Tag Archives: Basın

Vizyonist sosyolog!

Bir vakitlerin amiral gemisi Hürriyet’in genel yayın yönetmeniydi “sosyolog” Ertuğrul Özkök. Attığı, attırdığı manşetlerle kulakları epey çınlatılmıştı. Köprülerin altından çok su aktı, irtifa kaybedip kocaman köşesinde andropoz tünelinden geçerken “entel fantezi”lerini yazarak on binlerce lirayı cebine indirerek Milimetric’ten “çok ucuza” diktirdiği kostümlerle halay malay çekti. Son kullanım tarihinin çoktan dolduğu iyice ayyuka çıkan beyefendiyi şak diye kapı dışarı ediverdiler A. H. Coşkun’un kaptanlığını yaptığı Hürriyet’ten ve hiç kimsenin umurunda olmadı. Şu “komedi” listesine Recep İvedik 6‘yı koyan birini kim takardı ki!


Yılın “en hatalı” haber başlığı

“En” kelimesinin anlamını okuyalım öncelikle: “Başına geldiği sıfatın, o sıfatın ifade ettiği anlamın en üstün derecesinde olduğunu belirtir.”

2021 yılının “en hatalı” haber başlığı diyebilmemiz için 2021 yılının bitmesi ve o yıla ait bütün gazetelerin haber başlıklarının tek tek incelenmesi gerekir, öyle değil mi? Daha yılın üçüncü ayında “en hatalı” diyebilir miyiz? Belki önümüzdeki dokuz ayda ne akla ziyan haber başlıkları göreceğiz, belli mi olur!

Kadınlara yönelik canice cinayet zincirine hemen hemen her gün bir halka ekleniyor maalesef. Türkiye gazetesi de bu canice, insanlık dışı cinayetlerden birini haberleştirmiş. Fi tarihinde Radikal Kitap‘ta yılın en iyilerini sayarlarken ve o yılın bitmesine iki ay varken Ahmet Ümit’in son romanı için “yılın en iyisi” yazmışlardı, bu haber başlığını görünce o “en”i hatırladım. Bu haber başlığı bir habercilik, gazetecilik cinayetidir. “İzmir’de vahşi cinayet” yahut “İzmir’de vahşice cinayet” yazmak çok mu zor? Neyin “en”inin peşindesiniz?


“Teşbih” ile “tatbik”, Hürriyet gazetesi iyice bitik!

“65 yaş üstü için uygulanan sokak kısıtlaması 20 yaş altına da teşbih edilecek.”

Bu da diktikleri tüy: “Tüm spor müsabakaları seyircisiz oynanmayacak devam edilecek.”

hurriyet.com.tr


Elif Shafak forever!


Magazin: Roma, Romanya… Bir, ki!

Olağan Mucizeler Romanya’da

Geçen sezon ‘Olağan Mucizeler’ adlı oyunda oynayan… / Geçen sezon ‘Olağan Mucizeler’ oyununda oynayan…

* Milliyet Cadde, 30.09.2011


“Şirin Payzın’lan” tek tek basaraktan!

Banu Avar, Can Dündar, Cüneyt Özdemir, Çiğdem Anad, Deniz Arman, Mithat Bereket, Serdar Akinan… Hepsinin ortak özelliği, H. G. Wells’in “The War of the Worlds” adlı eserini müzikal forma taşıyan Jeff Wayne’in akıllardan çıkmayan efsanevî müziğiyle -The Eve of the War, The Coming of Martians- (“intro”daki yaylıların haşmeti zaten felakettir) ve “aman kimselere söz vermeyin” kalıbıyla bir dönem (1985 ve sonrası) ekranları kasıp kavuran “32. Gün”den mezun olmalarıdır. Ara notumuzu düşelim: Nostalji meraklıları için link yazının dibindedir.

Her ne hikmetse, Şirin Payzın’ı da “32. Gün”den mezun zannediyordum. (Niye bu zanna kapıldığımı aşağıda bulacaksınız.) Meslekî geçmişine baktığımda böyle bir bilgiye rastlamadım. Çok kısa ve dahi söz edilmeyecek kadar kısa bir süre “32. Gün”de çalıştığına dair bilgi kırıntısı bulabiliriz belki. Şirin Payzın’ın biyografisine kuşbakışı: Makedonya’dan göç etmiş babasının ailesi, baba gazeteci, Nuri Çolakoğlu baba Nizam Bey’in yanında işe başlıyor, anneannesinin kuzeni büyük teyze Behice Boran, dedesi Kazan doğumlu, annesinin ailesi ise Tatar, demokrat bir aile… Kökler Rusya’ya uzanıyor, başarılı ve şanslı bir gazetecilik geçmişinin temelleri böyle böyle atılıyor.

Şirin Payzın adı gibi. “Frikik” meraklısı, “sarı saçlı spor sipikeri” meraklısı “errkeg”lerin aksiyoner hayal âlemlerinden uzak bir kadın. Fiziksel özelliklerini, kozmetik sektörünün nimetlerini kıyasıya kullanıp kariyeri için basamak yapanlardan değil. Mesleğe başladığı ilk yıllarda, hani nasıl desem, avurtları çökmüştü. Şimdilerde ise yanakları daha bir dolgun. Her neyse, bu tip “magazinel, estetik” yönler aslî konumuzun çok dışında.

Benzerlerine göre iyi bir röportajcı-gazeteci denilebilir. Ancaaaak… Konuşurken, Mehmet Ali Birand’ın alametifarikası olan “başbakanlan”, “Mithat Bereket’len” gibi eklemeli Türkçesiyle canımı fena halde sıkıyor ve var olan şirinliği bir çırpıda uçup gidiveriyor. Şirin Payzın’ın, M. A. Birand’ın “32. Gün”ünde çalıştığını düşünmeme yol açan husus, onun bu berbat telaffuzuymuş işte! M. A. Birand tedavi olmadı gitti ama Şirin Hanım’ın bu hastalığını düzeltme imkânı var. Bu hastalığına bir çare bulmalı. CNN Türk yönetimi gereken desteği sağlayacaktır hiç şüphesiz.

Türkçede “enstrümantal” ek “-n” ekidir. Şirin Hanım’dan “realiteylen”, “yanlışlıklan”, “Fener’len” diye bir “şey” duymanız mümkündür. Mehmet Ali Birand’a çekmek ne fena, onu örnek almak da… “İle” sözcüğü zaten ekleşmiş, “araç” halini almış, daha neyi nereye ekliyorsunuz Allah aşkına? Olacak iş değil! “-La/le” eki bu işi layıkıyla yapıyor üstelik. Yetmezmiş gibi “onunlan”, “bununlan” vs. Özel kanallara spikerlik eğitimi veren belli başlı şirketlerde, çok kıymetli spiker hocaları var. Utanmayın, gidin, eksiklerinizi tamamlayın. “Öğreten adam” rolünü hiç sevmememe rağmen, beni buna mecbur edip “Altın Ahududu Ödülleri”nde aday adaylığına zorluyorsunuz. Son kez: “Özelliklen” değil Şirin Payzın Hanım, “özellikle” diyeceksiniz. Bu dil haylazlığınıza bir çare bulun lütfen.

Bilebildiğim kadarıylan yazmaya çalıştım. Sevdiğiniz bir arkadaşınızlan Can-Arsen Gürzap çiftinin ders verdiği spikerlik kursunun yolunu tutun tez vakitte olmaz mı?

Not 1: Şirin Hanım, 21 Ekim’deki programında, hiç de “şirin” olmayan bir şekilde -hâlâ- “ETA’ylan” metaylan gibi garip telaffuzlarıyla mesleğini de, seyircileri(ni) de ciddiye almadığını -inatla- göstermeye devam ediyordu.

Not 2: İşbu yazı M. Ali Birand’ın vefatından önce yazılmıştır.

http://www.youtube.com/watch?v=tFfZFvvuXWc

Not 3: 14 Ekim 2014 tarihindeki NO (Neler Oluyor?) adlı programında hâlâ “Haykoy’lan” (Hayko Bağdat) diyordu!

 

 

 

 

 

 


Ama illet oluyorum Milliyet!

Altta gördüğünüz manşet Abdi İpekçi’nin Milliyet’inden. Yirmi milyonu bulan (?) FB taraftarını ürkütüp tepki çekmemek için olabildiği kadar “nötr” bir manşet atılmaya çalışılmış, 2011-2012 sezonu öncesindeki FB-Shakhtar Donetsk hazırlık maçında “şike soruşturması” kapsamında yaşananları protesto ederek sahaya giren taraftarlar için. Güzelim Türkçemizin “iyelik/aitlik eki” ise âdet olduğu üzere gümlemiş gitmiş tabii. Bu hastalık, neredeyse bütün gazetelerimizi sarmış durumda. İyelik ekinden utanmayın, utananları uyarın. Hayır, dilinizle değil tabii! Çok fesatsınız! Siz, yemeğe de tuz koymazsınız değil mi? Siz nezaket kumkumaları yemeklere tuz eklersiniz! Bilseniz ne şekersiniz!

“TARAFTAR ÖFKESİ” değil, “TARAFTARIN ÖFKESİ” olmalıydı elbette. Üstat Çetin Altan’ın kalem oynattığı Milliyet’te bu tür sakilliklerin olması da benim öfkelenmeme yol açıyor. Kulaklarımda sesiniz, nefesiniz: Sen öfkelensen n’olucak lan dümbük! Sana mı kaldı koca Milliyet’in manşetine karışmak! Sen misin Türkçenin yetkili mercii?! Hadi ordan Beberuhi!


“Baros’tan müjdeli haber! Yok canım, kötü haber, kötü!”

Vedat Türkali’nin, tecavüzün insan ruhunda açtığı yarayı, birey ve toplum ölçeğinde ele aldığı Fatmagül’ün Suçu Ne adlı eserinin “şen dizi senaryocuları” tarafından Kanal D ekranlarına akıtıldığını bilmeyen var mı?

Bu medya grubu, topuyla tüfeğiyle FSN’nin raiting pastasından koca koca dilimleri kapabilmesi için, “errrkeg” seyircilerin temel içgüdülerini deliler gibi gıdıklama uğraşında. Söz konusu medya grubunun içler acısı halini göstermesi açısından, 22.Eylül.2010 tarihinde Milliyet’in web sitesinde bilgisayar ekranlarına yansıyan bir spor haberini tarihe not düşüyorum ibret-i âlem için.

Kurgulanmış tecavüz sahnelerinden, reklam pastasından dev birkaç dilimi kapmak için medet uman bir zihniyetin, en sıradan bir spor haberini vermekteki acziyetini dikkatinize sunarım


Hıncal Uluç’un “nokta”yla imtihanı!

“Yaşa be Ahmet Hakan.. Birisi de yazmalıydı, “Paranıza da yazık, zamanınıza da” diye.. Martin Scorsese çekmiş diye, Shutter İsland/ Zindan Adası’nı ille de alkışlamak zorunda değiliz ya.. Bu kadar da değil üstelik.. İlk haftasında 40 milyon dolar kazanmış Amerika’da.. Bu Scorsese’nin rekoru. Hani gişe de yapmış film.. Seyreden binlerce kişinin on üzerinden verdiği not ortalaması 8.2.. Yani nerden baksanız film müthiş.. Hele de fragmanları izlemişseniz “Mutlak” demişsinizdir benim gibi sinemaya koşarken..  Ama bakın.. Hepsi palavra.. Benim paramla 10 para etmez..

Okuduğunuz satırların sahibi “kanaat önderi” Hıncal Uluç üstadımız.. Hıncal ağabeye sıradan bir okur olarak, bu sayfada tay tay koşturmadan önce, bir ikaz e-postası yollamıştım.. Aman üstadım, etmeyin eylemeyin, Türkçede “noktalama işaretleri”nin içinde “..” yoktur diye.. Nuh dedi mi, bilemiyorum ama üstadımız “kanaat önderi” olmanın ruha ferahlık veren huzuruyla bildiğini okumaya devam ediyor.. Benimki de laf hani! Koskoca Hıncal Uluç, Bilgin Gökberk’i “köşe”sine almazken, benim ikaz e-postamı ciddiye alıp dur yahu bu da neyin nesi, diyecek değildi ya!

Kurduğu cümlelerin dibine “..”yı azimle yerleştiren “kanaat önderi” Hıncal üstadımızın sıkı takipçisi de Selahattin Duman.. Vatan’daki yazısının başlığına bakalım: “Globalleştik, top olduk.. Q klavyeli laptop olduk!” Yazının girişine de bakalım: “Adetim değildir ama bugün öyle başlayayım.. Dijital teknoloji üreticilerine ileneyim.. Gözünüzde Q klavyenin tuşları kadar çapaklar çıksın e mi? Milliyetçiliğe geldi mi Tanrı Dağı’ndan eksik yanınız yok.. Sıra Türkçeye kazık atmaya geldi mi her biriniz tek kişilik ordu..”

Okuduğunuz üzere, Selahattin Duman, Hıncal Uluç ekolünün sağlam bir müridi.. Hatta baş müridi! Yazının tamamında “..” kullanmış.. Nokta (.) yok! Yorum yapmaktan ürküyorum.. Yazısında “F klavye” hadisesine “gülünçlü” üslubuyla yaklaşmaya çalışmış.. Hani diyorum, sevabına, “noktalama işaretleri”ne de bir el atsa..

Unutmadan… İngilizcede majiskül “İ” kullanılıyor muydu?

Not: İşbu yazıda, üstatlarımın alemetifarikalarından olan “..”yı tavuk yemi gibi kullandım. Eee, ne de olsa onlar “kanaat önderi”, onlar koca vesikalıklarıyla gazetelerinde “köşe” sahibi kalem ustalarımız… Gönülleri hoş olsun: Onlar Hıncal ile Selahattin..