Rahmetli Kemal Ergüvenç’in yeğeni Haldun Ergüvenç’e hürmetlerimle…
Author Archives: adnanalgin
“Önemli olan boyu değil, işlevi” ve uydurmacı araştırmacılar!
Dr. Haydar Dümen ile özdeşleşen, “önemli olan boyu değil, işlevi” sözü, tam da “duduk” için söylenmiş sanki. Durduk yere, en neşeli anında dahi bir insanı zırıl zırıl ağlatabilir bu küçümen (36 cm) enstrüman, öyle böyle değil!
The Last Temptation of Christ filminin (ki film çok zayıftı, sadece müzikleriyle ilgi odağı olmuştu) “sound track”ini harıl harıl aradığım yılları düşünüyorum da… Nusrat Fateh Ali Khan’ın o derin o yanık sesi bir yanda, kayısı ağacından mamul ve Ermenistan’ın ulusal çalgısı haline gelen “duduk”un iç acıtan o tınısı bir yanda… Peter Gabriel, Senegalli Youssou N’Dour’u da Avrupa müzik piyasasına sunacaktı, belliydi.
“The Feeling Begins”i hatırlayanlar mutlaka vardır. Pek çok belgeselde “fon müziği” niyetine kullanıla kullanıla haşat edildi güzelim eser, her neyse. Bu parçada “duduk”u Djivan (Civan) Gasparyan’ın üflediği bilgisi olmakla birlikte C. Gasparyan bu albümde değil, Hans Zimmer’in müziklerini bestelediği Gladiator filminde 72 yaşındayken “duduk” üflemiştir. Antranik Askarian “line up”ta vardı. Bir de Vatche Hovsepian…
1925-1978 yılları arasında yaşayan Vatche Hovsepian’ın 1989 tarihli bir albümde “duduk” performansını icra etmesi mümkün olmamasına rağmen öyle bir kepazelik ve öyle bir sorumsuzluk “araştırma” (!?) adı altında yayınlamıştır ki internetin nasıl bir çöp yığını olduğuna bundan “nefis” bir numune olmaz. Bu araştırma fakiri sözde makaleden ilgili kısma dair alıntıyı meraklısına yazının sonunda vereceğim. Okurken eminim siz de bu cehaletten utanç duyacaksınız. Bu “makale”yi* hazırlayanlardan biri “Amasya Güzel Sanatlar Lisesi”nde, diğeri de “Haliç Üniversitesi, Konservatuvar/Opera ve Konser Şarkıcılığı Bölümü”ndeymiş. “Makale”de koyu siyah dizdiğim ifadelerdeki “sallamalara” lütfen dikkat ediniz. Bu “makale”*, “Haliç Üniversitesi Sosyal Bilimler Dergisi, Mart 2020 • Cilt: 3/1: 131-165 DOI:” başlığında bulunabilir. Utanmadan “Araştırma Makalesi / Research Article” başlığıyla yer almış bir de! Neyi araştırmışlarsa artık!
Azeriler dut ağacından yapıyor, “balaban” diyorlar. Dağıstanlılarınki “yastı balaban” ve kızılcık ağacından… “Mey” demişiz biz; ceviz ağacının dalından yapıyoruz. Bu vesileyle mey sanatçımız Binali Selman’ı da analım. Bu mini minnacık, iki oktava kadar çıkabilen nefesli enstrümanı “millî çalgı” ilan eden Ermeniler ise “kayısı çubuğu” anlamına gelen “duduk”u yüzyıllardır aynı teknikle imal ediyorlar. Kayısı ağacından “duduk”un gövdesini imal edip ağızlığını ise Aras Nehri’nden kestikleri kamışı ham haliyle kesip yerleştirerek…
Araştırmacı (!) arkadaşlara haber vereyim: “petrole bulanmış bir ördeğin uçuşu esnasındaki görüntüler üzerine duduk çalgısını üfleyen sanatçı” diye uydurdukları senaryonun gerçekle zerre ilgisi yoktur! Fransız şirketi Ocora etiketiyle çıkan ve Ermeni müziklerinin derlendiği albümden V. Hovsepian’ın “The Wind Subsides” adlı yorumu “The Feeling Begins”e monte edilmişti.
Hakemli derginin VAR odası çalışmıyor besbelli. O “senaryo”yu kendi cümleleriyle okumak isterseniz burada: “Duduk çalgısı geniş bölgelere yayılırken bu etkileşim sürecinde, Türkiye de bu çalgıdan nasibini almış görülmektedir. Kendine has buğulu ve yumuşak sesi kulaklarımıza üfleyen sanatçı, Vache Hovseplanin olmuştur. Körfez savaşı yıllarında Peter Gabriel ile yapılan çalışmada petrole bulanmış bir ördeğin uçuşu esnasındaki görüntüler üzerine duduk çalgısını üfleyen sanatçı, tüm dünyanın dikkatini üzerine çekmeyi başarmıştır. Vache Hovsepyan, Peter Gabriel’in ‘The Feeling Begins’ parçasını icra ederken 500 yıllık bir ilahiye de ışık tutmuştur.”
“Klik”ler “poly”!

Birgün gazetesinde sık sık oluyor bu “typo”, hem de birinci sayfada! Birinci sayfanın mizanpajı pek çok gazeteyi tokatlarken bu kabil hatalar yakışmıyor. Siyasette, edebiyat camiasında, magazin ortamında, spor servislerinde, reklam sektöründe… İnsanın olduğu yerde “klik”lerden kurtuluş yok.
Gözden kaçanlardan: Larisa Dolina
Memleket umumisinde “sanatçı” kisvesi altında icra-ı zanaat eyleyip de sesi zar zor duyulan, haddizatında sesini dışkılama organlarına müracaat ederek güç belâ çıkartan şahısları görüp dinledikçe Larisa Dolina’ya ne kadar büyük bir haksızlık ettiğimizi bir kez daha fark ettim. Düşünsenize, Spotify’da “Survivor” yarışmacısı Yasin Obuz -bile- “sanatçı” diye yer alıyor! Bu kadarına da PES! Larisa Dolina’ya sıfat bulamayız bu durumda be Spotify! Yapma etme, “Haftalık Keşif” sekmene kurban olayım!
“Reverend Lee” şarkısındaki yorumuyla beni benden alıp arş-ı âlâya götüren Diane Schuur’un o göz yaşartan “Do it to me” nakaratıyla sarhoşken buldum Larisa Dolina’yı. Favorim D. Schuur, 1955 Bakü doğumlu L. Dolina da favorimi alt etmeye hayli yakın plasemdir. Ses neymiş, bi’ görüp dinlemek gerekmez mi? Antrparantez Mari Gerekmezyan’ın ruhu şâd olsun. Davulun başındaki şahıs ise ne genç yaşlarındaki Abdullah Gül ne George Clooney… Davuldaki isim 1956-1998 arasında biz ölümlülere hoş anlar yaşatmış Carlos Vega’dır. Onun da ruhu şâd olsun.
Önce Diane Schuur ile coşalım, ardından Larisa Dolina ile arşa tırmanalım, olmaz mı? Haa, Emre Yücelen buraya, yumruk havaya!
Regaip Kandili’nde “Islam Blues”
2001 tarihli ACT firmasının müzik piyasasına armağanı Islam Blues albümünün kaptan köşkünde ney sanatçımız Kudsi Erguner oturuyor. Asıl sürpriz ise “vokal”ler: Yunus Balcıoğlu ile Halil Neciboğlu. “One World” ile “Twins” adlı eserlerdeki “vokal”ler klişe deyişle “tüyler ürpertici”! Tam “kandil”lik! Şuna eminim, boyumdan büyük ve spekülatif bir iddia; fakat Ahmet Hamdi Tanpınar üstadım bu albümü zevk içinde dinlerdi. Ona “muhafazakâr”, “sağcı” yaftası yapıştıranların elinden kurtarıldı çok şükür Tanpınar; çünkü Ahmet Hamdi Tanpınar Türkiye’dir! O Ahmet Hamdi Tanpınar sağ olsaydı da bu albümdeki “Twins” ile “One World”ü değerlendirebilseydi…
Kadro şöyle: Perküsyonda Bruno Caillat, davulda Mark Nauseef, kemençede Derya Türkan, gitarda Nguyen Le, kanunda Hakan Güngör, kontrbasta Renaud Garcia-Fons. Karim Ziad ise “Twins”e baterist olarak konuk olmuş. Dinlemelere sezâ! Hem ibadet hem ruha ziyafet! Tabii “kültürel muhafazakâr” kardeşlerimize…
Bir “Kabataş” kaç “Gülnaz Şırınga” ediyor Sevilay Yılman?
Dijitalde yayın yapan Gazete Pencere‘nin “Lomboz” adlı logosundan bile o “haber”in kurgulanmış bir metin olduğu aşikârken Özlem Gürses’in Gazete Pencere‘nin çok sıkı bir takipçisi olmadığı anlaşılıyor esasen.
Besbelli tufaya düşmüş Özlem Gürses. Halk TV’de çalıştığı için “istifa etmeli”, “gazeteciliği bırakmalı” oklarının hedefinde olması da “karşı cenah” merceğinden bakıldığında anlaşılır bir tavır; lâkin fazlasıyla uçlarda bir talep bu tabii ki. Zaytung havasındaki bir “haber”i gerçek zannetmesi hem dalgınlığını hem Gazete Pencere‘yi sıkı takip etmediğini gösterir Özlem Gürses’in. Ötesi “Kabataş” kurgusuna gıkı çıkmayanların utanmazlığıdır olsa olsa.
“MEDYAterapi”
Bi’ vakitler “BBC Türkçe”yi dinlerdim el radyosundan. Spikerler(imiz)in temiz Türkçesi kadar haberlerin veriliş tarzı, derli toplu sunulması, cıvıklığa prim tanınmaması da “BBC Türkçe”yi favori kanalım yapmıştı.
İşte o “BBC Türkçe”nin Türkçe Yayınlar Bölümü’nde farklı ses tonuyla (ve soyadıyla) dikkatimi çeken Zafer Arapkirli’nin (ki pazar günleri de Cumhuriyet‘e Londra izlenimlerini yazardı) KRT TV’de “Zafer Arapkirli ile MEDYAterapi” adlı programının resmen tiryakisi oldum.

Ulusal gazetelerin ilk sayfalarını aktardıktan sonra, köşe yazılarından seçtiklerini okuyup yorumlarken Ferhangi Şeyler‘e götürüyor beni Zafer Bey; özellikle “9/8 Ahmet” olarak basın camiasında haklı bir şöhrete ulaşan Ahmet Hakan Coşkun’un yazılarını okurken ayrı bir keyif içinde görebilirsiniz onu ve siz de bu keyfe ortak olabilirsiniz. Hafta içi, saat 11.00’de. İsmail Küçükkaya’dan, Can Ataklı’dan sıkılanlara birebir!
Deniz Bayramoğlu’na yakışmadı

Ağzı laf yapan, okumuş yazmış takımından bir spikerdir Deniz Bayramoğlu. Kanaatimce attan inip eşeğe binmiştir. CNN Türk’te haberleri sunarken Kanal D’nin “ana haber”ine geçmek irtifa kaybıdır. O kadar ki en kıytırık “haber”leri birkaç kademe yükseltip gerçek bir haber mertebesine çıkarmak için o sade suya tirit haberlerin öncesinde epey bir mesai harcıyor. İnsan üzülüyor tabii, her neyse.
Üzgün İnsandan Özgür İnsana adlı kitaba da omuz atan birinin nal gibi “HOŞÇAKAL MÜDÜRÜM”e cevaz vermemesi beklenirdi. Kasıla kasıla Hikmet Karagöz’ün vefat haberini sunması… ne bileyim… olmadı, yakışmadı.

