
“65 yaş üstü için uygulanan sokak kısıtlaması 20 yaş altına da teşbih edilecek.”
Bu da diktikleri tüy: “Tüm spor müsabakaları seyircisiz oynanmayacak devam edilecek.”
hurriyet.com.tr

“65 yaş üstü için uygulanan sokak kısıtlaması 20 yaş altına da teşbih edilecek.”
Bu da diktikleri tüy: “Tüm spor müsabakaları seyircisiz oynanmayacak devam edilecek.”
hurriyet.com.tr
“Hemen hemen herkes hayatının bir kısmını sahip olmadığı vasıfları teşhir etmeye çalışarak muhafaza edemeyeceği şeyler için alkış toplamak ister.”
Samuel Johnson, The Rambler
Bu iki: “süper kötü pataklayıcı ana karakter”
Bu da üç: “ne yapacağından bir haber olan”
“Bir haber” ne yahu?! Buna “adletmek”i de yapıştırsaydın ne harika olurdu! Üstüne “şarz”ı da ekledin mi lokum lokum! Arapça ve Farsça kelimelerin başına gelen ve “-siz, -mez” eklerinin anlamını karşılayan bu ön ek ile oluşturulmuş o kadar çok kelime vardır ki… Bî-ar olan biri ancak bu “Google translate” rezaletine tevessül ederdi, ki öyle de olmuş zaten.
Dede Efendi’nin vals ritimleriyle (makamı rasttır) hemen hemen herkesin mırıldanmakta zorluk çekmeyeceği o meşhur şarkısında da “bî-bedel”i görmekteyiz. Benzeri olmayan, eşsiz anlamındadır.
“Yine bir gül-nihâl aldı bu gönlümü / Sîm-ten gonca-fem bî-bedel ol güzel
Âteşîn ruhleri yaktı bu gönlümü / Pür-edâ pür-cefâ pek küçük pek güzel”
Dede Efendi, bu şarkının ilhamını, gönlünü düşürdüğü Gülnihal Kalfa’dan almıştır. Yaşadığı dönemi düşündüğümüzde bu şarkı Dede Efendi için epey “light” gelmiştir. Hatta o kadar ki gelenekten kopuşun âdeta simgesi olan bu “hafif” şarkı için talebesi Dellâlzâde İsmail’e, “İsmail, bu oyunun tadı kaçtı.” dediği söylenir.
“Gugıltıransleyt”e dönelim biz yine ve dünyadan bî-haber (“bîhaber” yazımına da fitim) olanların küçük dünyalarına fiskemizi atalım, atalım ki az da olsa silkinsinler Atlas Silkindi ile sosyal medyada sağa sola caka satmadan evvel!
Diziye dair enfes -ve tabii ironi harikası- yorum için lütfen Murat Soner’in, “TV’de Sansürsüz Yayınlanan Dizi Gel Dese Aşk İncelemesi ve Eleştiri” adlı 20 Nisan 2020 tarihli videosunu YouTube adı verilen şeytan icadında seyretmenizi hararetle tavsiye ediyorum.
Benim pertavsızıma takılıp kalbimi sızım sızım sızlatan ise şu “..!” noktalaması şeysi! Osman Bey’in Türkçenin noktalama işaretleriyle sınavı da bitmemiş anlaşılan. Kısa keseyim: Ya “!” ya da “!…”, ötesi sallamaya giriyor, hatta noktalama katline…
Ben yazdım oldu: Kimse sınanmadığı dilin masumu değildir!
İşe gidip gelirken sağda solda gördüğüm reklamlarda yalan yanlış kullanılan noktalama işaretlerinden, Türkçenin engin birikimini hiçe sayan acınası ifade biçimlerinden duyduğum hüznü yazıya dökmekte zorlanıyorum. Hem işini ifa ederken Türkçe kelimeler ve o kelimelere farklı vurgular katan noktalama imleri kullanacaksın hem de bunları yerli yerinde metne yediremeyeceksin… Sonra da ismini cismini yazmaktan korkan üç beş ödlek, birkaç tabansız bana klavye delikanlılığı yapıp efelenecek… Yok öyle yağma!
İşini iyi yapamıyorsan, layıkıyla yapmasını beceremiyorsan, sana kandil tutana saldırmadan önce kusurunu kabullenip o açığını örtmeye çalışacaksın. O kadar! Lamı cimi yok! Gariban Kırık Potkal’ımda neyi yazıp yazamayacağımı adını sanını vermekten korkanlardan öğrenecek değilim. Beğenmeyen okumasın, gıcık olan tıklamasın! İnternette sörf yapma hürriyeti var. Dünya kadar blog, web sitesi var. Oralara seyirtin, hadi, ne duruyorsunuz! Tutan yok sizi! Bu da “özlü söz”ümüz: Yarasalar rahatsız oluyor diye, güneş parlamaktan vazgeçmez.
Şimdi Vakıfbank’ın “halden anlayan” Acun Ilıcalı’yı kullandığı reklamına bakalım. Ona bakmadan önce, “halden anlayan” Acun Ilıcalı’nın “Yetenek Sizsiniz”de, sahneye adım attığı anda heyecandan tir tir titreyen illüzyon meraklısı Kütahyalı Halil Yusul’la nasıl kafa bulduğunu, nasıl ince ince dalga geçtiğini de not edelim. “Halden anlayan” adamdan daha şefkatli, insancıl bir yaklaşım beklenir(di) oysa. O Kütahyalı Halil Yusul, Kanal 7’de birkaç yıl önce yayınlanan “Yetenek Avcısı”nda gayet kontrollü bir sunum yapmış bütün acemiliğine rağmen üstelik.
Vakıfbank’ın halden anlayıp anlamadığını bilemem ama bu ilanı hazırlayanların, bu işe onay verenlerin Türkçeden anlamadığı kesin! “Noktalı virgül”den sonra cümle büyük harfle başlamaz. Özel isim kullanılacaksa noktalı virgülden sonra, o zaman cümle büyük harfle başlar. 2001: A Space Osyssey’deki “HAL 9000” ise cümlenizin öznesi, mesele yok tabii! “Noktalı virgül” yerine “:” koyamayan reklam ajansının “kreatif” ekibi birkaç kuruşlarına kıysınlar da bir yazım kılavuzu alıp hatmetsinler bir an evvel!
Benim meselem Türkçeye ihanet edenlerledir. Benim meselem Türkçeyi katledenlerledir. Benim meselem Türkçenin namusuna tasallut edenlerledir. Benim meselem Türkçenin doğurgan bünyesini iğdiş edip “süper”, “yaşam”, “keyif” üçlüsüyle gününü gün edenlerledir. Benim meselem deyimlerini, atasözlerini ve dahi argosunu bilmeyenlerledir. Benim meselem ölümüne önem verilmesi gereken ayrıntılara burun kıvıranlarladır. Klişe deyişle, “büyük resme” ve onun mantığına bakmaya çalışıyorum karınca kararınca. Hatalarım yok mu? Var elbette.
Türkçeyi tuvalet kâğıdına döndürenlere veryansın ediyorum tabii. “Aşklar da özen ister” demiyor muydu Cemal Süreya? Türkçe özen istemez mi peki? Şöyle düşünelim: Bembeyaz, pırıl pırıl dişlerinizin arasına sıkışıp kalmış siyah zeytin artığı veya maydanoz kalıntısı nasıl bir intiba uyandırır muhatabınızda? Mesele budur. Buna kafayı takmak gerekir. Türkçe, Lamborghini nasıl üretiliyorsa o hassasiyetle, o titizlikle kullanılmalıdır. Özene bezene, pür dikkat, hassasiyetle, kılı kırk bir kez yararak… “Kartal görünümlü Şahin”lerin devri bitsin artık!
Haa, bunları niye mi yazdım? “Yayıncı kuruluş” rumuzuyla belleklerde yer eden şirketin keyfinin kâhyası olan TFF, milletin bir vekilinin de “yorumcu” olduğu “Digiturk”ün muhtemel ziyanını yamayabilmek telaşıyla ve kimi kurumları, kişileri memnun edebilmek gayesiyle, Süper Toto Süper Lig’de lider olan takımın yöneticilerine derin bir “of” çektiren “play-off” uygulamasına müşteri çekebilmek için “Süper Final” ilanları hazırlatıp İstanbul’un muhtelif semtlerine, köşelerine bir reklam çalışması yerleştirmiş.
Başlığımıza bakalım önce: SÜPER FİNAL. Metni de şöyle: 34 haftanın en iyileri Süper Toto Süper Final’de baş başa. O zaman Allah bir yastıkta kocatsın! Bu nasıl bir irtifa kaybı böyle! Reklam sektörüne dair laf edebilme cür’etini göstermem, “rasyoneli müşteriye açıklanmış” işler hakkında bir çift laf etmem “yetkili merci” olmadığım için hoş görülmese de demokrasi müsameresinin doludizgin oynandığı güzelim memleketimde vatandaşlık hakkımı kullanıp bu reklam çalışması için (de) birkaç paragraflık itirazımı tarihe kaydedeceğim.
Güzel kardeşlerim benim! Öncelikle Allah müstehakınızı versin! Vural Sözer üstadımın “Dil Haşlama”sı ile “İkilemeler”inden haberiniz yok, peki, TDK’nin internet sitesinden de mi haberiniz yok yahu? Bu nasıl bir cehalettir, bu nasıl bir aymazlıktır ve bu nasıl bir kendi diline bigâne kalmaktır böyle! “Baş başa” yazabilenler, “bigâne”ye laf ederler muhtemelen. O halde “yabancı”, “ecnebi”, “Fransız”… Yeter mi?
Yahu “baş başa” mı anlatır, bu “SÜPER FİNAL”i, “yapay” da olsa sözüm ona bu heyecan kasırgasını? “Baş başa” ne demek, hiç düşündünüz mü? Yok mu içinizde Türkçe bilen bir Allah’ın kulu? “Aaa, sorun”a gülen bir nesilden, hata yaptığında da “oops” çeken bu “dokunmatik” jenerasyondan çok yüksek hassasiyetler mi beklemekteyiz yoksa? Şu ifade kabızlığına bakın! İsyan etmemek mümkün değil! Süper Lig’de ilk dörde giren GS, FB, TS, BJK… Aralarında kıran kırana maç yapacaklar… Buna da “SÜPER FİNAL” diyeceksiniz… Ve kullandıkları ikilemeye bakın hele: Baş başa. Yahu, baş başa verilip bir mesele (Aaa, sorun!) üzerine konuşulur, müzâkere edilir… El ayak çekilince iki kişi/sevgili/dost baş başa kalır… “Birleşik zarf”tır o “baş başa”nız ve kıyasıya maç yapıp Süper Toto Süper Lig’in şampiyonu olacak takımı belirleyecek bu “büyük” maçlar baş başa oynanmaz! Bu ilan metnini ortaya çıkaranların, sevgilileriyle baş başa kalıp kalmadıklarını epey merak ediyorum.
Şöyle olacak galiba: “34 haftanın en iyileri baş başa” verip Simon Kuper’den girip Eduardo Galeano’dan çıkacaklar, yine baş başa şikenin etimolojisini irdeleyip Karl Marx’ın “halkın afyonu” tanımlasını masaya yatıracaklar… “Baş başa” ne demek bil-mi-yor-su-nuz! Kuru kuru “kreatif direktör”, “copywriter” unvanlarıyla caka satmakla olmuyor bu işler! Cem Yılmaz’a bayılırsınız. Ne diyor espri önderiniz: Eğitim şart.
Baş başa şu demek: “Başkaları olmadan birbirleriyle, yalnız olarak, başkalarından ayrı, kendi aralarında beraber olarak” demek kardeşlerim! Artık öğrenin. Metniniz de şöyle olmalıydı en azından: 34 haftanın en iyileri Süper Toto Süper Final’de karşı karşıya. Hatta “nokta” yerine, “ünlem” de koyabilirdiniz. “Ünlem”i de pek seversiniz.
“Reklam sektörü yengen” yazmak bana, belki inanmayacaksınız, büyük azap veriyor. Deyimlerimizi, atasözlerimizi, hele hele İngilizcede bulunmayan muhteşem ikilemelerimizi dibine kadar öğrenin artık. Mesleğinize saygı gösterin. Kendinizi dev aynasında seyretmeyi bırakıp ekmek yediğiniz işinize dev pertavsızlar tutun. Türkçeye tutunun. Az daha gayret edin, beni sizler var etmeyin!
Not: “Sanat yönetmeni” kardeşime de şunu demek isterim. Boğaz Köprüsü’nde gördüm ilkin “SÜPER FİNAL”inizi. Görür görmez, televizyon ekranlarını parselleyen “balcı” bir firmanın işi epey büyütüp “billboard”lara terfi ettiğini zannettim. Stadyum görseli pek olmamış. Cam kavanozdan fırlayan bir “bal topu” gibi gördüm ilk etapta. Algıda seçicilikti/r belki. Kahvaltı etmeden evden çıkmamak gerekiyor.
Reklam yazarlığına hevesli gençlere, sektörün görmüş geçirmiş (çok fenasınız ama!) ağabeyleri ikaz ederler; sakın ola, şu, şu, şu (Elisabeth Shue da nereden aklınıza geldi!) kelimeleri “text”te kullanma diye. Sol kulağın memesine özene bezene yerleştirilen çelik küpelerden yer kalmadığından olsa gerek, bu hayatî tavsiyeler güme gider maalesef.
“Young Lions”ların bu tavsiyeleri küpe yapma noktasında çok da istekli olmadıklarına sınırlı “acans” tecrübemle şahit olmuşluğum vardır. Son zamanlarda “reklam yazarı” ile “metin yazarı” ayrımı yapan genç “reklam yazarı” arkadaşların mevcudiyetini de tedirginlik içinde görmekteyim. Ben reklam yazarıyım, müşteriden gelen davetiye metninin dilini düzeltmem, diyenleri işittikçe OMO kutusuna kullanım talimatı yazan duayen (“başeski” nasıl?) reklam yazarlarını düşünüp hüzünleniyor insan. Her neyse.
Fotoğrafladığım bu reklamla burun buruna gelince, bir reklam metninde/sloganında kullanılmaması gereken sözcükler bahsini hatırladım. Küpemi kontrol ettim. Sağ kulağımın memesini çekip şeytan kulağına kurşun diyerek, masama üç kere nazar tıklatması yaptım. Teke zortlaması bir nev’i. Arkadaşlar, kullanılmaması gereken ne kadar sözcük varsa, maşallah, hepsini sıralamışlar peşi sıra! Ortaya da ibretlik bir iş çıkmış. Keşke çıkmasaymış.
* Fax, Taxi & Sex, “Kamyon Yazıları”ndan “Ajans Yazıları” Sayıklaması’ndan
Reklam sektöründe güzel şeyler de olmuyor değil. Yahoo kardeşim, şuna “Reklam sektöründe güzel şeyler de oluyor.” yazsan ya, diyenler içün “Ya hu” da desin o şeker dilleriniz deyivereyim bâri.
Mesaj net mi net! Görsel yaratıcılık sevimli olduğu kadar zekice. Neredeyse her cümlenin sonuna tavuk yemi gibi serpiştirilen “üç nokta” da yok. Tık diye kondurulmuş “nokta”.
Pek beğendim bu reklamı. Düşünenleri, uygulayanları tebrik ederim.