Gördünüz ya, takke ne de çabuk düştü aziz “Kalplerdeki Espas” takipçileri. Mrs. Elif Shafak’ın, Zadie Smith’in İnci Gibi Dişler romanından “esinlendiği” haberleriyle çalkalanıyor ortalık. Karşılaştırmalı alıntıları sanal âlemde kolaylıkla bulabilirsiniz. Mrs. Shafak ise bir azize edasıyla şöyle diyor: “Türkiye’de azıcık farklı, yenilikçi işler yapan herkese uluorta saldırılmasından bıktım, bıktık. Bizde ne yazık ki insan karalamak, başkalarını küçümsemek çok kolaydır. Bu benim 117’nci kitabım, 8’inci romanım. Alınterim, hayal gücüm. Okurlarım bunu bilir. Ben okuruma güvenirim, okurum da bana güvenir. Kem sözler, iftira ve dedikodular gene sahibine döner. Benim nazarımda kainatın işleyişi böyledir. Bugünkü eleştiri seviyesi ne yazık ki zaman ve enerji ve moral kaybına yol açıyor, hepimiz için…” Amman enerjimizi heba etmeyelim aziz “Kırık Potkal” okurları. Daha okuyacağınız pek çok cümlem var. Şeytanın bacağını “dışarıdan” siyasî söylemlerle kırıp Nobel’i kapan Orhan Pamuk da aynı “metot”un yolcusuydu. Yoksa bilmiyor muydunuz?
1552’de Kanunî döneminde Kaptan-ı Derya Sinan Paşa’nın yanında üç sene köle olarak çalışan bir İspanyol entelektüelin İstanbul’a ve Osmanlı İmparatorluğu’ndaki gündelik hayata, toplumsal olaylara, bilime, yönetim biçimine, adlî sisteme ilişkin gözlemlerinin aktarıldığı Pedro’nun Zorunlu İstanbul Seyahati 1557’de yazılmış. Yazarı meçhul. Çevireni biliniyor: Fuad Carım. Devrin tanınmış yazarlarından Cristobal de Villanon’un kaleme aldığı kuvvetle muhtemel. Meral Okay ile Tarihin Arka Odası’nın pîşekârı Erhan Afyoncu’nun bu kitabı okuyup okumadıklarını bilemiyorum ama Orhan Pamuk Pedro’nun Zorunlu İstanbul Seyahati’ni bir güzel okumuştur! Daha sonra da -sizleri bilemem- bana Beyaz Kale diye okutmuştur!
Çok enteresan bir entelektüel olan Fuad Carım’a (1892-1972) dair biraz bilgi verelim. “Mülkiye” mezunu. Dışişleri Genel Sekreterliği ve büyükelçilik yapmış. Kanuni Devrinde İstanbul, Cezayir’de Türk’ler, İşlenmemiş Konular adlı kitaplar neşretmiş. Gelelim bizimkilere. “Çalıntı” iddialarıyla ilgili olarak Orhan Pamuk’un başını birkaç haddini bilmez ağrıtmıştı. Bugün de bendeniz kulaklarını çınlatacağım Orhan Bey’in. Başlıyoruz. Koyu renkli ve italik cümleler, Pedro’nun Zorunlu İstanbul Seyahati’ndendir. Parantez içinde de Orhan Pamuk’un Beyaz Kale’sinden cümleleri vereceğim.
“…Rampacılar gemiye daldılar ve herkesi çırılçıplak ettiler. Beni tepeden tırnağa soymadılar; sırtımdakiler, onların hoşlanmadıkları ve beğenmedikleri şeylerdi. Hem, sırtımdakilerle uğraşmaya bir lüzum görmediler; yattığım kamara çok daha değerli eşyalarla doluydu…”
(“… Rampacılar gemimize ayak basarlarken kitaplarımı sandığıma koyup dışarı çıktım. Gemi ana-baba günüydü. Dışarıda herkesi toplamışlar çırılçıplak soyuyorlardı…”)
“… En üste Muhammed’in sancaklarını astılar; bunların altına, bizden aldıkları bayrakları, haçları ve Meryem Anamız’ın tasvirlerini astılar. Külhanbeyler, başaşağı asılan bu haçlarla tasvirleri bir ok yağmuruna tuttular… Derken denizlerde eşine rastlanmayan bir top ateşi koptu…”
(“… Bütün direklerin tepesine sancaklar çektiler, altlarına da bizim bayrakları, Meryem Ana tasvirlerini, haçları tersinden asıp külhanbeylerine aşağıdan oklattılar. Derken toplar yeri göğü inletmeye başladı…”)
“… Sinan Paşa’nın on iki yıldan beri çektiği nefes darlığı artmıştı. Göstermediği hekim kalmamıştı. Sonunda beni de çağırdılar. Paşa’ya elimle bir şurup hazırladım. Nasıl alınacağını sorunca, işi çaktım ve bir kaşık isteyerek, gözü önünde, üç kere doldurup içtikten sonra, ‘alsana senyör’ diyerek, kendisine de içirdim…”
(“… Oysa, derdi, bildiğimiz nefes darlığıydı. İyice sorup soruşturdum, öksürüğünü dinledim, sonra mutfağına inip orada bulduklarımla naneli yeşil haplar yaptım; bir de öksürük şurubu hazırladım. Paşa zehirlenmekten korktuğu için göstererek şuruptan bir yudum içip haplardan bir tane yuttum…”)
Ve son bir karşılaştırmalı alıntı daha: “… Amcabey diye anılan, aslen Valencialı birini yollayarak, bir hıyanette bulanmayacağıma dair yemin ettirip zincirimi söktürdü…”
(“… Bir hafta sonra bir gece gelen kâhya, kaçamayacağıma yemin ettirdikten sonra zincirlerimi çözdü…”)
Mrs. Elif Shafak’ın “intihal” söylentileri ayyuka çıkan İskender adlı romanından alıntıları okudunuz mu peki? Biri şöyleymiş: “Oturma odasındaki halının üstünde bağdaş kurup oturur, tavana yakın küçük pencerelere bakardı ağzı açık. Dışarıda sağa sola akıp duran çılgın bir bacak trafiği olurdu. İşe giden, alışverişten dönen ya da yürüyüş yapan yayalar. … (İskender, s. 135, Doğan Kitap)” Bu kadar tatsız tuzsuz, kupkuru cümleler kurabilmek epey maharet ister doğrusu. “Çılgın bir bacak trafiği” ile “yürüyüş yapan yayalar” sözcük öbeklerini okuyunca dilimi yutayazıyordum neredeyse. Yazık! Böylesine âhenkten uzak, yavan cümleler kuran bir “yazar”ı Sayın Tahsin Yücel’e havale ediyorum.
Ne de fiyakalı ama! Önce İngilizce yazacaksın, sonra bir çevirmenle yazdıklarını Türkçeye çevireceksin, İhsan Oktay Anar’ın suskunluğundan feyz almak bir yana, onun tam tersi bir reklam metaı olup eserinin (?) önüne geçip duracaksın, ruhsuz, Türkçenin revnaklı yapısından nasiplenmemiş acemi betimlemelere boğulmuş kitabın için o kanaldan bu kanala seyirteceksin… Sonra da demeç vereceksin “Farklı, yenilikçi, alınterim, hayal gücüm, ben okuruma güvenirim, okurum da bana güvenir, kem sözler, iftira, dedikodular gene sahibine döner, benim nazarımda kâinatın işleyişi böyledir, eleştiri seviyesi ne yazık ki zaman ve enerji ve moral kaybına yol açıyor, hepimiz için” diyerek… Vay benim köse sakalım!
Çok haklıdır Mrs. Elif Shafak, böylesine tacir bir yazar (?) için bu kadar enerji kaybına, hakikaten hiç mi hiç gerek yok. Göz boyamakta ustalaşan medyanın boyacı kadrosu, ellerine aldıkları mikrofonlarla, kalemlerle, klavyeleriyle zorla güzellik yaratmak için didinip durabilirler. Tarihe düştük notumuzu. Tarih ve edebiyat tarihi gereken cevabı ve notunu ileride verecektir zaten. Acar yazarlarımıza hayırlı işler!