GS’nin emekliliği gelmiş futbolcusu Arda Turan’ın evlere şenlik Türkçesini düşününce ister istemez hem Godiva’nın “melez” Türkçesi hem D&R adlı firmanın abidik gubidik ve dahi dandik Türkçesinin milyon avroluk birikimleriyle hayatını idâme ettirenlere hizmet vermekte kâfi geleceğine hükmetmekte beis yok.
Firma isimlerinin “Di en ar” olarak telaffuzuna büyük ehemmiyet gösterenlerin ve onların “iletişim” çalışmalarını yürütenlerin kötürüm Türkçelerinin içler acısı röntgeni karşısında insanın edeceği küfrü seçmesi sahiden çok zor!
Daha kesme işâretinin (Bkz. apostrophe) nerelerde kullanılacağını bilmeyen bu cahiller (“Aşk’a” yazmak nasıl bir beyin felcidir bilemezsiniz!), “her şey”i de “everything” zannedip yapıştırmışlar. Durun, müjdemi isterim: Bu ekran görüntüsü (“SS” diyorlar) iki gün öncesine ait. Dün görüldü ki “her şey” diye yazmışlar; ancak hâlâ “Aşk’a” skandalı berdevam! Belki birkaç gün sonra “özel-cins isim” hususuna dair birileri ikaz eder de bu çocukları, onu da düzeltiverirler, kim bilir!
Murat Menteş, Alper Canıgüz, Emrah Serbes… Bu üç “filinta” “Afili Filintalar”ın önde gelen isimleri olarak bilinir. Öyle “afili” ve dokunulmazlardır ki tükürseler “şaheser” addedilir yazdıkları. Oğullar ve Rencide Ruhlar adlı kitabıyla “fanatik” bir okur kitlesi edinen Alper Canıgüz’ün Kıyamet Park adlı kitabının giriş cümlesinde büyük bir hikmet (?) görülmüş olmalı ki o “bağlaç” mağlubu cümlesini afişlere kadar taşımışlar. Şöhretin görünmez kanatlarıyla arşa yükselmek böyle bir şey işte! Bir cümlede iki adet bağlaç (“çünkü”, “ama”) kullanıp da bunların noktalamalarını hakkıyla kullanamazsan bunu “büyük yazarlık”la veya “yazarın dil tasarrufu” ile izah edebilirsin ancak!
Heyhat, Alfa’nın bir editörü yahut bir metin tamircisi yok mudur ki böylesi bağlaç mâlûlü bir cümleye cevaz verilebilmiş! Allah, hiç kimseyi bu kadar acemice bir cümleyle romana başlayacak kadar kibirle donatmasın.
Irmak Zileli ise Twitter’da hiç acımadan sağlı sollu girişmiş tâbir câizse “Afili Filintalar”a 24 Temmuz 2019’da:
“Afili Filintalar’ın edebiyatın başına ördüğü şu çoraptan ne zaman nasıl kurtulacağız merak ediyorum. Özellikle son dönemde okuduğum öykü ve romanlarda dikkatimi çeken bir şey var. Ardı arkası kesilmeyen aforizmalarla yapılan bir ‘felsefe’.”
“Çoğunlukla aralarında neden-sonuç ilişkisi ve bütünlük yok. Cümleyi ilk okuduğunuzda mühim bir şey söylediği ve bunu etkili şekilde söylediği hissi uyandırıyor. Durup anlamını kavramaya çalışırsanız, ne demek istediği belli olmayan süslü bir cümle olduğunu fark ediyorsunuz.”
“Büyülendiğinizi sanıyorsunuz ama burada yaşanan büyü değil, az sonra geçiverecek olan bir şoklama. Bu cümleleri sarf eden karakterler de oldukça yapay oluyor haliyle. İki insanın gündelik hayatın içinde sürekli olarak böyle cümleler kurması inandırıcı değil.”
“Elini şakağına dayamış, kısık gözlerle ufuklara dalan, pürüzlü sesiyle bizi etkileyen biraz serkeş, saçı başı dağınık erkek karakterlerin kadın versiyonları da çıktı. Bunlar da çoğunlukla çok tatlı, sempatik, eğlenceli, büyüleyici, lunapark gibi kadınlar. Bir o kadar da ‘derin’!”
“Ayrıca mizahi tarafları da pek güçlü. Ve öyle cümleler kuruyorlar ki, sanırsın feleğin çemberinden geçmiş. Fakat cümlelere yakından bakınca yine içi boş. Ne dediği pek anlaşılmıyor. En sıradan duygunun bile en afili şeklini bulabiliyorlar.”
“Yusuf Atılgan’ların, Oğuz Atay’ların, Sevgi Soysal’ların, Leyla Erbil’lerin topluma uyum sağlayamayan “tuhaf” karakterleri değil bunları. Bunlar tuhaf ve uyumsuz pozu veriyorlar sadece. Karakterler o kadar yaşamıyor ki hikaye akmıyor bir türlü, konuşan kafalar görüyoruz o kadar.”
“Sanıyorum şunu da vurgulamak gerek. Edebiyatta anlam paragraftadır, hatta metnin bütünündedir. Anlamı tek tek cümlelere yüklemeye kalkışmak, reklam spotu gibi cümleler kurmak, bunların içi dolu bile olsa öyküye, romana hizmet etmez.”
“Aforizma bağlamsızdır, bütün gücünü buradan alır, bu eksik bir güçtür ama güçtür. Edebiyat metninin gücü bağlamdadır, her bir cümlenin bağımsızlığını ilan ettiği yerde akıp gitmez ve karakterler oluşmadığı gibi, bütünlüklü bir dünya kurulamaz. Oysa edebiyatın işi dünya kurmaktır.”
Garibim turistlerin uğrak yerinin hemen girişindeki bu “efsane” hataya dair Hatay Lokantası’nda “mandacı iktisatçı”ların kimler olduğuna dair sohbet ederken iki tek atmak vardı şimdi “millî şair”lerle ya…
Fransızcası “turquoise”, Türkçede “turkuaz”, “turkuvaz”, “türkuaz”, “türkuvaz” olarak yazılıyor. Oysa güzelim “fîrûze” demek varken ne diye “Turquhouse” zibidiliklerine tevessül edilir ki! Ha, “fîrûze” çok mu “arabik” geliyor ve “öz Türkçe” damarlarınız mı kabarıyor? Bu durumda Inter Turku’yu sık sık anmak yerine “türkuvaz”ı tercih ediniz ki “Turc” (“Türk”) kelimesinden doğmuş bu renge “millî” bir atıfta bulunmuş olursunuz hiç değilse.
N’aptınız gençler! Olmadı bu. Teveccüh göstermiş, SEO’nun bir cilvesi olarak “mürekkepli kalem” post’uma yorum bırakma inceliğinde bulunmuştunuz. Ben de o yorumunuza cevaben “rahmetli babam olsa tanımam”, demiştim Türkçede falsonuzu görürsem… İşte vakit tamam, acımadan yazar Abbas, bağlasan durmaz!
“Yazarlarımız”dan gördüğüm kadarıyla hepiniz Z kuşağı mensubusunuz. Hoş, artık kabak tadı verdi bu X, Y, Z terânesi, haklısınız. X yahut Y kuşağı içinde olanlar, bu “Z kuşağı” nitelemesini bir küçümseme, hakaret, dalga geçme amacıyla kullanır oldular, buna karşı durmak gerektiğini düşünüyorum.
Hem “edebiyat” diyeceksiniz hem “mürekkep”, yetmeyecek “edebiyatın baş döndürücü güzelliği”nden dem vurup “Gönlünden kopan doğallığı kaleminin gücüyle buluşturup sizlere bir şeyler fısıldamak” isterken “Hoşgeldiniz” yazacaksınız! Kâfi gelmeyecek, yanına da “..!” gibi noktalama işaretlerine ihanet edeceksiniz! Olmadı gençler, hiç mi hiç olmadı. Bu platformda siz deyin beş, ben diyeyim on kez “hoş geldiniz” yazılması gerektiğiyle ilgili yazı ve/veya fotoğraf paylaşımı yapmışımdır.
Ve şu “Ne diyon lan sen sibop!” repliğine gidiverdiğim “sübadıdır” hadisesi! Bu kelimenin yalın hâli nedir?
a) sübab b) sübap c) supab d) süpap e) hiçbiri
Elbette “e” şıkkı! R. Bradbury’den tercüme edilen bu sözdeki o netâmeli kelimenin yazılışına bakmazsanız mürekkebiniz kuru kalır, benden söylemesi gençler! Fransızcası soupape ve Türkçede de “supap” olarak salınıyor. Romantik laflar edip edebiyat yapmayı kim sevmez ki! Ancak bu iş öyle olmuyor, edebiyat yapmak için “edebiyat” yapınca çıktığınız yolda yara bere içinde kalınıyor… maalesef.
Bakınız, bu Türk Telekom’un web sayfasından… Şu “GBlar” var ya… Hele hele “5GB”! Hem “Tarifeler’de” yazıp hem “Tarifelere” yazan ne kıyak bi’ kafadır! Öz güven patlamasının mucitlerinden “Yasin B.”nin “makele” yazdığı bir memlekette “hanım efendiler ve beyenfiler”e bu ilanlar fazla bile!
Bu da İstanbul Bilgi Üniversitesi Yayınları’nın Hukuka Giriş kitabından…
“özelliği de,” “gerek gerekse”ye değinmiyorum. Bağlaçlardan (“ve”, “veya”) önce virgül kullandıklarına göre sular seller gibi İngilizce konuştuklarına hükmedebiliriz. İyi de Türkçe yazıyorsunuz hanımlar, beyler!
Zafer Arapkirli, gazetelerin manşetlerini okurken “ünlem” koyanlara epey bozuluyor; o sebeple onu kızdırmak istemedim. Ne var ki Cumhuriyet de öyle böyle bir hata yapmamış!
“Tarihi çarpıtma” diye Biden’a parmak mı sallıyor manşet, yoksa “tarihsel” bir çarpıtmaya mı vurgu yapıyor? Online eğitim gören talebeler için “tarihî” bir numûne bu kupür sahiden de!
— Ah, ben onu tamamen unuttum, n’olur kusura bakma, unutuyorum.
Son günlerde TV’lerdeki dizilerde bir “tamamen” furyası başladı. “Tamamen” unutan unutana! Ey Amerikancanın tahakkümüne giren senaryo yazarları! Şu “I completely forgot” kalıbını “tamamen” unutun artık!
“En” kelimesinin anlamını okuyalım öncelikle: “Başına geldiği sıfatın, o sıfatın ifade ettiği anlamın en üstün derecesinde olduğunu belirtir.”
2021 yılının “en hatalı” haber başlığı diyebilmemiz için 2021 yılının bitmesi ve o yıla ait bütün gazetelerin haber başlıklarının tek tek incelenmesi gerekir, öyle değil mi? Daha yılın üçüncü ayında “en hatalı” diyebilir miyiz? Belki önümüzdeki dokuz ayda ne akla ziyan haber başlıkları göreceğiz, belli mi olur!
Kadınlara yönelik canice cinayet zincirine hemen hemen her gün bir halka ekleniyor maalesef. Türkiye gazetesi de bu canice, insanlık dışı cinayetlerden birini haberleştirmiş. Fi tarihinde Radikal Kitap‘ta yılın en iyilerini sayarlarken ve o yılın bitmesine iki ay varken Ahmet Ümit’in son romanı için “yılın en iyisi” yazmışlardı, bu haber başlığını görünce o “en”i hatırladım. Bu haber başlığı bir habercilik, gazetecilik cinayetidir. “İzmir’de vahşi cinayet” yahut “İzmir’de vahşice cinayet” yazmak çok mu zor? Neyin “en”inin peşindesiniz?
Ara ara “akıllı” cep telefonumdan, yine “akıllı” algoritmaların yönlendirdiği haberlere göz gezdirdiğimi bilmeyen yoktur zannederim. SEO tabanlı tabansızların biz tüketicileri kendi mecralarına çekmek için yapmadığı şaklabanlığın kalmadığını da bilmeyeniniz yoktur elbette.
İki gün önce bu şaklabanlık numunelerinden birine daha denk geldim. “Altın fiyatları ÇAKILDI” yazmışlar. “Altın” ve “çakıldı”, hem de nal gibi “ÇAKILDI”! Oltaya gelirseniz eğer… O gün gram altındaki düşüş ne kadardı biliyor musunuz? Tamı tamına %0,49!
“Yazma ve okuma ıslerini” seviyor, para kazanırken “algı yukseltmek icin yapmak istiyor” bu hanım kızımız… Bunları da “redaktör” sıfatıyla yapacağını ifade etmeye çalışmış. Yasin Obuz “sanatçı” ise bu kızcağız da elbette “redaktör” olacaktır, ne bekliyordunuz ki!
Çeşm-i insâf kadar kâmile mîzân olmaz / Kişi noksânını bilmek gibi irfân olmaz