Tag Archives: Türkçe

Tabela mabela: Siz hiç yazım kılavuzu gördünüz mü?

“Bakanlar Kurulu kararıyla tabelacı olarak evine ekmek götürmeye çalışanlara bir adet yazım kılavuzu bulundurma zorunluluğu getirilmesinin zamanı gelmiş de geçmektedir.

Böyle bir zorunluluk, ‘karbiratör, şarz-marş-akimülatör, kontür, firen, alekart, we ce, sandövüç/sandeviç, şöför, resteurant, kanpanya’ ve benzeri tabela, afiş, pankart fotoğraflarıyla yüklü geyik malzemesi ‘yurdum insanı’ e-postalarının bertaraf edilmesini sağlayacağından, sanal âlemin e-posta trafiğinde yaşanması muhtemel yavaşlamaların da önüne geçecektir.”
FTS’den…


Hıncal Uluç’un “nokta”yla imtihanı!

“Yaşa be Ahmet Hakan.. Birisi de yazmalıydı, “Paranıza da yazık, zamanınıza da” diye.. Martin Scorsese çekmiş diye, Shutter İsland/ Zindan Adası’nı ille de alkışlamak zorunda değiliz ya.. Bu kadar da değil üstelik.. İlk haftasında 40 milyon dolar kazanmış Amerika’da.. Bu Scorsese’nin rekoru. Hani gişe de yapmış film.. Seyreden binlerce kişinin on üzerinden verdiği not ortalaması 8.2.. Yani nerden baksanız film müthiş.. Hele de fragmanları izlemişseniz “Mutlak” demişsinizdir benim gibi sinemaya koşarken..  Ama bakın.. Hepsi palavra.. Benim paramla 10 para etmez..

Okuduğunuz satırların sahibi “kanaat önderi” Hıncal Uluç üstadımız.. Hıncal ağabeye sıradan bir okur olarak, bu sayfada tay tay koşturmadan önce, bir ikaz e-postası yollamıştım.. Aman üstadım, etmeyin eylemeyin, Türkçede “noktalama işaretleri”nin içinde “..” yoktur diye.. Nuh dedi mi, bilemiyorum ama üstadımız “kanaat önderi” olmanın ruha ferahlık veren huzuruyla bildiğini okumaya devam ediyor.. Benimki de laf hani! Koskoca Hıncal Uluç, Bilgin Gökberk’i “köşe”sine almazken, benim ikaz e-postamı ciddiye alıp dur yahu bu da neyin nesi, diyecek değildi ya!

Kurduğu cümlelerin dibine “..”yı azimle yerleştiren “kanaat önderi” Hıncal üstadımızın sıkı takipçisi de Selahattin Duman.. Vatan’daki yazısının başlığına bakalım: “Globalleştik, top olduk.. Q klavyeli laptop olduk!” Yazının girişine de bakalım: “Adetim değildir ama bugün öyle başlayayım.. Dijital teknoloji üreticilerine ileneyim.. Gözünüzde Q klavyenin tuşları kadar çapaklar çıksın e mi? Milliyetçiliğe geldi mi Tanrı Dağı’ndan eksik yanınız yok.. Sıra Türkçeye kazık atmaya geldi mi her biriniz tek kişilik ordu..”

Okuduğunuz üzere, Selahattin Duman, Hıncal Uluç ekolünün sağlam bir müridi.. Hatta baş müridi! Yazının tamamında “..” kullanmış.. Nokta (.) yok! Yorum yapmaktan ürküyorum.. Yazısında “F klavye” hadisesine “gülünçlü” üslubuyla yaklaşmaya çalışmış.. Hani diyorum, sevabına, “noktalama işaretleri”ne de bir el atsa..

Unutmadan… İngilizcede majiskül “İ” kullanılıyor muydu?

Not: İşbu yazıda, üstatlarımın alemetifarikalarından olan “..”yı tavuk yemi gibi kullandım. Eee, ne de olsa onlar “kanaat önderi”, onlar koca vesikalıklarıyla gazetelerinde “köşe” sahibi kalem ustalarımız… Gönülleri hoş olsun: Onlar Hıncal ile Selahattin..


Faili Can’lı Hata!

“Sunumu, sayfa düzeni, içeriği ve etkisiyle farkındalığını ortaya koyacak bu gazete ilk defa bir televizyon canlı yayınında hazırlanacak. Can Dündar’ın sunacağı “Canlı Gaste” pazartesiden perşembeye her akşam saat 10.00’da ilk manşetini atacak.”
Yukarıdaki cümlelerle tanıtımı yapılan “Canlı Gaste”nin 26 Ocak 2010 tarihli “nüsha”sında manşete taşınan üç sözcüklük haberi tekrarlayayım: “FAİLİ MEÇHUL ÇOCUKLAR”
Bingöl, Mardin ve Şanlıurfa’da son aylarda dikkati çekecek derecede “kayıp çocuk” vakalarında artış gözlenmekte. Şüpheler “organ mafyası” üzerine yoğunlaşsa da, henüz bu olayların faili/failleri bulunabilmiş değil. Söz konusu haberin yürek parçalayan yanını bir tarafa koyup yetkililerin bu olayı en kısa sürede aydınlatmasını dileyerek, “Canlı Gaste”nin faili belli hatasına bakmak istiyorum.
İnternet ortamında herkesin ulaşabilme kolaylığını düşünerek, tdk.gov.tr referans noktamız olacaktır, dünkü “Canlı Gaste”nin manşet haberinin üç sözcüğünü ele alırken.
Birinci sözcük “FAİL”. TDK’den: “1. Eden, yapan, işleyen. 2. a. db. Özne. 3. a. huk. Hukuki sonuç doğuracak bir suç işleyen kimse.”
İkinci sözcük: “MEÇHUL”. TDK’den: “1. db. esk. Edilgen fiil, malum karşıtı. 2. sf. Bilinmeyen, bilinmedik. 3. sf. mat. esk. Bilinmeyen.”
Üçüncü sözcük: “ÇOCUK”. TDK’den: “1. Küçük yaştaki oğlan veya kız. 2. Soy bakımından oğul veya kız, evlat. 3. Bebeklik ile erginlik arasındaki gelişme döneminde bulunan oğlan veya kız, uşak.”
 
“Sunumu, sayfa düzeni, içeriği ve etkisiyle farkındalığını ortaya koyacak bu gazete”de, ilk önce Türkçenin adam gibi kullanımındaki “farklılığı” görebilmeyi isterdim doğrusu.
Dilimize “ecnebi” olanlar için şu kadarını yazayım: “Awareness” kelimesinin dilimizdeki karşılığı “farkındalık”tır. Zinhar “farklılık” değildir!
O cümle de şöyle yazılmalıydı haliyle: “Sunumu, sayfa düzeni, içeriği ve etkisiyle farklılığını ortaya koyacak bu gazete”… Güzelim memleketimizin (maalesef) alametifarikalarından olan
“FAİLİ MEÇHUL CİNAYET” olur ve çok muzip, çok şenlikli “FAİLİ MEÇHUL KIYAK” da çok güzel olur ammaaa…
“FAİLİ MEÇHUL ÇOCUKLAR” gibi tuhaf bir manşet ol-maz! “FAİLİ MALUM HATA”yı “Can’lı” gazeteye yakıştıramadığımı belirtir, “gaste” editörünün vazifesini bihakkın ifa etmesi lüzumunu hatırlatırım.

“İnovatif PR”ınızı sevsinler!

“Kapak görselimiz biraz içinizi acıtmış, biraz da sinirlerinizi hoplatmış olabilir. Yerinde sayan ilerlemeyen bir hamster görselini biz de pek düşünmemiştik doğrusu. Oysaki ajansımıza yalnızca şu brief’i vermiştik: ‘Şurada şu kadar haberimi çıkar, sütunum santimimden fazla olsun, ille de Hürriyet olsun dönemi artık geride kaldı… Her ne kadar çoğu marka bu tip taleplerle PR ajanslarının kapısını çalışıyor olsa da, artık geçmiş ola! Devir değişti? Peki, bizim PR’cılar niye değişmedi… Artık PR sektörü için de inovasyondan konuşmanın zamanı gelmedi mi?'”

Okumuş olduğunuz alıntı Marketing Türkiye’nin 185. sayısının kapak konusu, “PR sektörü ilerliyor mu?” başlığı altındaki “giriş” yazısından… “Bold” sözcükler tarafımdan işaretlendi. “Ya Marketing Türkiye’nin Türkçeye borcu?..” yazımda da belirttiğim üzere MT’nin Türkçe yazımındaki savrukluğu, yazdığı metni okumama alışkanlığı üst düzeyde maalesef! Bu da, bahsettiğim hazin duruma minik ve tipik bir numune…

Önce doğrusu: “Her ne kadar çoğu marka bu tip taleplerle PR ajanslarının kapısını çalıyor olsa da, artık geçmiş ola! Devir değişti!”  

Tamam, inovasyondan (da) konuşalım ama öncelikle işimizin temeli olan haber metni yazmanın kurallarını bihakkın yerine getirsek nasıl olur? En hafif ifadeyle, bunun adı Türkçeye saygısızlıktır, ifa edilen işe ihanet etmektir. MT’nin muhabirleri, yazar kadrosu alengirli sözcüklerle, ultra-modern kavramlarla dergicilik oynamaya kalkışmadan önce, kurallı, hatasız haber metni yazmayı öğrenseler çok iyi olacak.

Not: 29 Ocak 2010, saat 18.55’te MT’nin internet sitesine baktım. Söz konusu haber metninde işaret ettiğim yanlışlar düzeltilmiş.


Reklam meklam: Peki, Marketing Türkiye’nin Türkçeye borcu?

“Pegasus’un reklam filmi ‘copy paste’ mi?” başlığı altında sunulan haberi okuyalım önce: “Pegasus Havayolları’nın Facebook’taki resmi hayran sayfasında yayınladığı videosu sosyal alemin gündemine bomba gibi düştü. Uçak kalkmadan önceki güvenlik uyarılarının 5-6 yaşındaki minikler tarafından anlatıldığı video bundan birkaç ay önce Thompson Havayolları için Beattie McGuinness Bungay London tarafından hazırlanan filmin tıpkısının aynısı… Reklam filminin hazırlanma amacı da yine aynı. Uçak kalkmadan önce yolcuların hostesleri ya da ekranlardaki videoları izlememesi havayolu şirketlerini daha yaratıcı bir çözüm aramaya itiyor. Tıpkı Thompson Havayolları’nda olduğu gibi Pegasus’un filmi de sadece uçak kalkmadan önce yayınlanmak üzere hazırlanmış. Ancak yine de birebir kopya sayılabilecek reklamdaki benzerliğin sorumlusunun kim olduğu sektörde oldukça merak ediliyor. Acaba reklam ajansı mı müşterisinin haberi olmadan böyle bir çözüm bulmuştu… Yoksa marka mı ajansına gidip ‘Bize bunun aynısından yapın!’ demişti? Öyle görünüyor ki Pegasus Havayolları ve reklam ajansı reklam sektörüne bir açıklama borçlu…”

Yukarıdaki haber metni Marketing Türkiye’nin (bundan sonra MT olarak anılacaktır) internet sitesinden… Bu haber metninde “koyu” sözcükler tarafımdan dikkatinize sunulmuştur. MT’nin Türkçe kullanımına ilişkin özensizliği, sallapatiliği son aylarda gemi azıya almış vaziyette. Üstelik, “YORUM YAZ” butonuna basıp buna benzer hataları tek tek gösterdiğinizde, izahını yaptığınızda “negatif yorum” olduğu için yayımlamamak gibi antidemokratik halleri de cabası maalesef.

1 Haziran 2009 tarihli nüshalarındaki “Reklam sektörünün Ankara çıkartması” haberinde geçen “çıkarma” ile “çıkartma” sözcüklerinin hatalı kullanımı üzerinde kaleme aldığım ikaz yorumum üzerine Günseli Özen Ocakoğlu’yla “özelden” yazışmış ve “çıkarma-çıkartma” sözcükleriyle ilgili olarak “Ne ilginçtir ki pek çok yerde de yine aynı karmaşa var.” cevabıyla kalakalmıştım. Oysa, “ÇIKARTMA” ile “ÇIKARMA” arasında “Normandiya Çıkarması” kadar fark var! Neyse.

Yine aynı “Reklam sektörünün Ankara çıkartması” haber metninde geçen “devlet erbabı”na dair tek sözcük olsun cevap alamadığımı da, bu mütevazı “blog”a ara sıra takılan muhterem zevata bunu duyurmak bordrolu boynumun borcudur! Ne tesadüftür ki, MT’nin daha önce yapmış olduğu bir haberin öznesi yine Pegasus’tu! O haber metninde de, “her şey”, “herşey” olarak yazılmakla kalmamış, “7.99 TL” sosuyla reklam sektörüne servis edilmişti. Ben, yemedim tabii! Huyum kurusun, önüme gelen her yemeği yemem. Söz konusu yemeği servis eden “mutfak” çalışanlarına “YORUM YAZ” kanalıyla mesajımı ilettim. Okudular. Harfiyen yerine getirip yemeği tekrar servise sundular. E-posta adresime tabii ki “kuru bir teşekkür” cümlesi gelmedi! Siz nerede yaşıyorsunuz Allah aşkına kuzum?

175. sayının kapak konusunun haber metninde ise yine evlere şenlik bir durum vardı. Hatırlatayım: “Ancak pazarlama sektöründe uzun yıllardır çalışanlar iyi bilir ki ne kadar inkar edilirse edilsin siyasi konjektürü iyi okumadan pazarlama yapılmaz. Yapılamaz…”
Fi tarihinde, Baba Tatlısı’yla, Dil Haşlama’sıyla, Çobansalatası’yla “reklam yazarı” olma azmini, disiplinini taşıyanlara büyük bir dil hizmeti sunan “duayen” reklamcı Vural Sözer’in internet sitesinin “Sallıyorum” kategorisi çalışır durumdayken, “Sallıyorum”una şunları eklemiştim: “Cesur bir kapak konusu. Ne var ki, yine pek çok yazım yanlışı barındırıyor. İğneyi kendine batırma erdeminin bu kez gösterilmesi temennisiyle, şu ‘konjektür’ denen şey, nasıl bir şeydir acaba, bunu irdelemeye çalışalım.

Öyle bir hata ki bu, popüler kültürün hilkat garibesi ürünü ‘varoş kültürü’nün memlekete egemen halinde cisimleşen ‘kahraman’larından birinden de bu ‘konjektür’ü duymuş olmanın ürpertici tesadüfünü paylaşmak isterim. Marketing Türkiye’nin itibarını zedeleyen, neredeyse sabote eden akıl almaz yazım hatalarına dur denmeyecek mi? Fransızcası ‘conjoncture’ olan bu sözcüğün Türkçe yazımı şöyledir: ‘Konjonktür’.
Anlamını Hz. Google yardımıyla bulabilirsiniz. Yine de yazayım: Siyasi, ekonomik, sosyal (fiyakalı bir sözcük geliyor) parametlerin o anki şartlarla bağlantısı… Biraz daha özen ve dikkat lütfen. Bir de, ‘Türk Halkı’ değil, ‘Türk halkı’… İğnem gani, çuvaldızım sipsivri!”

Tamam, Pegasus’un “esinlenme”sini bir kenara koyalım ve aslî işi Türkçeyi doğru dürüst kullanmak olan, reklam sektörünün alametifarikası addedilen Marketing Türkiye’nin Türkçeyi, Türkçenin kullanımını katletmesine bakalım. Pegasus Havayolları’ndan bir açıklama gelir ya da gelmez, buna benzer “esinlenme” oranını “eser miktarda” tutup kıvrak manevralarla “yaratıcı reklam ajansı” madalyasını hâlâ taşımaya devam eden pek çok kuruluş mevcuttur. Pegasus’un “reklam ajansı”nın “esinlenme” oranını zekice ayarlayamadığı anlaşılıyor.

“Alem” ile “Âlem” arasındaki farkın, farkında mısınız? Yoksa, “şapka kalktı” yavelerine mi iman ediyorsunuz hâlâ? Lütfen hazıra konmayınız. Sözlük okumaktan vazgeçtim, sözlük karıştırmak da yok artık! Karıştırınız. Gelelim “birebir”e… “Birebir” ile “bire bir” elbette farklıdır. MT’nin haber metninde “bire bir” olarak yazılmalıydı. Cümleyi düzeltiyorum: “Ancak yine de bire bir kopya sayılabilecek reklamdaki benzerliğin sorumlusunun kim olduğu sektörde oldukça merak ediliyor.”

Şimdi, sorum şu: Marketing Türkiye, Türkçenin engin birikimine karşı borcunu ne zaman hakkıyla ödeyecek acaba?


“Bunu böyle bileceksin”

“Mide gibi bir organa hiç eziyet edilirmi
Kokoreç ve Midye tava hertarafta yenilirmi
Kokoreç yemek için başka yere gidilirmi
Bunu böyle bileceksin, bunu böyle bileceksin”

Geçen hafta sonu Rick(y) Schroder ile Angelina Jolie’nin “pederi” Jon Voight’un mendil üstüne mendil ıslattırdığı filminin adıyla aynı adı taşıyan ve mantar misali çoğalan, süt kuzusu bağırsağından imal edilmiş ürünleri halka arz eden bir mekânda soluklandım.
Sakatat ürünleriyle aram olmadığı için, çeyrek ekmek arasında “tavuk şiş” yedim sağa sola bakına bakına. Bu bakınma, tıkınma esnasında bir “dörtlük” gördüm yazarkasanın bulunduğu bölümün tavana yakın bir yerinde. Okumaya başladım. İlk “dize”deki -mi ekinin bitişik haline “eklemlenen” “hertaraf/ta”yı da okuyunca… Bağırsak ne değişir ki sanki, umutsuzluğuna savruldum “yine, yeni, yeniden”…

Nispeten mürekkep yalamışların “heryerde”sini okumuştum da, “hertaraf/ta”yı ilk kez görüyordum. “Midye tava”yı es geçtim. Eh, bu bitişik soru eki sorunsalının salına atladığım gibi, kendimi dışarı attım. Yaya kaldırımında kırmızı ışığın yeşile dönmesini beklerken, mırıldanıyordum: -mi soru eki, kendisinden önce gelen sözcükten ayrı yazılır.
Bunu böyle bileceksin, bunu böyle bileceksin!