcı – Fırtına”. Coğrafî bilgimizi de verelim: “Kuzey yarımkürede 21 Aralık – 21 Haziran arasında günler uzarken, 21 Haziran – 21 Aralık tarihleri arasında gece saati artar. Güney yarımkürede ise bunun tam tersi gerçekleşir.” Kâğıt üzerinde kış mevsiminin başlangıç tarihi “21 Aralık”tır. Bitişi de 21 Mart.

Kışa girmemize şunun şurasında 20 gün kalmışken, hayatınızda bir değişiklik yapıp “Kış”a bu kez Norveçli Mari Silje Samuelsen ile girseniz nasıl olur? Hem ruha hem göze şifa niyetine! Daha çok ruha… Elbette viva Vivaldi! Serdar’ı, Fatih’i, Ajda’yı, Demet’i seyrettiğiniz yeter!

Sempatik mi sempatik Mari Silje Samuelsen! Hem sarışın hem de sadece “sarışın”lığını paraya tahvil edenlerden değil. Özel televizyon kanallarının haber veya spor spikeri de değil! O kadar kusur bu Norveçli hatunda da olur! 21 Aralık 1984 doğumlu Mari Silje Samuelsen, Vivaldi’nin “Dört Mevsim”inden “Kış”ı yorumlamış. Nefesimi tutarak seyrettiğim bu icrasında kafama takılan şu oldu: Dudaklarımıza kastı neydi acaba Mari Silje Samuelsen’in? Hele hele “üçüncü bölüm Allegro” yok mu! Protefix satışlarında patlama yaşanması an meselesidir, o kadarını söyleyeyim!