Tag Archives: Türkçe

Herkes “herkez” yazarken…

“Reklam meklam: Bak bubilet.com… Bu da Türkçe!” başlıklı yazıma yapılan yorumun, alttaki görseli tamamladığını düşündüm. Vatana, millete hayırlı olsun!

“Reklamcılık, Türkiye’nin en kolay (!?) mesleklerinden biridir. İçinde Photoshop ve FreeHand yüklü bir bilgisayar (artık Mac olmasına da gerek yok) sahibi olmak yeterlidir reklamcı olmak için. Birçok şey gibi, Türkçeyi ve yazım kurallarını da bilmeye de gerek yoktur. Çünkü böyle reklamcıların müşterileri de bilmediği için Türkçeyi ve yazım kurallarını gayet sorunsuz çalışırlar. Bu insanlarla oturup konuşsanız, ‘Kardeşim’ derler, ‘Ben meramımı anlatmışım. O afişten müşteri de gelmiş. Paramı da kazanmışım.. O kadarcık da olsun. Boşver. Reklamın iyisi kötüsü olmaz.'”


Reklam yazarları buraya: Ersin Salman’dan “Gülabdan”

Gülabdan

İnce
küçük
işlemeli
saydam bir dünyadır Gülabdan
Yaşamı güzelleştiren iksirler sunar insana Ve
pembe bir sesle dökülür beyazlığın üstüne Kar değildir

Bir
bakışta
arkası görünen
kar kokulu bir çiçektir Gülabdan
Yılda yalnızca bir kez açar Sessiz bir yaz akşamı
yatsı ezanı okunurken O gece yeni ayın ilk günüdür

Sesi
duyulan
kendi bilinmeyen
ayda yaşayan bir ötücü kuştur Gülabdan
Uçarken soluğu kesildiğinde çiçekli bir dal arar
Konduğu dalda uyuya kalır Düş görmez düş gibidir

Bir
çağdan
öte yüzyıla
düş gibi akan bir gezgindir Gülabdan
Baharat taşıyan gümüş yaldızlı ticaret gemilerini
eski rüzgarların kokusundan tanır Yelkenleri atlas değildir

Ve
aslında
kendi de
denizden esen bir rüzgardır Gülabdan
İmbatla el ele verip Alsancak’tan Karantina’ya giderken
Pasaport İskelesi’ndeki vapuru okşar İçinde ilkokul çocukları

O
hoş
çingeneyle
Perulu matadorun pasaportsuz kızıdır Gülabdan
Yılbaşı öncelerinde kokina satar Pera sokaklarında
Ve kaçırmaz Ramon Novarro filmlerini Yeni Melek yoktur

Çok
geniş
kanatlarıyla
düşler kurgulayan bir penceredir Gülabdan
yıldızlı gökyüzlerine kıpkızıl gelincik tarlalarına ve
çocuk bahçelerine açılır Açılırken gizemli bir müzik duyulur

Acı
ayrılık
işkence görmüş
İranlı bir komünisttir Gülabdan
Yaşamın bir gün çok daha adil olacağına ve insanlığın
Galaksilerarası uçuşlar yapacağına adı gibi inanır Adı yoktur

Adı
yeni
konulan
eski bir gezegendir Gülabdan
Genellikle başına buyruk dolaşır
Samanyollarını sever Çocuklara göz kırpar

En
çok
çocukların
sevdiği sabırlı bir çerçidir Gülabdan
Meyankökü bile satar Arabası çok havalelidir
Atının donu beyaz kakülü kırmızı olur Adeta yürür

A
harfleri
uzun okunan
kırmızı bir sözcüktür Gülabdan
Ferit Devellioğlu’yla yakınlığı vardır Osmanlıca-Türkçe
Lugat’ın 354. Sayfasında bulunur Arayana pek rastlanmaz

***

Bilgi: Zikir sonrası, tekkeye gelen misafirlere gülsuyu verilirdi. Bunun için çeşitli tipte gülabdanlar yapılmıştır. Hicrî 1321 (1903-1904) tarihli ve Kâmil imzalı bu gülabdan ise fonksiyonuna uygun bir beyitle süslenmiştir:

“Gülşen içre andelîb feryâd eder bir gül için
Gül ise andan nihandır bu derunî şişede”


Mihrabım diyerek, muhatabıma göz kırptım!

“Muhattap” – Televizyondaki bazı magazin programlarında (“İzlence”yi kullanıyor musunuz?) duymuşsunuzdur: “Bilmemne benim muhattabım değil arkadaşlar!”. Sanal âlemdeki özgürlüğü sonuna kadar kullanan gençliğin incir çekirdeği “polemik”lerinde de okumuş olmalısınız: “Seni muhattabım olarak görmüyorum:)” Kendisine hitap edilen kimsedir “muhatap”. “T”leri idareli kullanalım lütfen!

FTS, Dizi Dizi “İnci”yiz Sayıklaması

Okumak isteyenlere: “Senkretik-sentetik, abidik gubidik”, “Günün fotoğrafı: ‘Kanaltürk Türkiye’nin Televizyonu’ ama Türkçenin ecnebisi”


Reklam meklam Türkçesi: “İki konforlu otel” ORA’daymış!

“İki konforlu otelden hangisinde kalacağına karar vermek zor olacakmış”

Huzurlarınızda “iki konforlu otel”! Ne diyelim şimdi? “Reklam sektörü yengen!” dedim diye yemediğim laf kalmadı. Her neyse. Sevabına: “Konforlu iki otelden hangisinde kalacağına karar vermek zor olacakmış”


Don’t trash!


Reklam meklam: “Ben her bahar âşık olurum” *

Önce bir temenni: Aynı cümlede “hâlâ”, “aşık”, “âdem”, “kar”, “adet”, “şura”, “alem” kelimelerini; “babanın kız kardeşi”, “seven, tutkun”, “yokluk”, “alışverişin sağladığı kazanç”, “gelenek”, “danışma kurulu”, “dünya” anlamlarında kullanasınız inşallah!

***

Halacığım,

Nasılsınız? İş güç ne durumda? Hâlâ kâr edemediniz mi halacığım şu VOB âleminde? Kaç adet işlem yapmıştınız peki? Akçeli işleri bir kenara koyayım en iyisi. Üç kuruşluk aklımı yememek için didinip duruyorum Ankara’nın siyasete endeksli havasında. Âşık oldum galiba.

Tahmin ettiğiniz kız, evet o! Açılamadım bir türlü. Utangaçlığın alemi kalbimde hakikaten. Bir çeşit Achil’im aşık kemiği yaralı… Kar tanelerinin şûrasında âdetten midir kanla dolması âdemin? Badem sanki adem, nefes aldığımda… Her an tam şuramda! Sanki beni görebiliyorsunuz da… Bende bir hoşum vallahi! Sarhoşum halacığım. Aslına bakarsanız nâhoşum halacığım! Hâlâ aşkımı itiraf edemedim bu kahpe hayata! Kafanızı şişirdim. Bağışlayın beni.

Allahaısmarladık halacığım.

* Söz: Aysel Gürel / Müzik: Selmi Andak


Senkretik-sentetik, abidik gubidik!

“‘Şaşa’kalma, kalplere vur bir zımba!” başlıklı yazımda (8 Eylül 2011) “KJ”lerdeki cehalete, özensizliğe, “salla gitsin”ciliğe değinmeye çalışmıştım.

25 Eylül 2011’de SkyTürk’teki “Şimdiki Zaman” programına katılan Dr. Ramazan Kağan Kurt(oğlu), “Evanjelizm senkretik bir dindir.” der demez, “KJ”, ekranın altına döşedi cümleyi: “Evanjelizm sentetik bir dindir.” Aferin!

Dünyanın ve Türkiye’nin siyasî-iktisadî geleceği üzerine akla ziyan senaryoların havada uçuştuğu böylesi “ürkütücü” bir programda, Fransızca “syncretiqué” kelimesinin, “zıt ilkelerin bir araya gelmesiyle oluşan, karma (özellikle din)” anlamı taşıdığını bilmeyen “KJ”nin mevcudiyeti de “ürkütücü”dür elbette. “Evanjelizm”in gelecek senaryoları kadar olmasa da…

Senaryosunu Brian Helgeland’ın yazıp yönetmenliğini Richard Donner’ın yaptığı 1997 tarihli “Conspiracy Theory”deki (“Komplo Teorisi”) “mütevazı” bir ipucuna bakmaya çalışalım. 17 Ağustos 1999’daki Gölcük depremini “günahkâr” kulların Allah’ın gazabına uğramasıyla izah etme densizliğini gösterenler oldu zamanında. Ne var ki, hadise çok daha derin.

“High Frequency Active Auroral Research Program”; yani HAARP. Kısacası, “yapay deprem”. Brian Helgeland’ın cemaziyülevvelini Yalçın Küçük’e bırakmak isterdim ama o bir “Ergenekon” gazisi. Neyse. Filmin bir sahnesinde, televizyonda haberler verilmektedir: “Amerikan Başkanı Bill Clinton Türkiye’ye yapacağı ziyareti, Türkiye’deki deprem yüzünden iptal etti.” 17 Ağustos 1999’daki deprem, Richter ölçeğiyle “7.4” idi. “Komplo Teorisi”nde ise Bill Clinton’ın “7.3”lük deprem yüzünden Türkiye ziyaretini iptal ettiği söyleniyordu!

http://www.youtube.com/watch?v=o6KctnOYCVo



Günün el ilanı: Doyaş

“Doyaş’ta

Hafta içi

Sürpriz ikramlar”

Koca koca, anlı şanlı “network”ler Türkçenin canına okurken, gariban Doyaş’ımız bu tatsız “sürpriz”le karşımıza çıkmış, çok mu? En azından “hafta içi”ni ayrı yazmışlar. “Heryer”, “herşey”, “hertaraf”, “haftasonu”, “birgün”, “biryer” yazanları düşününce…

Zaman kazandırmaya eyvallah da… “Lezzet kazandırmak” ne demek? “Reklam Türkçesi”nin gözünü seveyim! Yakında çişimi/tuvaletimi gerçekleştirmeye gidiyorum, diyenleri de duyacaksınız.

Şu -da’lar yok mu, şu -da’lar! Canımız ciğerimiz Doyaş’ın güveçte “kuru”su fena sayılmaz hani! Beş dakikada tepsinizde, “30 dakikada elinizde”!


Her şey “Bildiğiniz Gibi”

Tanınmış “iletişimci”, Bersay’ın babası Ali Saydam’ın, reklam sektörünün popüler dergisi Marketing Türkiye’deki makalelerinde, Türkçe kullanımındaki özensizliğe, laçkalığa dikkat çeken ifadelerini hatırlıyorum da… Hocanın dediğini yap, yaptığını yapma, diyesim geliyor.

Allah’ın uğramadığı sokak aralarındaki büfelerden ecnebi isimli uluslararası markaların cicili bicili mağazalarına, İskender Pala’nın “Şah & Sultan” romanından (Okuyunuz: Kırmızı, Kasım-Aralık, 2010) ünlü “iletişimci Ali Saydam’ın televizyon programına varana dek… Şu “&” hastalığı, hayranlığı, deliliği nedir kuzum?

“VE” yazmak/demek (uzun bir süredir “VE” yerine “ARTI” deniyor) yerine “&” yazıp durmanın psikolojisini kim izah edecek? Cem Mumcu’nun randevu defteri şişkin imiş. Kime danışalım peki? Hem, kendileri “sevişmek” yerine “.ikişmek” demeyi tercih eden “danışanının” niçin o “hard” sözcüğü seçtiğini de izah etmekte zorlanıyor. HABERTÜRK’teki “Altüst Muhabbetler”de böyle diyordu. Her neyse.

Kırık Potkal’ımızdan sızan kırık dökük cümlelerimizden kimin haberi olacak da “Nilgün Belgün & Ali Saydam”daki “&” işaretini “ve” yazdıracak? Nerede bu babayiğit? Nerede bu “state”?


Bülent Ersoy söylüyor: “Hayatımı yaşıyorum, yaşıyorum oh, oh!”

Arapça “hayat” kelimesini, ha babam “yaşam” sözcüğüyle karşılamaya kalkıştılar. Soruyorlar: Kimler? Kimler olacak, Öz Türkçeciler! “Hayat kadını” yerine, “yaşam kadını” desenize! Peki, “hayat arkadaşı” yerine, “yaşam arkadaşı” nasıl duruyor? “Hayatını yaşamak” yerine, “yaşamını yaşamak” ne âhenkli değil mi? Kaç kez dedik ama dinleyen kim? Nasıl ki, “anı” ile “hatıra” (hatta, “hâtıra”) aynı anlam yükünü omuzlayamıyorsa, “hayat” ile “yaşam” da aynı anlam yükünü taşımaz, ta-şı-ya-maz.

Hayata küstüremeyeceksiniz beni. Hayatımı kazanmak için espasları paspaslayacağım, hayata gözlerimi yumana dek kırık dökük yazacağım, tamam mı?

“Muhafazakâr” kanal TGRT, bir vakitler “yaşam” sözcüğünü edep dışı buluyordu. Siz, siz olun ve “yaş-am” diye hecelemeye kalkışmayın “yaşam” sözcüğünü. Yeri gelirse “yaşam”ı da kullanın. Ancak “hayat”a hayat hakkı tanıyın.  Sözcükleri yasaklamayalım. Her kelime renktir, nüanstır cümlelerimize. Ta buraya kadar okudunuz mu yoksa? Yoo, vallahi olmaz! Biraz daha kalın. Hayatta bırakmam sizi!