
Not: Seyreltilen bir kelimedir “mekan”; “mekân” elbette.
16 Nisan 2020’de yazdıklarımı üstteki linki açıp okuyabilirsiniz. Geçen haftalarda ise Bundle tesmiye edilen bir şeytan icadında şu yazıya denk geldim.

Cümleye dikkat buyurun lütfen: “Ayrıca hareketsiz kalmanıza yol açarak ayrıca mutsuzluğunuza katkıda bulunuyor.”
2 (iki) adet “ayrıca” fevkalâdenin de fevkinde, ki anlam pekişmesi sağlanmış. “Mutsuzluğa katkıda bulunmak” ise anlatımın modernliğinin “ayrıca” altını çiziyor. Ondan sonra bu rezillik yaygınlaşa yaygınlaşa “doğru” kabul edilip her tür mecraya sıçrayıp Türkçenin ortalık yerine sıçıyor. Pirincin taşını ayıklamak da bu fakire düşüyor!
https://magazine.bantmag.com/issue/post/64/1093
Kitabın adını yanlış yazmaları yetmemiş arkadaşların, gidip bi’ de “tam takır zevk” yazmışlar! Bu nasıl bir şaşkınlık ve bu nasıl bir Türkçe fakirliğidir ey Bant Mag! “Tam takır zevkten ibaret” ha? Kaş yapayım derken göz çıkarmak bu, diyenlere ek: Akım derken bokum demek. Kitabı övelim derken yerin dibine batırmışlar ve bunu fark eden bir kişi yok ortalıkta! Tantalos’un akıbetine uğrarsınız inşallah.

Merak edenlere: “Bomboş” demektir “tamtakır”. İçinde gerekli hiçbir şeyin olmadığını anlatmak için kullanılır.
Bayram sabahlarının ve yılbaşı gecelerinin sembol ismi, klarnet sanatçısı Mustafa Kandıralı 90 yaşında (1930-2020) vefat etti. Artık ne eski bayramlar var ne Nesrin Topkapı ne Seher Şeniz ne Tülay Karaca’nın tüllere sarınıp hünerlerini gösterirken kameramanların ve rejinin atraksiyonlarıyla dansözlerin açıkta kalan yerlerinin olabildiğince gösterilmemeye çalışıldığı yılbaşı geceleri… TRT’nin yerinde zaten yeller esiyor! “Özü sözü insan” diye bir de slogan bulmuşlar!
“Özü sözü insan” olan bir neslin mezar taşıdır artık bu slogan! O masum yıllarımızı, Türk-Kürt ayrımının olmadığı mahalle kültürümüzü, kadına kıza yan bakanın ayıplanıp hizaya çekildiği, ezan okunduğunda akşam yemeklerine koştuğumuz sokaklarımızı, başörtülü teyzelerin sokak hayvanlarını tekmelemediği, yılbaşı geceleri kestane pişirip saatin 24.00’ü göstermesiyle beyaz cama gözlerimizi mahcup mahcup çevirdiğimiz ve öksürüklerin bir anda arttığı esnada dansöz eşittir yılbaşı kültünün hafızalarımıza nakşolduğu o masum o güzelim yıllar ebediyen yok artık!
Mustafa Ceceli adlı şarkıcının bir şarkısıymış bu efendim, ne güzel! Durun, gaflet bitmedi…

Bestecilere bakıyoruz şimdi de ve Allah’ın bir hikmetine şahit oluyoruz: Osman İşmen adlı bestecinin zaman içinde yolculuk yaptığını (“tayy-i mekân”) görüp sayıyla kendimize geliyoruz… Valla, şu internet bilgiye ulaşmak için büyük bir nimet!
Gaflet mağdurlarına şifa niyetine: 1610’da Polonya’nın Lvov şehrinde doğduğu ve farklı kaynaklara göre 1672, 1675, 1676 veya 1680 tarihlerinde ölmüş olabileceği yolunda rivayetlerin muhtelif olduğu, Türk müziğini notaya alan ilk şahıs, Leh asıllı bestekâr ve mûsikişinas Santûrî Ali Ufkî Bey’in asıl adı Wojciech Bobowski’dir. Bu nadide eserin güftesi ise III. Murad’a aittir. Hem Rum-Ortodoks kiliselerinde hem Mevlevî ayinlerinde icra edilmektedir.
Haa, işin matrak tarafı ise bu “dinî eser”in sözlerine biçilen kılıftır. Sağda solda, padişahın kaçırdığı namaza dair pişmanlığını dile getirdiğini ballandıran “mistik-hisli” cümleler okumuşsunuzdur muhtemelen. Elbette “mabadî” kaynaklı bir hikâyedir ve aslı astarı yoktur. Üstadın “Mecmua-i Sâz ü Söz” isimli elyazmasında bu istikamette tek bir ifade yoktur! Melodisi tatlı bir esere yakıştırılan bir tatlı dedikodu diyebiliriz. Ali Ufkî Bey, güftenin yazılmasından 60-70 sene sonra bestelemiştir bu güzide eseri. Atmasyon “uyku hikâyesi” öylesine kök salmıştır ki internet çöplüğünde, bu eserin macerasını size böyle yutturacaktır pek çok site!