Tag Archives: Türkiye

Bayramlar ve yılbaşı artık öksüz: Mustafa Kandıralı vefat etti.

Bayram sabahlarının ve yılbaşı gecelerinin sembol ismi, klarnet sanatçısı Mustafa Kandıralı 90 yaşında (1930-2020) vefat etti. Artık ne eski bayramlar var ne Nesrin Topkapı ne Seher Şeniz ne Tülay Karaca’nın tüllere sarınıp hünerlerini gösterirken kameramanların ve rejinin atraksiyonlarıyla dansözlerin açıkta kalan yerlerinin olabildiğince gösterilmemeye çalışıldığı yılbaşı geceleri… TRT’nin yerinde zaten yeller esiyor! “Özü sözü insan” diye bir de slogan bulmuşlar!

“Özü sözü insan” olan bir neslin mezar taşıdır artık bu slogan! O masum yıllarımızı, Türk-Kürt ayrımının olmadığı mahalle kültürümüzü, kadına kıza yan bakanın ayıplanıp hizaya çekildiği, ezan okunduğunda akşam yemeklerine koştuğumuz sokaklarımızı, başörtülü teyzelerin sokak hayvanlarını tekmelemediği, yılbaşı geceleri kestane pişirip saatin 24.00’ü göstermesiyle beyaz cama gözlerimizi mahcup mahcup çevirdiğimiz ve öksürüklerin bir anda arttığı esnada dansöz eşittir yılbaşı kültünün hafızalarımıza nakşolduğu o masum o güzelim yıllar ebediyen yok artık!


“Teşbih” ile “tatbik”, Hürriyet gazetesi iyice bitik!

“65 yaş üstü için uygulanan sokak kısıtlaması 20 yaş altına da teşbih edilecek.”

Bu da diktikleri tüy: “Tüm spor müsabakaları seyircisiz oynanmayacak devam edilecek.”

hurriyet.com.tr


Akdeniz -Stavros Lantsias ile- ısınıyor!

Spotify adlı dijital müzik kütüphanesinin kıymetini, Akmar Pasajı’nda CD’den, plaktan 90’lık kasetlere kayıt yaptıranlar bilir! Ne büyük nimettir şu Spotify bi’ bilseniz!

Geçen hafta başında “haftalık keşif” sekmesini açıp dinlemeye başladığımda elim hemen o “kalp” işaretine gitti: To Waltz Ton Mation, Stavros Lantsias. “vals of the eyes” başlığı var o çoook meşhur “ekşi”de, hey Allah’ım! Nasıl, “gözlerin valsi” ne kadar romantik değil mi? Yazarken fark ettim de “romantik” kelimesinin de içini boşaltmışız… Yazık.

Eleni Karaindrou’ya götüren melodi zenginliği, yereli evrensele lehimleyen bir vizyon, dingin bir ruh hali… Ruhunuzun yönetmeni olduğunuz filmlere “soundtrack”ler Stavros üstadımızdan… Yayınlanmış albümlerine yelken açtım hemen. Yanılmamıştım. Berklee mezunu bir piyanist. Güney Kıbrıs doğumlu. Halkların kardeşliğine eminim o da iman etmiş bir “dünya vatandaşı”dır. Müzik varsa savaş yoktur. Hele hele jazz‘a meyletmiş bir yüreğin varı yoğu barıştır.

Human Touch grubunun saksafon icracısı David Lynch ve gitarist Yiotis Kiourtsoglou ile 1998 ve 2004 yıllarında iki albüm çıkartıyor. Aman diyeyim, Blue Velvet ile Lost Highway‘in yönetmeni David Lynch değil ha bu David!

Warner Music ile anlaşma gecikmiyor. Yıl 1999. Albümün adı Return. 2002’de de The Journey of a Note. Bana soracak olursanız, ki bana sorunuz, tam bir “ECM sanatçısı” Stavros ustamız. Manfred Eicher, bu “dünya sanatçısı”na ECM’in kapılarını açarsa hiç şaşırmam.

2011 çıkışlı Dairy of Dreams ise ayrı bir cümbüş! Davul setinde, vakti zamanında biz Akmar Pasajı müdavimlerini delirten Weather Report’un davulcusu Peter Erskine var! Lars Danielsson da kontrbasın tellerine konan kuşlarla muhabbete koyulmuş…

Dün akşam da “home office” çalışmaların baskısını temize çekmek için web âleminde bi’ sörf yapayım dedim ve karşıma enfes bir WordPress dostu çıktı: https://birinindunyasi.wordpress.com/2016/11/01/stavros-lantsias/

Gayet temiz anlatmış. “+1” demekle iktifa ediyorum. Ellerine sağlık. Onun da bu yazısını okuyunca kalbim, ruhum, gözüm Stavros Lantsias’ın besteleriyle dolu bu berbat gündem maddelerine nanik yaparcasına! “As Far as Your Eyes” adlı nefis bestesinin videosu da benden gelsin…

Yaşasın barış! Yaşasın kardeşlik! Yaşasın müzik!


Türkiye’dir Ahmet Hamdi Tanpınar.

Gariptir ki eserimi sathî okuyorlar ve her iki taraf da ona göre hüküm veriyorlar. Sağcılara göre ben angajmanlarım –Huzur ve Beş Şehir– hilafında sola kayıyorum, solu tutuyorum. Solculara göre ise ezandan, Türk musikisinden, kendi tarihimizden bahsettiğim için ırkçıların değilse bile, sağcıların safındayım.

Halbuki ben sadece eserimi, şahsen yapabileceğim şeyi yapmak istiyorum. Ben maruz müşahidim. Sempatilerim var… İnkılâpların taraftarıyım ve dil meselesindeki ifratlar hariç, geriye dönmek, bir adım bile istemem. Feda edemeyeceğim şeyler var:  Sağlara karşı hiç olmazsa inkılâpların bugünkü statüsü. Sollara karşı Türk milletinin istiklali ve tarihi hakkı. İmkân bulsam, yaşım müsait olsa ve bir organ sahibi olsam müdafaa edeceğim tek fikir: Kalkınma ve plan. İnkılâpçılardan ayrılıklarım: Allah’a inanıyorum. Fakat tam Müslüman mıyım, bilmem. Fakat anamın, babamın dininde ölmek isterim ve milletimin Müslüman olduğunu unutmuyorum ve Müslüman kalmasını istiyorum. Garplıyım. Hıristiyanlığın daha iyi, daha zengin miraslarla, daha iyi işlendiğine eminim. Burada kendi kendimle tezattayım. Süleymaniye’den başka garpla ölçülecek bir iki musiki eserinden başka bir şey tanımıyorum… Hülasa evolué ettim, fakat değişmedim.

Ahmet Hamdi Tanpınar


Mâziye bir bakıver: Ziyadan iktisat etme!

Ameli Elektrik, 1932


“Nereye basıp yürüyeceğiz?”

“Bünye değiştiriyoruz. Doğu’nun bol zamana, geniş mekâna, fatalizme göre ayarlanmış aheste salıntısından Batı’nın makina gibi tıkır tıkır işleyen ritmik dinamizmine aktarmanın içindeyiz, daha doğrusu başlangıcındayız, asıl civcivli noktasına gelmedik daha, eski zaman kalıntıları her tarafta yol kesiyor ve bizi eski zamanın âhengine geri tepiyor.

Asfaltta uçar daim biraz yürüyorsunuz, derken stop. Arnavut kaldırımı başlıyor. Sağda yıkıntı solda yapı. İğri büğrü taşlardan daracık bir yaya kaldırımı, hışım gibi gelen taşıtlardan şuraya canımı kurtarayım derken o beğenmediğiniz yaya kaldırımına inşaat malzemesi yüklü bir kamyon geliyor bindiriyor. Şurada boru patlamış, sel basmış, burada blok taşlar geçilmez, ötede işporta beride yolcu alan dolmuş. Nereye basıp yürüyeceğiz?”

Sinirlerimiz, Safiye Erol, 1962


Her günün sözü

Âkıl isen âlemin nakşın görüp meyl eyleme

Köhne bir virânedir bünyâdı âb üstündedir

Figânî


“Meyhane mezesi”

“Şimdi musiki, bir meyhane mezesi haline geldi. İnsan, bir nağmeye bin falso sığdırabilen musiki esnaflarını (!) dinledikçe buhranlar geçiriyor, eline geçeni, önüne çıkanı kırıp geçirmek istiyor. Yani kuzu iken kurt kesiliyor.”

Udî Nevres Bey, 1937


“Şarkıdaki Maymun”

Ne kadar da güzel ve şuh tanıtılırsın

Oysa gerçekte bir maskarasın

Bir maymunsun şarkıların içinde

Bir papağan, süper renk ve biçimde

Önemi yok erdemin, mühim olan paradır

Bir bilinse ki o ne tezgâhtır

Bir günah gibi, günah gibi

Her bilinçsiz kafada günah gibi

Geri kalmış genç kızda

Aptalın cüzdanında

Videokaset ve fotoromanda

Bir şarkısın mutfakta

Bir heves kokanada

Ve bir sevda patronda

http://fizy.com/#s/19f32q


69, 70, 75!

Bir araya geldiğinde muzır mânâ okyanuslarında sörf yapmanıza neden olan, bazı “cıs” rakamlar vardır. “6” ile “9” yan yana gelince hele… “3” ile “1”i de unutmayalım. Hatta Atlasjet’in “69’u çok seveceksiniz” ilanı “sosyal medya”da epey tartışılmıştı. Cinsel imgelere el sallayan, cinselliğe göndermelerde bulunan bu tür trükler hâlâ iş yapıyor anlaşılan. En azından sağda solda konuşulur kılıyor o işi. Gündemde kalmak en büyük “erdem” ya günümüzde! 

Sigara denilen mereti değil içmek, dudaklarımın arasına dahi almışlığım olmamasına rağmen soğuk algınlığının ağırlığını iyice hissettirdiği günlerde dahiliye doktorunda almıştım soluğu. Akciğer filmimi inceledikten sonra, şu soruyu sordu: Günde ne kadar sigara içiyorsunuz? Yüzümün aldığı şekli sizin hayal gücünüze bırakıyorum. Doktorun bu sorusu çok gücüme gitmişti ama en çok bana pasif pasif sigara içirtenlere içerlemiştim.

19 Mayıs 2008’de yürürlüğe giren 5727 sayılı kanun uyarınca konutlar hariç tüm kapalı alanlarda sigara içilmeyeceğine dair uygulamaya, Şehir Hatları vapurunun kıç kısmında sigara küllerine bulanan bir pasif içici olarak ne kadar memnun olduğumu tahmin etmeniz zor olmayacaktır. Ekmeğimi kazanmaya çalıştığım hanın içinden tutun, sabah çorbama kaşık salladığım AKO Gıda’ya, öğle yemeği için ta İstinye’ye seyirttiğim kebapçıya… “Sigara İçilmez” levhalarındaki ilk ceza rakamı muzır (?) “69 TL” idi. Zaman içinde 70 TL, ardından 75 TL izledi “69”u… Bu arada 72 TL, 80 TL ceza kesen (bugüne dek ben ceza yiyen bir “aktif” görmedim) müesseseler de var! Serbest piyasa ekonomisi dedikleri şey bu olsa gerek!

Böylesi bir hususta bile standart sağlamaktan uzak oluşumuz hakkında, olimpiyat düzenleyeceğimize gönülden inanan bir Ercan Taner ne düşünür acaba?